Kur’ân-ı Kerîm bize iki sevgili gösterir: Biri Rabbimiz, diğeri Peygamber Efendimiz. Sonra da bu iki sevgiliyi “her şeyden çok” sevmemizi ister.
“Acaba bu “her şey”in içine neler girer? Yüce kitabımız bize bunları da birer birer sayar, Allah’ı ve Rasûlünü şu varlıklardan daha çok sevmemiz gerektiğini belirtir:
Babalarımızdan,
çocuklarımızdan,
kardeşlerimizden,
eşlerimizden,
akrabalarımızdan,
kazandığımız para ve maldan,
üzerine titrediğimiz ticaretten,
ve hayran kaldığımız evlerimizden. (Tevbe sûresi 9/24.)
Kur’ân-ı Kerîm, Allah yolunda cihâd etmeyi de bu sekiz varlıktan çok sevmemizi ister.
Acaba bu sekiz varlığın sevgisini öne geçirirsek ne olur? Bu âyetin devamında Cenâb-ı Mevlâ bu soruya cevap vermektedir. Eğer sayılan bu varlıkları Allah’tan, Peygamberden ve Allah yolunda cihad etmekten daha çok seviyorsanız, “o zaman başınıza geleceklere hazır olun!” diye tehdit etmektedir.
Evet, böyle açıkça tehdit etmektedir. Biz konumuz gereği meseleyi sadece peygamber sevgisi açısından ele alacağız.
Bu âyette görüldüğü gibi Allah Teâlâ, peygamberini sevmeyi bize sadece tavsiye etmiyor, tavsiyeden de öte emrediyor. Hem de bu emrin uygulanmaması halinde ilâhî gazabını harekete geçeceğini söyleyerek…
Peygamber Efendimiz, bu âyet-i kerîmenin kendisiyle ilgili kısmını “Biriniz beni anasından, babasından ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe gerçek mü’min olamaz” diye açıklamaktadır. (Buhârî, Îmân 8)
Mesele, Peygamberi sadece sevmekten de ibaret değildir. Mesele, sevmekle beraber itaat etmektir. Allah Teâlâ kendi sevgisiyle Peygamber sevgisini böyle yan yana zikrettiği gibi,“Allah’a itaat edin, Peygamberine itaat edin” buyurmak suretiyle kendine itaatle Peygamberine itaati yan yana zikretmektedir. Ve böylece, “Beni de seveceksiniz peygamberimi de, bana da itaat edeceksiniz peygamberime de” buyurmaktadır.
Sevgili Efendimiz, Allah’ı ve Rasûlünü her şeyden daha fazla sevmenin bize “imanın tadına varmayı sağlayacağını” müjdelemektedir. (Buhârî, Îmân 9; Müslim, Îmân 67) İmanın tadına varmak, mü’min olmanın bahtiyarlığını doya doya yaşamaktır. Ve her birimizin hedefi bu olmalıdır.
Sevgiden de Üstün
Allah Teâlâ, övüp de yarattığı sevgili Peygamberini bütün varlıklardan üstün tuttu. Kur’ân-ı Kerîm’in birçok âyetinde onu bize üstün vasıflarıyla tanıttı, sahip olduğu yüce özellikleri bir bir gösterdi. Onu âlemlere rahmet olarak yarattığını, en üstün ahlâkla donattığını haber verdi. Sevgili Peygamberinin bu müstesnâ yeri sebebiyle onu el üstünde tutmamızı, ona en üstün değeri vermemizi ve kendisine en üstün saygıyı göstermemizi istedi. Ve bu isteğini şöyle belirtti:
“Ey Peygamber! Biz seni hem Allah’ın birliğine ahit, hem müjdeci, hem tehlikelerden uyarıcı olarak gönderdik.
Ey insanlar! Bunu Allah’a ve Rasûlü’ne inanmanız, Peygamber’i desteklemeniz, ona saygı göstermeniz ve sabah akşam Allah’ı yüceltmeniz için yaptık”. (Fetih sûresi 48/8-9.)
Görüldüğü gibi Allah Teâlâ, Rasûl-i Ekrem’ini sevmemizi istemekle yetinmiyor; bizden sevgiden üstün, aşktan ileri bir şey istiyor: Ona tâzim etmemizi, saygı göstermemizi…
Kendi kendimize şöyle düşünmeliyiz:
Biz Peygamberimizi sevmek durumundayız. Çünkü Müslüman oluşumuzu, Allah’ı buluşumuzu ona borçluyuz. Bize rehberlik ettiği, Allah’a giden yolu bize gösterdiği için ona minnettarız.
