Es’ad ve Arkadaşları
“Allahu Teâlâ (cc) Hazretleri, haklarında hayır dilediği altı Yesribliyi (Medineliyi), Akabe mevkiinde Hz. Peygamber (sas) ile buluşturdu!”[1] “Yüce Allah (cc), İslâm ile şereflendirmek istediği Yesriblilerden bazı kişilere Peygamber Efendimiz’i sevk etti”[2] diye rivayet eden kaynaklarımız, ne güzel bir tespitte bulunmuşlardı öyle…
Haklarında hayır dilediği kişilerden olmak!
Rabbimiz, arayana ve istidadı olana nasip ediyordu. Öyle seçkinleri, ya sevdiği özel bir kuluna yönlendiriyor, ya da sevdiği özel kulunu, bu seçkinlerin yanına sevk ediyordu. Böylece büyük ve anlamlı buluşma gerçekleşiyordu.
Nübüvvet’in on birinci yılında Hacc mevsiminde, Peygamber Efendimiz (sas) ile Akabe mevkiinde buluşanMedine’nin ilk Müslümanları şunlardı…
1. Hz. Es’ad bin Zürâre.
2. Hz. Avf bin Hâris.
3. Hz. Râfi’ bin Mâlik.
4. Hz. Kutbe bin Âmir bin Hadîde.
5. Hz. Ukbe bin Âmir bin Nâbi’.
6. Hz. Câbir bin Abdullah.
İlk Akabe Buluşması olan ve Medine’nin İlk Müslümanları diye adlandırılan o ilk buluşmayı, bundan önceki yazımızda işlemiştik. Konuya devam ederek, Hz. Es’ad(ra) ve arkadaşlarını tanıtırken, Medine’nin bu ilk Müslümanları’nın çalışmalarını da dile getirmeye ve onların çok özel gayretlerinden söz etmeye çalışacağız…
Başta büyük Sahâbe, Hz. Es’ad bin Zürâre (ra) olmak üzere, bu çok özel ve seçkin zevat, Medine’de öyle ciddi bir çalışma yapmışlardı ki, İslâm ve Hz. Peygamber’in duyulmadığı bir tek ev bile bırakmamışlardı. O kadar ki, sadece evlerde değil, Medine’nin sokaklarında, hurmalıklarında, çarşılarında, pazarlarında, dükkânlarında, her yerde İslâm ve Peygamber Efendimiz konuşuluyordu artık…
Bir görmeyle ve yine bir defa dinlemeyle bütün ruhlarını sarıp sarmalayan Peygamber Efendimiz (sas) vesilesiyle İslâm ile şereflenip, bambaşka bir diyara geçiş yapan bu altı seçkin insan, her şeyleri ile İslâm’ı kuşanmış; İslâm insanı olmuşlardı artık…
Hayatlarını değiştiren bu büyük buluşmanın ardından, evlerine döndüklerinde bütün hal ve hareketleriyle Hz. Peygamber’i öyle güzel temsil etmişlerdi ki, ev halkı başta olmak üzere, bütün çevreleri onların bu güzelliklerini açıkça görüyorlardı.
Hz. Es’ad bin Zürâre (ra)…
Zürâre bin Udes (Ads) oğlu olan Hz. Es’ad (ra)’ın annesinin ismi kaynaklarımızda geçmiyor. Anne-babasının İslâm’a girip girmediği de bilinmiyor.
En yakınlarından başlayıp, İslâm’ı anlatma gayreti ile çırpınan Hz. Es’ad (ra), yakın arkadaşlarından biri ve çok sevdiği dostu olan Ebu’l-Haysem Mâlik bin Teyyihân ile görüşmek için yanına gitti. Yıllardır birbirini çok iyi tanıyan ve çok iyi dost olan bu iki candan arkadaş, büyük bir muhabbetle kucaklaştıktan sonra, Hz. Es’ad (ra) hiç zaman kaybetmeden, konuya girme ihtiyacı duydu. Zaman çok önemliydi ve zaman, zamanında değerlendirilmeliydi öyle ya…
- Ey sevgili dostum Ebu’l-Haysem! Sana dünya ve âhiretin için en hayırlı olan bir haberle geldim. Eğer beni dikkatle dinler ve anlatacaklarımı kabul ile tasdik edersen, sen sana yakışanı yapmış olursun! Çünkü sen putlardan hoşlanmayan birisin.
