Büyük oranda 16. yy.’da Reform hareketiyle başlayan Protestanlık, Max Weber’e göre maddi başarıyı, kişisel kurtuluş ve Tanrı’nın rahmetiyle bir tutmaktadır. Buna göre Protestanlık, “maddi başarı” idealiyle kâr etmeyi özendirmiş ve kapitalizmin oluşmasına zemin hazırlamıştır.[1] Mütedeyyin olsun ya da olmasın günümüz insanlarının zihin dünyası Protestan ahlâkının[2] etkisi altındadır. İbretle müşahede ediyoruz ki, Hz. Muhammed (sas)’in, tâbi olduğumuz müddetçe yolumuzu şaşırmayacağımızı ifade ettiği iki değer olan Kur’ân-ı Kerim ve Sünnet[3], dönüşen bu zihniyetlere özgü yorumlara tâbi tutuluyor. Bugünün yorumlarıyla ihtilaf varmış gibi görünen “Ameller sonlarına göre değerlendirilir.” ile “Ameller niyetlere göredir.” hadislerinden hareketle dönemin “başarı” anlayışının etkisini anlatmaya çalışacağız.
Mekke’de bunalan Müslümanlar hicret etmeye başlamıştı. Ancak bir sahabî, henüz Mekke’deki düzenini bozmayı ve Medine’ye hicret etmeyi düşünmüyordu. Bu sahabî, hicret hazırlıkları içerisinde olan Ümmü Kays’a evlenme teklifinde bulununca Ümmü Kays, ona Medine’ye hicret etmesi halinde teklifine müsbet cevap vereceğini söyledi. Bunun üzerine o da hicret etmeye karar verdi. Sahabînin bu davranışı ashâb arasında tartışmaya ve kendisine “Muhaciru Ümmi Kays” denmesine sebep oldu. Hz. Peygamber, “Yapılan işler niyetlere göre değerlendirilir. Herkes yaptığı işin karşılığını niyetine göre alır. Kimin niyeti Allah’a ve Resûlü’ne varmak, Onlara hicret etmekse, eline geçecek sevap da Allah’a ve Resûlü’ne hicret sevabıdır. Kim de elde edeceği bir dünyalığa veya evleneceği bir kadına kavuşmak için yola çıkmışsa, onun hicreti de hicret ettiği şeye göre değerlendirilir.” [4] hadisiyle bu duruma açıklık getirdi.
Kalpte bir şeye karar vermek, yapılan işe bilincin eşlik etmesi anlamına gelen “niyet”in fonksiyonu; Allah için yapılan ile başkaları için yapılan işleri birbirinden ayırmak ve ibadet ile âdetin farkını ortaya koymak içindir.[5] عملA-me-le kökünden olan “amel” kelimesi, bir amaç doğrultusunda yapılan her türlü fiil için kullanılır. Türkçeye aynı kelime ile tercüme edilen فعل Fe-a-le kökünden “f‘il” sözcüğü, bir fiilin kasıtsız ve amaçsız bir şekilde yapılması anlamına gelir.[6] Her iki kelime arasında bulunan nüansa bakıldığında Hz. Peygamber (as)’in, eylemde amacın olması gerektiğini ifade eden “niyet” sözcüğü ile anlam olarak amacı içinde barındıran “amel” kelimesini bir arada kullanması, bir eylemin nasıl ubudiyet boyutuna çıktığını ve bu boyuttan nasıl indiğini en güzel şekilde ortaya koymaktadır.
Hadisin sebeb-i vurûdunda[7] söz konusu olan sahabînin Allah (cc)’ın varlığı ve birliği, Hz. Peygamber (as)’in risâleti veya hicret etmenin gerekliliği konularında herhangi bir inkâra gitmediği görülüyor. Dolayısıyla Hz. Peygamber (as)’in bu hadis-i şerifi, niyetin halis olmasının önemine vurgu yapmaktadır.
Tenakuz gibi görünen “Ameller sonlarına göre değerlendirilir.” hadisinin tamamına bakmak, anlama ve anlamlandırmada bizi daha doğru bir yargıya ulaştıracaktır kuşkusuz. Bir gazvede Hz. Peygamber (as), kendileriyle beraber harp eden ve Müslümanlara faydalı olan bir kişiye işaret ederek: “Her kim ateş ehlinden bir kimseye bakmak isterse, şu adama baksın.” der. Bunun üzerine bir sahabî, o kişiyi takip eder. Onu müşriklerle şiddetli bir şekilde harp ederken görür. Nihayet o kişi yaralanır ve yaralarının acısına dayanamayıp kılıcıyla hayatına son verir. Bunu gören sahabî: “Ben şehadet ediyorum ki, Sen Allah’ın Resûlü’sün!” der. Resûlullah (as) bu şehadetin sebebini sorunca, sahabî: “Sen felan için ‘ateş ehlinden olan kimseye bakmayı arzu eden, şu adama baksın’ demiştin. Hâlbuki o zat, içimizde Müslümanlara en fazla faydası olanlardandı. Onu takip ettim, yaralanınca acıya dayanamayarak hemen intihar etti.” dedi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz: “Şüphesiz bir kul, cennet ehlinden olduğu halde ateş ehlinin amelini işler; bir başka kul ise ateş ehlinden olduğu halde cennet ehlinin amelini işler. Ameller ancak sonlarına göre değerlendirilir.” buyurdu.[8]
Bu hadis-i şerifte de “Niyet” hadisinde olduğu gibi Hz. Peygamber (as), “fe-a-le” kökünden gelen “f‘il” sözcüğünü değil; anlam itibarıyla amacı içeren “a-me-le” kökünden “amel” kelimesini kullanmıştır. Dolayısıyla kişi, yaptığı amelin bilincedir. Hadis-i Şerifte geçen “sonlarına göre” ifadesinde kullanılanخواتيم - havatîm kelimesi, ختم – ha-te-me kökünden türemiş bir kelime olup mühürlemek, sonlandırmak ve tamamlamak anlamlarına gelmektedir. Böylece Allah yolunda savaş ameli görüntüsü, sebatsızlık sebebiyle niyette ihlâsın olmayışını ortaya koyarak cehennem ehline has bir amel ile sonlanıyor yani kişi bu sıfatla mühürleniyor.
