Peygamberimizin Hastalanması ve Vefatı

 Rasul-i Ekrem Efendimiz, hicretin on birinci yılı Safer ayının sonlarına doğru Mûte savaşının cereyan ettiği bölgeye göndermek üzere bir ordu hazırlamış; ordunun başına komutan olarak Mûte şehidi Zeyd in oğlu Üsâme'yi geçirmişti. Ancak ordusunun hareketinden önce hastalanınca ordunun hareketi geciktirildi.

Peygamberimiz, vefatına sebep olan bu son hastalığa, Safer ayının son günlerinde yakalanmıştı. Zevcelerinden Hz. Meymune'nin evinde tutulduğu hastalığının ilk günlerini, sıhhatli günlerinde yaptığı gibi, sırayla eşlerinin odalarında kalarak geçirdi. Ancak hastalığı gittikçe şiddetleniyordu. On üç gün sürecek hastalığının beşinci gününden itibaren, diğer hanımlarından izin isteyerek Hz. Aişe'nin odasında kalmaya başladı. Son günlerini, içinde defnedileceği bu odada geçirdi. Ateşi gittikçe artıyordu. Önceleri hasta halinde mescide çıkıp namazları kıldırırken, son üç gününde mescide de çıkamadı. Mescide son çıkışlarında ashâbına önemli konuşmalar yapmıştı. Camiye çıkamadığı bu üç gün içinde yerine vekil olarak Hz. Ebu Bekir'i imam tayin etti. Bu üç gün zarfında ancak bir vakit namaza çıktı ve ashâbına son defa namaz kıldırdı. Bu namazdan sonra yaptığı son konuşmasında su tavsiyelerde bulundu. 

"Ey insanlar! Size Ensar hakkında hayırlı olmanızı onlara karşı iyi davranmanızı tavsiye ederim. Onlar beni has cemaatim ve sırdaşlarımdır. Onlar sizi vaktiyle evlerinde misafir etmediler mi? Her hususta sizi nefislerine bile tercih etmediler mi? Ey insanlar! Bugün halk, Medine'de günden güne çoğalmakta, hâlbuki Ensar yemek içindeki tuz kadar azalmaktadır. Sizden biriniz iş başına geçer de iyilik veya kötülük edebilecek nüfuza sahip olursa, Ensar'ın iyiliklerinin karşılığını versin, kusurlularının da günahlarını bağışlasın.

Ashabım! İlk muhacirlere de hürmet etmenizi vasiyet ederim. Bütün muhacirler de birbirlerine karşı iyi davransınlar. Her iş Allah'ın izin ve iradesiyle cereyan eder. Allah’ın iznine, iradesine karşı gelmeye çalışanlar en sonunda muhakkak yenik düşerler. Allah'ı aldatmak isteyenler de muhakkak aldanırlar. Ey insanlar! Peygamberinizin irtihalini düşünerek telaşa kapıldığınızı işittim. Hangi peygamber gönderildiği ümmeti arasında ebedi kalmıştır ki ben de sizin aranızda sonsuza kadar kalayım? Biliniz ki, ben de Rabbime kavuşacağım ve buna hepinizden daha müstahakım. Yine biliniz ki siz de bana kavuşacaksınız. Buluşacağımız yer de Kevser havuzunun kenarıdır. Orada benimle buluşmak isteyenler, ellerini ve dillerini günahlardan çeksinler.

Ey nas! Zeyd oğlu Üsâme’nin komutanlığına itiraz ettiğinizi de işittim. Bundan önce babası Zeyd'in kumandanlığına da karşı çıkmıştınız. Allah'a yemin ederim ki, Zeyd bu göreve nasıl layık idiyse ve Zeyd bana nasıl sevimli kimselerden ise işte oğlu Üsâme de babasından sonra bana en sevimli kimselerden biridir.