- Sen benim en yakın arkadaşım ve dostumsun ey Es’ad! Seni ne kadar çok sevip saydığımı bilirsin. Anlatacakların çok önemli şeyler olmalı.
- Evet ey Ebu’l-Haysem, anlatacaklarım gerçekten çok önemli şeyler. Şimdiye kadar hiç duymadığın ve düşünmediğin şeyler.
- Anlat öyle ise ey Es’ad, seni dinliyorum!
Hz. Es’ad bin Zürâre (ra), Peygamber Efendimiz (sas) ile olan o büyük buluşmayı, Peygamberimiz’in Kur’ân okuyuşunu, İslâm’a davetini ve neticede Müslüman olmalarını bütün ayrıntıları ile anlattıktan sonra sevgili dostunun gözlerine, gözlerinin derinliklerine kadar inen bir bakışla bakarak, onu da İslâm’a davet etti…
- Ey Es’ad! Sürekli söylediğim gibi sen benim en yakın arkadaşım ve en candan dostumsun. Şimdiye kadaroturmuş kişiliğin ile sadece benim tarafımdan değil, bütün herkes tarafından takdir gören biriydin. Ama şimdi bakıyorum da, eski Es’ad gitmiş; yeni, yepyeni bir Es’ad gelmiş sanki. Allah ve Rasûlü’nden bahsederken, öyle bir havaya giriyorsun ki, sendeki güzelliği görmemek için kör olmak lâzım. Benim güzel arkadaşımı daha bir güzelleştiren, benim sevgili dostumu tepeden tırnağa kadar yenileyen bu dini, senin şahsında görüp anladıktan sonra, bu güzelliğin dışında kalmak akıl kârı değildir. Şimdi söyle bakalım ey sevgili dostum, bu güzel dine nasıl girilir?
Sevgili arkadaşı ve can dostundan duyduğu bu güzel sözler ile mutluluk ve huzurdan uçası gelen Hz. Es’ad (ra), Peygamber Efendimiz’den görüp öğrendiği şekilde öğreterek, onun da İslâm’a girmesine vesile oldu. [3] Ebu’l-Haysem künyesi ile tanınan Mâlik, putları sevmeyen biri olduğu için, İslâm’a girmesi de çok kolay olmuştu.
Yakın çevresini de hiç ihmal etmeyen ve sürekli tebliğ eden Hz. Es’ad (ra), neticelerini almaya başlamıştı. Çünkü çok sevdiği kardeşi Sa’d bin Zürâre de kısa bir zaman sonra İslâm’a girmişti. [4] Es’ad bin Zürâre (ra), bu kutlu yolun Medine birincilerindendi…
Hz. Avf bin Hâris (ra)…
Akabe’de Hz. Peygamber ile buluşup Müslüman olduğunda henüz 14-15 yaşında ancak vardı. Medine’ye döndüğünde ilk işi en yakınları olan ailesine, yani anne-baba ve kardeşlerine İslâm’ı anlatmak oldu.
Hz. Avf (ra), İslâm ile şereflendiğinde yüzüne yansıyan nûr ev halkını da içine alıverdi. Hemen ardından da önce babası Hâris, sonra sevgili annesi Afrâ, sonra da sevgili kardeşleri Muâz ile Muavviz hiç tereddüt etmeden İslâm’a girdiler. [5]
Hz. Avf bin Hâris (ra), sadece aile efradına değil, Medine’de mahalleleri gezerek kapı kapı dolaşıp, Allah ve Rasûlü’nü anlatmaya ve insanları İslâm’a davet etmeye çalıştı…
Hz. Râfi’ bin Mâlik (ra)…
İslâm’dan önce okuma yazma oranının çok düşük olduğu bir dönemde, okuma-yazma bilmesinin yanında, şiir ve edebiyat ile meşgul olan Hz. Râfi’ (ra), Hazrec kabilesinin önde gelen şahsiyetlerinden biriydi.
Peygamber Efendimiz (sas)’i bir dinlemeyle O’na ve O’nun anlattıklarına öyle bir gönül verdi ki, artık O’nsuz yaşayamayacak bir duruma geliverdi. Medine’ye de O’nunla dönmüştü âdeta. O’nu öylesine canlı bir şekilde temsilediyordu ki, onu görenler hayranlıklarını gizleyemiyorlardı.
