Bu gazve, 6. yılın Şaban ayında[1], Müstalikoğulları’na karşı yapılmıştır. Sebebi, Uhud gazvesinde Kureyşliler’e yardımcı olan bu kabilenin Medine'ye saldırı için asker toplamasıdır.
Peygamberimiz, Müstalikoğulları lideri Ebû Dırar oğlu Hâris'in Medine’yi basmak için hazırlık yapmakta olduğunu haber almıştı. Yaptırdığı tahkikat neticesinde, bu haberin doğru olduğu ortaya çıktı.[2] Bu durum karşısında, Harise oğlu Zeyd'i Medine'de vekil bırakarak hazırlattığı bin kişilik ordusunun başında Müstalikoğulları topraklarına doğru hareket etti. Niyeti, düşmana Medine'ye saldırı fırsatı vermemek ve onları hazırlıksız yakalamaktı. Hz. Peygamber, bu seferine hanımlarından Hz.Âişe ve Ümmü Seleme'yi de birlikte götürmüştü.
Ganimet arzusu, çok sayıda münafığın bu savaşa katılmasına sebep olmuştu. En fazla münafığın katıldığı gazve olduğu bildirilen[3] bu askeri harekat sırasında münafıklar, Müslümanları birbirine düşürmek için ellerinden geleni yaptılar.
Peygamberimiz, düşman ordusuyla, Kudeyd'de Müreysi isimli suyun yanında karşılaştı. Hâris'in ordusuna kabilelerden çok sayıda asker katılmıştı. Onlar İslam ordusunu görünce korkuya kapılıp Hâris'in ordusundan ayrıldılar. Onun etrafında sadece kendi kabilesinden askerler kaldı. Peygamberimiz, önce onları İslam'a davet etti. Bu teklifi kabul etmemeleri üzerine ok atışlarıyla başlayan savaş, kısa süre içinde Müslümanların kesin zaferiyle sonuçlandı.
Savaşta bir şehit (yanlışlıkla öldürülen Hişam b. Sübâbe) verilmesine karşılık, düşmandan on kişi öldürülmüştü. Alınan ganimetlerin miktarı oldukça yüksekti.700 esir, 5000 koyun, 2000 deve ele geçirilmişti. Esirler arasında Müstalikoğulları lideri Hâris'in kızı Cüveyriye de bulunuyordu.
Peygamberimizin Cüveyriye Evlenmesi
Ashâb'tan Sabit b. Kays'ın hissesine düşen Cüveyriye, kurtuluş fidyesi ödemek hususunda Peygamberimizin yardımına başvurmuştu. Ona yardımcı olan Peygamberimiz, ayrıca kendisiyle evlenmek istediğini bildirdi. Teklifi kabul edilince, Cüveyriye ile evlendi. Peygamberimizin bu evliliği daha çok siyâsi maksada yönelikti. Nitekim bu sayede Müstalikoğulları'ndan alınan esirler serbest bırakıldı. Çünkü ashâb-ı kiram Hz. Peygamber’in hanımının akrabalarının esirlikte tutulmasının doğru olmayacağını söyleyerek, ellerindeki bütün esirleri karşılıksız salıvermişti.[4] Bu fedakarlık, Müstalikoğulları'nın gönüllü olarak toptan İslam'a girişini beraberinde getirdi.
Gidiş ve dönüşü ile 28 gün süren Müreysi gazvesi esnasında teyemmümün farz kılınması, münafıkların muhâcirlerle Ensar arasına nifak sokma gayretleri ve yine münâfıkların Hz. Aişe'ye iftira atmaları gibi önemli hâdiseler yaşandı.
