Toplantıya katılanlar huzursuzdu. Aynı konuları konuşmaktan sıkılmışlardı. Bir türlü çözüm bulamıyor her geçen gün fire veriyorlardı. Gençleri, köleleri, kızları, kadınları bir bir ellerinden kayıp gidiyordu. Hele şu son hadise hiç de iyi olmamıştı.
1-İlk zamanlarda gelmiş geçmiş gençlerin maceralarının ne olduğunu ona sorunuz. Çünkü onların çok şaşılacak hadiseleri vardır.
2-Yeryüzünü, doğularına ve batılarına varıncaya kadar gezip dolaşan adamın haberinin ne olduğunu sorunuz.
3-Bir de kendisine ruhtan, nedir o, diye sorunuz bakalım.
Bu, asırlara yenilmeyen ve kıyamete kadar devam edecek bir hikâye.
Yâsir Ailesi, adları çocuklara isim olmuş, direnişleri çağlara damgasını vurmuş bir aile. Köle bir kadın, himaye ile Mekke’ye yerleşmiş bir eş ve yüreği özgür bir oğul.
“Kâf” diye bir ses yankılanıyordu Mekke sokaklarında. “Ve’l-Kur’ani’l-Mecîd”[1]
“Sâd” diye sesleniliyordu bir başka sefer… Ayetler, sureler peşi sıra nazil oluyor, pamuk tıkanan kulaklara dahi vahiy ulaşıyordu. “Ve’d-Duha, Tâ-hâ, Yâ-sin, Hâ-mîm…” Ne demekti tüm bunlar?..
Hz. Âdem’den başlayıp kendisine kadar devam eden zincirin son halkasıydı O (s.a.s). Diğer peygamberlere görünen Namus-u Ekber O’na da görünmüş ve risâlet tacı O’na da giydirilmişti. O, artık üzerine salât selam edilen Rasûlullah’tı.
Vahiy gelmiş ve Hz. Peygamber, örtüsüne bürünmüştü. Olayın dehşetinden biraz sıyrıldığında yanında Hz. Hatice’yi buldu. Hz. Hatice merakla anlatacaklarını bekliyordu. İman etmek için adeta sabırsızlanıyordu.