Mâlik bin Aclân ile Mâviyye binti (Aclân) bin Zeyd’in oğlu olan Hz. Râfi’ (ra), anne-babası başta olmak üzere, bütün ev halkını İslâm’a davet etti. Aile efradı ve çevresinde İslâm’ın yayılması için, elinden geleni yaptı. Rifâa ve Hallâd adlı iki oğlu içlerinde olmak üzere, yakın çevresi onun o güzel anlatımı ve örnekliği sayesinde İslâm ile şereflendiler. [6]
Hz. Kutbe bin Âmir (ra)…
Âmir bin Hadîde ile Zeyneb binti Amr’ın oğlu olan Hz. Kutbe (ra), Akabe mevkiinde Hz. Peygamber (sas) ile buluşup Müslüman olduğunda, Medine’ye döner dönmez en yakınlarından başlamak üzere, bütün çevresine İslâm’ı anlatmaya başladı. Bir yandan çok güzel örnek olmaya gayret gösterirken, diğer yandan da çok güzel bir üslup ile anlatıyor, gönüllerin İslâm ile buluşmasına vesile oluyordu.[7]
Hz. Ukbe bin Âmir (ra)…
Âmir bin Nâbi’ ile Fükeyhe binti Seken’in oğlu olan Hz. Ukbe (ra), Peygamberimiz ile buluşup Müslüman olur olmaz, bu güzelliğin her tarafa yayılması aşkına düştü. En yakınlarından başlamak üzere, kapı kapı dolaşarak insanları İslâm’a davet etmeye çalıştı.
Peygamber Efendimiz’den dinlediği gibi Kur’ân okumaya gayret eden Hz. Ukbe (ra), gece-gündüz demeden çalışıyor, İslâm gülistanının nadide güllerinden biri olduğu her halinden belli oluyordu.[8]
Hz. Câbir bin Abdullah (ra)…
Abdullah bin Amr ile Enîse binti Ganeme oğlu olan Hz. Câbir (ra), Akabe mevkiinde Hz. Peygamber (sas) ile buluşup Müslüman olduğu günlerde henüz 14 yaşında bir gençti.
Peygamberler Sultanı ile ilk defa karşılaşan Hz. Câbir (ra), îmân ile beraber O’na öyle kopmaz bir bağla bağlanıverdi ki, buna kendisi bile şaşırmıştı. Çocuk-genç arası bir yaşta olmasına rağmen, Allah ve Rasûlü’nü tanımış, en yetkili ağızdan Kur’ân dinlemiş ve ilklerin ilki olmakla şereflenmişti.
Hz. Peygamber’in güzelliğinden güzellik devşirerek, bir başka güzelliğe erişen Hz. Câbir (ra), artan bir aşk ile beraber, Medine’ye dönmüş ve O’nu orada en güzel bir şekilde temsil etmişti.
Aile efradından işe başlayarak, en yakınlarının İslâm ile şereflenmesine vesile olup, bahtiyar bir genç olarak tarihe geçiverdi.[9]
Hz. Zekvan bin Abdi Kays (ra)…
Daha önce zikredildiği gibi, öncelikle ilk altı kişi çok meşhurdur. Bu çok özel altı kişinin dışında biri daha var ki, adı Zekvan bin Abdi Kays olup, o da yine Hz. Es’ad bin Zürâre (ra) gurubu içindeydi. Fakat o an için bu altı kişi ile beraber değildi. Hz. Peygamber ile aynı günlerde yine Akabe’de, ancak başka bir yerde buluştuğu için, ilk altı kişi içinde ismi geçmiyor. O da Medine’nin ilk Müslümanlarından biridir. [10]
Peygamberler ve Gönüller Sultanı ile Akabe mevkiinde buluşan bu seçkin altı kişi, İslâm ile şereflenince, şereflerin en büyüğü ile şereflendiklerinin farkındaydılar. Allah ve Rasûlü aşkı ile yeni bir hayata kapı aralayan bu seçkin insanlar, daha orada iken güvendiklerine ve yakın arkadaşlarına İslâm’ı anlatmaya başladılar. Rivayetlere göre Hz. Zekvan (ra)da bu çabanın sonunda Hz. Peygamber ile görüşüp Müslüman oluverdi.
O da diğer arkadaşları gibi, Medine’ye döner dönmez faaliyetlere başlayıp, en yakınları başta olmak üzere, çevresine İslâm’ı anlatarak, onları Müslüman olmaya davete koyuldu.
