Yâr-ı Gâr: Ebû Bekir
“Üzülme, çünkü Allah bizimle beraberdir.”
Medine’ye hicret izni (emri) verilip sahabîler gruplar halinde yola çıktıklarında Hz. Ebû Bekir’i bir heyecan kapladı. O da bu emri yerine getirmek istiyordu. Bu isteğini Resûlullah’a söylediğinde, Peygamberimiz: “Acele etme, belki Allah sana bir arkadaş verir.”[1] diyordu. Hz. Ebû Bekir, hicret arkadaşının Hz. Peygamber olacağı ümidiyle beklerken yolculuk için iki binek beslemeye başlamıştı bile.
Aslında iman ederek içinde bulunduğu toplumun değerlerinden, inançlarından hicret etmişti. Hz Yusuf’un ahlaksız tekliften, Hz. İbrahim’in şirkten Rabbine hicreti gibi. Artık sular yükselmeye başlamıştı. Dostuyla beraber gemiye binme vakitleri ancak Müslüman olanların gemiye binmelerine şahitlik ettikten sonra gelmişti. Çünkü sadık olmak, dostu yalnız bırakmamaktı. Müminlerin Medine’ye emniyet içerisinde vardığı haberi gelinceye kadar beklediler. Tekrar ısrarla sormadı: “Ne zaman gideceğiz?” diye. Dinin kutsiyetinin her şeyin üstünde olduğuna, dini yaşamak tehlikeye girerse malın, mevkiinin, vatanın, ana-babanın hiçbir kıymeti kalmadığına bir kez daha hayatıyla şehadet etti. Giderken ardında bıraktığı kızlarını ve oğlunu en büyük sığınağı olan Rabbine ısmarladı.
Devamını Hz. Âişe’den dinleyelim:
“Hz. Peygamber Rabbinden, hicret ve kavmi arasından ayrılıp Mekke-i Mükerreme’den ayrılma iznini aldığı gün, daha önceleri geldiğini görmediğimiz bir saatte öğle sıcağında yanımıza geldi. Babam Ebû Bekir, O’nun geldiğini görünce ‘Bu saatte Resûlullah (sas), mutlaka olağanüstü bir durum nedeniyle bize gelmiştir.’ dedi. Resûlullah (sas), babam Ebû Bekir’e ‘Mekke’den çıkıp hicret etmek için Bana izin verildi.’ dedi. Ebû Bekir, ‘Yoldaşlık var mı ya Resûlullah?’ deyince, O da: ‘Yoldaşlık var!’ dedi.” Hz. Âişe devamında: “O güne kadar sevinçten ağlayan bir kimse görmemiştim. Ama o gün babam Ebû Bekir’in (sevinçten) ağladığını gördüm.”[2]
Allah Resûlü’nün başarıyla gerçekleştirdiği bir hicretten söz edeceksek, önce Allah’ın yardımı sonra da Hz. Ebû Bekir’in Hz. Peygamber ile her ayrıntıyı hesap ederek titizlikle aldığı tedbirleri gözden geçirmeliyiz. Çünkü Allah’a tevekkül etmek maddi vasıtaları kullanmaya engel değildir. Bunlardan sadece bir kısmını zikredecek olursak: Hicret öncesi iki binek hazırlaması, Medine kuzey istikametinde olduğu halde güneye doğru yol almaları, oğlu Abdullah’ın (ra) her akşam mağaraya uğrayıp haber getirip şafaktan önce ayrılması, kölesi Amir b. Fuheyra’nın (ra) Sevr mağarasının civarında koyunları otlatarak hem ayak izlerini yok etmesi hem de gıda ihtiyaçlarını gidermesi, üç gün Sevr Mağarası’nda beklemeleri, müşrik olduğu halde adamlığına güvendiği Abdullah b. Uraykıt’ı rehber olarak tercih etmeleri, (Kureyşliler iki deve ile Mekke’den ayrılan bir müşrikten şüphelenmemişlerdi) kızı Esma’nın (ra) yol azığı getirmesi, çok işlek olmayan sahil yolunun kullanılması…
Sevr Mağarasında iken müşrikler mağaranın ağzına kadar geldiklerinde korkuya kapılan Ebû Bekir’i dostu teselli etmişti: “Üzülme! Allah bizimledir.” Daha sonra nazil olan âyetler bize orada gözlerden ırak yaşananları haber veriyor:
“Eğer siz ona (Resûlullah’a) yardım etmezseniz (bu önemli değil); O’na Allah yardım etmiştir: Hani, kâfirler O’nu, iki kişiden biri olarak (Ebû Bekir ile birlikte Mekke’den) çıkarmışlardı; hani onlar mağaradaydı; O, arkadaşına: ‘Üzülme, çünkü Allah bizimle beraberdir.’ diyordu. Bunun üzerine Allah O’na (sükûnet sağlayan) emniyetini indirdi, O’nu sizin görmediğiniz bir ordu ile destekledi ve kâfir olanların sözünü alçalttı. Allah’ın sözü ise zaten yücedir. Çünkü Allah üstündür, hikmet sahibidir.” (9 Tevbe 40)
Bu hadiseden sonra Hz. Ebû Bekir, “yar-ı gâr” (mağara dostu, can yoldaşı) olarak anılmıştır.