Teyemmümün Farz Kılınması
Bu gazve esnasında yolda Hz. Aişe gerdanlığını kaybetmişti. Bütün aramalara rağmen gerdanlık bulunamadı ve bu yüzden ordunun hareketi gecikti. Üstelik beklenilen yerde abdest alınacak su da yoktu. Bu duruma üzülen Hz. Ebubekir, "Ey kızım, katıldığın her gazvede başımıza bir problem çıkarıyorsun." diyerek Hz. Aişe'yi hafifçe azarlamak zorunda kalmıştı. İşte tam bu sıralarda Peygamberimize teyemmüm ayeti nazil oldu. Sevinç içinde kalan Müslümanlar teyemmüm ederek namazlarını kıldılar.[5]
Münâfıkların, Müslümanların Arasına Fitne Sokma Teşebbüsü
Savaş bittikten sonra, biri muhacirlerden diğeri ensardan olan iki Müslüman, Müreysi kuyusundan su çekmek için gelmişler ancak su çekme sırası yüzünden münakaşaya başlamışlardı. Her ikisi de daha önce su doldurmak hususunda ısrar edince münakaşa giderek kavgaya dönüştü. Neticede onlar mensup oldukları grupları yardımlarına çağırdılar. Bu esnada, onların etrafında toplanan Muhacirler ile Ensar arasında kavga başladı ve neredeyse çatışma çıkacaktı. Ancak Peygamberimiz (s.a.v.) yetişerek muhtemel çatışmayı önledi.
Ne var ki, münâfıkların reisi Ubey oğlu Abdullah, bu iki grubu birbirine düşürmek için bu hâdiseden yararlanmak istedi ve yanındaki adamlara şöyle dedi:
Şu muhacirlere bakınız. Bizim yardımımızla geçinirlerken şimdi bizi aşağılamak istiyorlar. Artık onlara hiçbir şey vermeyiniz. Dağılıp gitsinler. Hele Medine'ye varalım, şanı ve şerefi üstün olan taraf elbette zelil ve aşağı olan tarafı oradan çıkarır.[6]
Onu dinleyenlerden Erkam oğlu Zeyd, onun bu sözlerini Hz. Peygamber'e aktarmıştı. Bu sırada Peygamberimizin yanında bulunan Hz. Ömer, ölüm cezasını gerektirecek bir suç işlediğine inandığı Übey oğlu Abdullah adındaki baş münafığı öldürmek için izin istedi. Ancak Rasûlullah, "Bu nasıl olur ey Ömer! O zaman halk 'Muhammed kendi ashabını öldürüyor', diye yaygara koparırlar." diyerek buna izin vermedi.[7]
Üstün bir siyaset sahibi olan Rasûlullah, ashabının bu tatsız olaydan bahsetmesine engel olmak istiyordu. Bu maksatla askerine yola çıkmaya müsait olmayan bir saatte yürüyüş emri verdi ve ertesi gün kuşluk vakti güneş yükselip sıcaklık şiddetlenene kadar hiç mola vermeden yürüttü. Mola verdiğinde yorgun ve bitap düşen askerler, hemen uyuyarak bu hâdiseden bahsetmeye fırsat bulamadılar.[8]
İfk Hâdisesi
Beni Mustalik gazvesi esnasında yaşanan en önemli hadisesidir. Savaş dönüşü yolda ortaya çıkan bu hadise, doğrudan doğruya Peygamberimizin hanımı Hz. Âişe'nin şeref ve namusuna yönelik çirkin bir iftiradır.
Gazveden dönülürken, Medine'ye yakın bir yerde mola verilmişti. Mola esnasında Hz. Âişe geceleyin tuvalet ihtiyacını gidermek için konaklama yerinden oldukça uzak bir yere gitmişti. Konaklama yerine döndüğünde boynundaki gerdanlığın düşmüş olduğunu fark etti. Gerdanlığı aramak için tekrar oraya gitmiş ve onu bulup gelmişti. Ne var ki, geriye geldiğinde ordunun konak yerinden ayrılmış olduğunu gördü. Kendisi bir devenin üstünde tamamen örtülü tahta bir mahfil içinde yolculuk ettiğinden görevliler onun mahfil içerisinde bulunduğunu zannederek deveyi çekip götürmüşlerdi. Kilosu az olduğundan mahfilin içinde olmadığını fark etmemişlerdi.