Hz. Es’ad bin Zürâre (ra) ve arkadaşları; nasipli insanlar…
Haklarında hayır dilenmiş, hayrın da en yücesine erişmiş erdem kahramanları… Kıymet bilen, kıymetliler…
Peygamberler Sultanı’nı bir defa görmeyle, O’nu bir defa dinlemeyle, verilen mesajı ciddi bir şekildekavramayla, sonra da İslâm ile şereflenerek, en güzel bir kurtuluşla kurtulmayla saadetin zirvesine eren zirve şahsiyetler…
Bir büyük şahsiyeti görmek ve onu dinlemek başka, o büyük şahsiyeti önce gözlerimizle sonra da yürekten akıp gelen bir muhabbetle, gönlümüze alarak onun gönlüne girmek ve ondan dinleyip öğrendiklerimizle hayata tutunmak başkadır.
Bir şeyi dinlemek, okumak, öğrenmek başka; onu bütün hayatımıza yansıtmak başkadır…
İşte bu başka başkaları Hz. Es’ad (ra) ve arkadaşları çok güzel bir şekilde anlamışlar ve hayatlarını da bu yeni prensiplere göre düzenleme derdine düşmüşlerdi.
Peygamber Efendimiz (sas), sadece Akabe mevkiinde değil, Mekke ve çevresinde on yılı aşkın bir zamandan beri İslâm’ı anlatıyor, insanları İslâm insanı olmaya davet ederek, onların kurtuluşu için gece gündüz tebliğ ediyordu. Akabe mevkiinde de sadece bu altı kişiye değil, bir tek kişiyi bile ihmal etmeden, bütün herkese anlatıyor; herkesi İslâm’a davet ediyordu. Fakat gözleri ve kulakları ile beraber, gönüllerini de hakka ve hakikate kapatanlar, kör ve sağır bir tavır sergiliyorlardı. Bu yetmiyormuş gibi, böylesine kıymetli bir davete karşı çıkıyorlar, Örnekler Örneği olan Peygamberler Sultanı’na da demedikleri çirkin lafları ve yapmadıkları kötülüğü bırakmıyorlardı. Peygamber Efendimiz(sas) de, her şeye rağmen insanları İslâm ile kurtuluşa davet ediyordu.
Hz. Es’ad ve arkadaşları, bu davete ciddi bir şekilde kulak verdikleri için, bu büyük nimetten nasiplenmişler ve Medine’nin ilk Müslümanları olmuşlardı.
İslâm, onlar için hayat kaynağı olmuştu artık. İslâm’ı öğrenmek, yaşamak ve tebliğ etmek en büyük ideallerihaline gelmişti. Hem öyle ki, daha Akabe mevkiinden ayrılmadan başlamışlardı çalışmalara. Zekvan buna en güzel örnekti.
Meyve ağaçları, meyveleri ile kıymet kazanır. Yani meyve ağacı meyve verdikçe kıymetlidir. Meyve vermeyen meyve ağacına, hiç kimse kıymet vermez.
Müslüman da meyve ağacı gibidir. İslâm’ı ihlâsla yaşadığı ve çevresine yararlı olduğu sürece kıymet kazanır. Peygamber Efendimiz, Müslüman’ı böyle tanımlıyor çünkü…
Sallallahu aleyhi ve sellem…
[1] İbn Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, c. 2, s. 70; Taberî, Târîhu’l-Ümem ve’l-Mülûk, c. 2, s. 234.
[2] İbn Sa’d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, c. 1, s. 217-217; Ebû Nuaym İsfehânî, Delâîlü’n-Nübüvve, c. 1, s. 299.
[3] İbn Sa’d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, c. 1, s. 218.
[4] Zehebî, Târîhu’l-İslâm ve Vefeyâtu’l-Meşâhîr ve’l-A’lâm, c. 2, s. 197.
[5] İbn Sa’d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, c. 1, s. 219; Zehebî, Târîhu’l-İslâm, c. 2, s. 197.
[6] Ahmed Nedvi, Asr-ı Saadet, c. 3, s. 393.
[7] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe fî Ma’rifeti’s-Sahâbe, c. 4, s. 404.
[8] Beyhakî, Delâilü’n-Nübüve ve Ma’rifetu Ahvâli Sahibi’ş-Şerîa, c. 2, s. 174.
[9] İbn Sa’d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, c. 1, s. 219.
[10] İbn Abdilber, el-İsti’âb fî Ma’rifeti’l-Ashâb (İsâbe Kenarında), c. 2, s. 466.