Allah, hicret eden müminleri dünyada en güzel şekilde yerleştireceğini (Nahl 16/41), dönülecek yere tekrar döndüreceğini (Kasas 28/85), onların yeryüzünde tenha yollar ve bereketli hayatlar bulacağını ...
Medine’ye hicret izni (emri) verilip sahabîler gruplar halinde yola çıktıklarında Hz. Ebû Bekir’i bir heyecan kapladı. O da bu emri yerine getirmek istiyordu.
Neyi terk ederiz? Giderken ne kalır geride? Neleri götürürüz beraberimizde? Yüreğimizi çatlatan hicranlı duygularla sarmalayarak düşlerimizi, hayatı yaşanabilir kılmanın mücadelesini mi veririz? Arkamızda bıraktıklarımız, mazimizin kanayan tarafı olarak kalırken...
Hz. Âişe;/
Henüz küçüktün, baban ve Peygamberin yola çıkmışlardı./
“Hicret” diyorlardı bu yolculuğun adına./
Nedense ters tarafa gitmişlerdi./
Halbuki Medine’ye gideceklerdi./
Sevr Mağarasında olduklarını öğrendiniz sonra...
Her hicri yılbaşı her ulvi addedilen anlar gibi niyazlarla süslenir,1435′ün ilk günü gibi…
Ve smsler yağar, emailler uçuşur temenniler taşıyan,
bir türlü nâil olamadığımız temenniler bunlar.
Hicret, farklı suretlerde, değişik maksatlarda, niyetlerde yapılır. Bizler külli hicrete şiddetle muhtacız. Bir mekândan bir mekâna, bir mahâlden bir mahâle, bir vasattan başka bir vasata da hicret vardır.
Peygamber Efendimiz (sas), sadece Akabe mevkiinde değil, Mekke ve çevresinde on yılı aşkın bir zamandan beri İslâm’ı anlatıyor, insanları İslâm insanı olmaya davet ederek, onların kurtuluşu için gece gündüz tebliğ ediyordu.
Medine çalışmalarının temeli olan Dâru’l-Es’ad yanında, bir de Dâru’s-Sa’d oluşturulmuştu. Bu iki kurumana merkez halinde faaliyetlerini yürütürken, nerede ise her gün yeni bir şube devreye giriyordu. Şubelerden de yeni şubeler oluşuyordu.