Hz. Âişe, yokluğunu anladıklarında geriye gelip kendisini alacaklarını düşünerek konaklama yerinde beklemeye başladı. Bu sırada bazı ihtiyaçları sebebiyle geride kalmış Muattal oğlu Safvan yoldan geçerken onu gördü. Yanına yaklaşıp devesine bindirerek Hz. Aişe'yi süratli bir şekilde orduya yetiştirdi.
Bu olay üzerine münafıklar, Hz. Âişe'ye açık bir iftirada bulundular. Birkaç Müslüman da münafıkların sözlerine kanmıştı. Şayia kısa sürede yayıldı. Bu durum Peygamberimizi ve bütün Müslümanları üzdü. Münafıklar bu defa hedef olarak mü'minlerin annesi Hz. Âişe'yi seçmişlerdi.
Bu arada söylenenlerden habersiz olan Hz.Âişe, o günlerde bir hastalığa yakalanmıştı. Bu hastalığı sırasın da Hz. Peygamber'in kendisine karşı olan davranışlarında bir soğukluk hissetti. Bu sebeple babası Hz. Ebu Bekir’in evinde kalmak için izin istedi. Kendisine atılan bu iftiradan ancak 20 gün sonra haberdar oldu. Bu durumdan haberdar edilmemesine kızdı. Büyük bir üzüntü içerisinde yüreği parçalanırcasına ağladı. Bir süre sonra Cenabı Allah, indirdiği ayetlerle Hz. Âişe'nin bu iftiradan tamamen uzak olduğunu bildirdi. Onun temizliğini Yüce Kitabı Kur’an-ı Kerim de belgeledi. Bu iftirayı atanlar ve onlara verilecek ceza yanında benzeri durumlarda mü'minlerin almaları gereken tavrın açıklandığı bu ayetlerde şöyle buyuruluyordu:
"O yalan haberi ortaya atanlar, içinizden bir topluluktur. Siz onu kendiniz için bir şer saymayın. Bilakis o, sizin için hayırdır. Onların her biri işlediği günahın cezasını çekecektir. Onlardan günahın büyüğünü yüklenen için büyük bir azap vardır. Onu işittiğiniz vakit erkek ve kadın mü'minlerin kendi vicdanları önünde iyi bir zanda bulunup da: 'Bu apaçık bir iftiradır.' demeleri gerekmez miydi? Ma dem ki onlar bu şahitleri getirmediler, o halde onlar Allah yanında yalancıların ta kendileridir.
Eğer dünyada ve ahirette Allah'ın lütfu ve rahmeti üstünüze olmasaydı, içine daldığınız bu yaygaradan dolayı mutlaka size büyük bir azap çarpardı.”[9]
[1] İbn Hişam, II, 289; İbnü'k-Esir, II, 192, İbn Sa'd'a göre bu savaş Şaban ayında yapılmıştır (II, 63), Bu rivayeti daha kuvvetli bulan M.Hamidullah, bu savaşın Hendek harbiyle ilgili olduğunu kabul etmiştir (Hz. Peygamberin Savaşları, 127)
[6] İbn Hişam, II,291; Abdullah b. Übey'e hakettiği cevabı doğrudan Allah Teâla, vermiştir: "Onlar, (hemşehrilerine) Allah'ın elçisi ile birlikte olanlara (muhacirlere) hiçbir şey vermeyin ki dağılıp gitsinler derler. Halbuki göklerin ve yerin hazineleri Allah'ındır; ama münafıklar bu gerçeği kavrayamazlar. Ve onlar, şehire (Medine'ye) döndüğünde şan şeref sahibi olanlar, zavallı biçareleri oradan sürüp atacaktır' derler. Ama asıl şeref, Allah'a O'nun peygamberine ve inananlara aittir; ancak münafıklar bunun farkında değiller." (Münafikun suresi, 63/7-8).
Add new comment