Her iki hadis-i şerifte, amelin makbul olma kaydının amelde bulunan kişinin niyetini sadece Allah’a halis kılarak hareket etmesi gerektiği ve amellerin sonlarının da bu niyete bağlı olarak belirlendiği açıkça belirtilmektedir. Müslüman bir insanın sorumluluk alanı, niyetini Allah’a halis kılmakla sınırlıdır; zira halis bir niyetle yapılsın veya yapılmasın işin sonu yalnızca Allah’ın takdiriyledir. Bu bağlamda muhlis kul için artık amelinin neticesinde zafer elde etmek veya etmemek mühim değildir; çünkü o bilir ki zafer sadece Allah’ın lütfü ve takdiridir. Fakat dönemin değer dünyasına ait kapitalist zihniyetin “başarı”[9] kültüyle sarmalanan modern insana göre “amel” akıllıca yapılmış bir eylemdir ve “son” kişisel çabanın, bu dünyadaki niteliksel yönü yani gözle görülür bir başarısıdır. İşte tam da bu sebeple “baş olma” anlamında “başarı” kelimesi yerine, “başarıya erdirildi” manasında “muvaffakiyet” sözcüğünü kullanmak gerekir. Çünkü kelimeler, zihin dünyasını ele veren göstergelerden biri olduğu gibi aynı zamanda zihni dönüştüren bir etkiye de sahiptir.[10]
Hadis yorumlarında, “başarı” kültüne kodlanan kapitalist düzenin sözcüleri olmak yerine Kur’ân-ı Kerim ve sünnetin kavram dünyasını kendi içinde anlamaya ve anlamlandırmaya gayret edip Murad-ı İlahiye mutabık ve insanlığın değer dünyasını asıl olana yönlendiren bir yaklaşıma girmek elzemdir. Bugün Hz. Peygamber (as)’in ümmetine verdiği değer dünyasından apayrı bir dünya ile karşı karşıyayız. Salık verdiğimiz, iktisadi anlamda kapitalizmin ve sosyal anlamda modernizmin inşa ettiği dünyayı inkâr etmek değildir. Yapılacak şey, bunun var olduğunu bilmek; bunun kaçınılmaz olmadığını ve değiştirilebilecek olduğunu kendi özümüzün farkındalığını yaşayarak insanlığa göstermektir. Farkındalık, gafletten çıkarak Murad-ı İlahi’ye ve Hz. Muhammed (sas)’in sözlerine halisane bir niyetle kulak vermektir; yoksa bugünün dayatmalarının etkisinde tevile girişmek değildir. Kavramsal yapı Kur’ân-ı Kerim’in ve Sünnet’in içinde değil; sadece Müslümanların zihninde ve lisanlarında bozulmuş durumdadır. Bu durumda Nakl’i kendi kavram dünyası içerisinde anlama ve anlamlandırma[11] kaygısını taşımak esastır. Sanırım tüm bunların neticesinde şunu söyleyebiliriz: “Bana hadis yorumunu söyle, sana zihin dünyanı söyleyeyim!”
[1] Mehmet Paçacı; Çağdaş Dönemde Tefsire Ne Oldu?; (İstanbul: Klasik Yay.; 2008); s. 105.
[2] Protestan ahlakı, Max Weber’in “Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu” kitabından alıntılanan bir kavramdır.
[3] İmam Malik; Muvatta, Kader 3, (2, 899).
[4] İmam Nevevî; Riyâzu’s Salihîn; (İstanbul: Erkam yayınları; 1997; terc. Prof. Dr. Yaşar Kandemir, Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan, Prof. Dr. Raşit Küçük); c. I; s. 91.
[5] İbn Hacer el-Askalanî; Fethu’l Bari; 41.
[6] İsfehanî; Müfredât el-Fâzli’l-Kur’ân; (İstanbul: çev. Pınar Yayınları; 2007; terc. Ömer Faruk Ozan) s. 1051.
[7] Hadislerin, niçin ve neden dolayı söylendiğini tespit etmeye çalışan ilim dalıdır.
[8] Ebû Abdillah Muhammed ibn İsmail el-Buharî; Sahîh- Buharî ve Tercemesi; (İstanbul: Ötüken Neşriyat; 1989; terc. Mehmet Sofuoğlu) c. 14; s. 6498.
[9] Werner Sombart, Burjuva Modern Ekonomi Dönemine Ait İnsanın Ahlâki ve Entektüel Tarihine Katkı; çev. Oğuz Adanır; (İstanbul: Doğu Batı Yay.; 2008); s. 182.
[10] Bkz: http://yenisafak.com.tr/yazarlar/Default.aspx?i=3885&y=DucaneCundioglu
[11] Doç. Dr. Şakir Kocabaş; İslâm’da Bilginin Temelleri; (İstanbul: İz Yay.; 1997); s. 23.
Yeni yorum ekle