Allah Teâlâ, bir kulunu dünya hayat ve nimeti ile kendi nezdindeki ahiret hayat ve saadeti arasında muhayyer bıraktı. O kul da Allah nezdindekini seçti.(Bu sırada Ebû Bekir ağlamaya başlamıştı. Rasûlullah ona hitap ederek konuşmasını devam ettirdi.) Ey Ebû Bekir ağlama! Gerek arkadaşlık gerek mal fedakârlığı itibariyle bana en çok yardımcı olan Ebû Bekir’dir. Ümmetimden birini kendime halil edinseydim hiç şüphesiz Ebû Bekir’i seçerdim. Ancak din kardeşliği, şahsi kardeşlikten efdâldir. Mescidde Ebû Bekir'in kapısından başka kapatılmadık hiçbir kapı kalmasın."[1]

Rasûlullah'ın hastalığı, 13 Rebiülevvel Pazartesi günü biraz hafiflemiştir. Hz. Âişe'nin odasından, sabah namazını kılmakta olan ashâbına baktı. Durumu fark eden sahâbiler, onun iyileşme göstermesine sevinmişti. Ancak Peygamberimiz, odasına dönüp tekrar yattı. Ateşi oldukça yüksekti, ellerini yanındaki su kabına batıyor ve devamlı Kelime-i tevhid getiriyordu. Aynı gün Refik-i A'la'ya/ en yüce dosta diyerek ruhunu teslim etti. Ebedi âleme göçtüğü sırada 63 yaşında bulunuyordu.

Rasûlullah'ın vefat haberi kısa sürede yayıldı. Bu haber, Müslümanları son derece etkilemiş ve onları büyük bir mateme boğmuştu. Öyle bir şaşkınlığa düşmüşlerdi ki, peygamberlerin de diğer insanlar gibi öleceği gerçeğini sanki unutmuşlardı. Hâlbuki daha bir iki gün önce Rasûlullah, son konuşmasında bu gerçeği kendilerine tekrar hatırlatmıştı. Ne var ki, metanetiyle bilinen Hz. Ömer bile onun ölmediğini söylüyor, bu haberin doğruluğuna inananları ölümle tehdit ediyordu.

Onları bu şaşkınlıktan kurtaran Peygamberimizin en yakın dostu Hz. Ebû Bekir oldu. Acı haberi Sunh mevkiindeki evinde alan Hz. Ebû Bekir, doğruca Mescid-i Nebevi'ye geldi. Telaş içindeki kalabalığa bakmaksızın Peygamberimizin bulunduğu odaya girdi. Yüzünü açıp gözyaşları içinde, "Babam ve anam, yolunda feda olsun ya Rasûlullah! Sağlında güzeldin; ölümünde de ayrı şekil de güzelsin.” dedi. Sonra eğilip yüzünü öperek üzerini örttü. Bilahare dışarı çıktı. Ne yapacakların şaşırmış bir halde bekleyen Müslümanlara, akıllarını başlarına getirecek verici bir konuşma yaptı. Konuşmasının sonuna doğru:

İçinizde Muhammed'e tapanlar varsa, iyi bilsinler ki, Muhammed artık ölmüştür. Allah'a tapanlara gelince, bilsinler ki, Allah badidir, asla ölmez." dedi. Arkasından şu ayeti okudu:

"Muhammed sadece bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Eğer o ölür veya öldürülürse geriye mi döneceksiniz? Her kim ökçeleri üzerinde geriye dönerse Allah'a hiçbir zarar veremez. Allah, şükredenleri mükafatlandıracaktır."[2]

Hz. Ebû Bekir'in bu konuşması, ashâbın panik ve şaşkınlığını gidermiş, onları yatıştırmıştı. Rasûlullah'ın öldüğü gerçeğini acı da olsa kabullenmişlerdi. Pazartesi günü öğleden sonra vuku bulan vefatının ardından, cenazesi ancak Salı günü hazırlanabildi. O'nu Hz. Ali yıkamış, Hz. Abbas ve oğulları ile Üsâme ve Şükran da yardımcı olmuşlardı. Kefenlendikten sonra cenaze sedirin üzerine konuldu. Onun cenaze namazı, vefat etmiş olduğu odada, önce erkekler, arkasından kadınlar, daha sonra da çocuklar olmak üzere küçük gruplar halinde imamsız olarak kılındı.[3]

Rasûlullah'ın nereye defnedileceği hususunda çeşitli fikirler vardı. Bu esnada Hz. Ebû Bekir, peygamberlerin öldükleri yerlere gömüleceklerine işaret eden hadisi hatırlattı. Bunun üzerine, Hz. Âişe'nin odasına kazılan kabre, Salı’yı Çarşamba’ya bağlayan gece defnolundu.

 



[1] Bu konuşmalar için bkz. Tecrîd-i Sarîh Tercemesi ve Şerhi, XI, 15-17.

[2] Âl-İmran sûresi, 3/144.

[3] İbn Hişam, II, 663.

Yeni yorum ekle

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.