Kâfirler, tüm aramalara rağmen onları bulamadılar. Allah, Resûlü’ne daha yolda iken Mekke’ye tekrar geri döneceğinin müjdesini veriyordu. Hem de “fatih” olarak. Hicretin de kaçış değil; bir iken bin olmak, güç toplamak için yer değiştirmek olduğunu Allah kıyamete kadar tüm insanlığa gösteriyordu: “(Resûlüm!) Kur’ân’ı (okumayı, tebliğ etmeyi ve ona uymayı) Sana farz kılan Allah, elbette Seni (yine) dönülecek yere döndürecektir. De ki: Rabbim, kimin hidayeti getirdiğini ve kimin apaçık bir sapıklık içinde olduğunu en iyi bilendir.” (28 Kasas 85)
Mağarada üç gün kaldıktan sonra Medine’ye yönelen Resûlullah ile Ebû Bekir nihayet Kuba’ya vardılar.
Alınan tedbirler sıralanırken dikkat edilirse fark edilecektir ki Hz. Ebû Bekir ve ailesi canıyla malıyla her karede mevcut. “Anam babam Sana feda Ya Resûlallah!” sözünü sadece diliyle değil şu hadisede olduğu gibi hayatıyla söylemişti:
Yol boyunca Hz. Ebû Bekir Hz. Peygamber (sas)’in kâh önüne geçip yürüyor, kâh geri kalarak O’nu arkadan izliyor, bazen sağına, bazen de soluna geçerek birlikte yol alıyordu. Onun bu telaşını sezen Hz. Peygamber:
“Bu ne telaştır, Ya Ebâ Bekir? Hiç böyle yaptığını görmemiştim,” deyince:
“Ey Allah’ın Elçisi! Karşıdan gelebilecek bir saldırıyı düşünüyor, önüne geçiyorum; arkadan izlenebileceğin ihtimali aklıma geliyor bu sefer de geri plana geçiyorum. Bazen da sağında ya da solunda yürüyor Seni kollamak istiyorum. Sana bir kötülük gelebilir korkusu içindeyim, emin değilim,” cevabını verdi. Kendi canından geçmişti. Çünkü:
“Allah müminlerden, mallarını ve canlarını, kendilerine (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler, ölürler. (Bu), Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’ân’da Allah üzerine hak bir vaattir. Allah’tan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır! O halde O’nunla yapmış olduğunuz bu alışverişinizden dolayı sevinin. İşte bu, (gerçekten) büyük kazançtır.” (9 Tevbe 111) Allah Resûlü dünya hayatını seyahat esnasında verilen bir molaya benzetiyor:
“Dünya (hayatı) ile benim ilgim, bir ağacın altında gölgelenip sonra da bırakıp giden yolcunun durumu gibidir.”[3]
Biz de bu yolculukta yol arkadaşlarımızı sıddık olanlardan seçersek, Yesrib’e varıp orayı Medine yapabiliriz inşallah… Böylece acı veren dünya, hukukun üstünlüğü ile kimseye haksızlığın yapılmadığı medeni bir diyar olur.[4]Herkesin hakkının ödendiği bir diyar…
Allah Resûlü ile aynı mağarada bulunma şerefine nail olamadık belki. Ama O’na tâbi olarak aynı yolun yolcusu olmak istediğimizi gösterdik. Bu seyahatte bize düşen, tıpkı dostu Ebû Bekir gibi her türlü tedbiri alarak gelebilecek tüm saldırılara karşı O’nu korumak, candan önce cananı düşünmek, O’nun getirdiği her ne varsa onun sıddıkî olmak. Geride bıraktıklarımızı düşünmeden menzile varmayı hedeflemek. Malımızı, canımızı, evladımızı bu yola kurban etmek.
İlgili Yazılar:
Sıcakta Gölge, Soğukta Sütre: Hz. Ebû Bekir – I
Sıcakta Gölge, Soğukta Sütre: Hz. Ebû Bekir – II
[1] İbn Sa’d, et-Tabakâtu’l-Kübra, I/226, Taberi, II/369.
[2] İbn Hişâm, es-Sire, II, 485 .
[3] İbn Mâce, Zühd 3, hadis no: 4109, 2/1386.
[4] Yesrib’in, kelime manası, “acı veren”; Medine kelimesinin kökü olan ‘deyn’in manası ise borç’tur. Medine ise alacaklının borçludan borcunu aldığı yani hukukun üstün olduğu yer.
Yeni yorum ekle