Biz Peygamberimiz’i aynı zamanda saymak durumundayız. Çünkü o, Allah Teâlâ’nın özel lütuflarda ve ikramlarda bulunduğu yüce bir insandır. Süleyman Çelebi’nin Mevlid adlı eserinde “Bile yazdım âdım ile âdını” diye ifade ettiği gibi, sevgiden, saygıdan ve itaatten söz eden pek çok âyette onun adını kendi adıyla “Rasûlüm” diye yan yana zikretmiş ve birçok âyette, ona saygı göstermemizi açıkça istemiştir.
Meselâ Hz. Peygamber’in huzurunda onun sesini bastıracak şekilde yüksek sesle konuşmanın, onun yanında birbirine bağırmanın yapılan güzel amellerin üzerine bir çizgi çekmek, onları kaldırıp çöpe atmak anlamına geldiğini söylemesi (Hucurât sûresi 49/2.), Peygamber aleyhisselâm’a saygı göstermenin bütün mü’minlere farz olduğunu ortaya koymaktadır.
Bizler, onun huzurunda bulunma bahtiyarlığına eremedik ama, hacca veya umreye gittiğimizde, Mescid-i Nebevî’de bulunduğumuz o müstesna zaman diliminde, Efendimiz’in huzurunda bulunduğumuzu hiçbir zaman unutmamalı ve orada asla yüksek sesle ve gereksiz yere konuşmamalıyız. Hatta bulunduğumuz bir mecliste hadîs-i şerîf okunurken, o anda Efendimiz’in huzurunda bulunduğumuzu düşünmeli, onun sözlerini saygıyla dinlemeliyiz. Resûl-i Ekrem’i sever, sayar ve ona itaat edersek, kazancımız ne olacaktır? Bunu Allah Teâlâ şöyle belirtmektedir:
“İşte o peygamberin ardınca giden, ona iman edip saygı gösteren, düşmanlarına karşı yardım eden ve kendisine indirilen ışığı (Kur’ân-ı Kerîm’i) izleyenler, işte onlar kurtuluşa erenlerdir”. (A’râf sûresi 7/ 157.)
Şunu üzüntüyle belirtmeliyiz ki, hayatımızda sevgiye pek az yer veriyoruz. Halbuki her şey sevgi üzerinde duruyor. İman bile… Sevgili Efendimiz “Canım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız!” (Müslim, Îmân 93-94) buyururken, sevginin imanın da temeli olduğunu bize hatırlatıyor. Cennete girebilmek için iman etmek nasıl gerekiyorsa, mükemmel bir imana sahip olmak için de mü’minleri sevmenin öylesine gerektiğini, kısacası imanın anahtarının sevgi olduğunu belirtiyor.
Bir de Salâtü Selâm
Bize Peygamber Efendimiz’i sevmeyi, saymayı ve ona itaat etmeyi emreden Yüce Rabbimiz, bir görevimizi daha hatırlatmakta ve şöyle buyurmaktadır:
“Allah ve melekleri Peygamber’e çok salavât getirirler. Ey mü’minler! Siz de ona çokça salât ve selâm getirin”. (Ahzâb sûresi 33/56.)
Bu âyette Allah Teâlâ, Peygamberine salavât getirdiğini yani ona merhamet edip şan ve şerefini yücelttiğini, meleklerin onun yüce mertebelere erişmesi için Allah’a niyazda bulunduğunu haber verdikten sonra bize, “Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed” diyerek Peygamberimiz’i saygıların en yücesiyle selâmlamayı emretmektedir.
Hz. Peygamber’e salâtü selâm getirmenin bize ne kazandıracağını da söyleyelim:
Peygamber Efendimiz, insanların Allah’a en yakın olanıdır. Ona salâtü selâm getirmek, kıyamet gününde bizi sevgili Efendimiz’e yaklaştıracaktır.
Şunu da bilmekte fayda var: Salâtü selâm getirdikçe gönlümüzdeki peygamber sevgisi daha da büyüyecektir; kalbimiz ferahlayacak, içimiz derin bir huzurla dolacaktır.
Sözü şöyle bağlayalım: Ashâb-ı kirâm efendilerimiz peygamber sevgisinin en güzel örneklerini vermişler, onu canlarından da çok sevmişlerdir. Ama sevgi bir okyanustur, bir ummandır; tükenmesi mümkün değildir. Peygamber Efendimiz, daha sonraki nesillerden de kendisini çook çok seven kimselerin geleceğini şöyle müjdelemiştir:
“Beni çok seven ümmetimden bazıları benim vefatımdan sonra da gelecektir. Onlar, beni görebilmek için ailesini ve servetini feda etmeyi bile göze alacaktır.” (Müslim, Cennet 12)
Cenâb-ı Hakk’ın “sev!” dediği o yüce peygamberi her şeyden çok sevmek güçlü bir imanın meyvesidir. Onu seven, sayan, ona itaat edip salâtü selâm getiren güzel insanlara selâm olsun…