Ramazan ayının muhtemelen yirmi yedisi, pazartesi gecesiydi. Muhammed aleyhisselam Hira Mağarası’nda tefekkür ederken yeryüzünün en büyük hadisesi gerçekleşti.
Her Müslüman’ın kendi çağının bağlarından kurtulmak, batıl sosyolojilerin etkisinden arınmak ve düşünmenin erdemini keşfetmek için kendisine bir ıssızlık bulması, kendi Hirası’nı inşa etmesi şarttır. “O halde Allah'a kaçın!” emr-i kudsîsi bizi bu kaçış için örgütlemektedir.
Yüce Rabbimiz “Oku!” emriyle Efendimizi uyardı. Bir müddet sonra ise uyarması için “Kalk ve korkut!” emrini gönderdi. Vahyin muhatabı olanlar okuyacak ve daha sonrasında kalkıp uyaracak. İnsanları hak ve hakikate çağıracak, insanların yaratılış amacına uygun bir hayat sürmesini hem kendi şahsında ...
Hira, başın semada. Bağrında biri var, kuytu köşede inzivâda. Gözlerden inen yaş, yere düşmüyor, arşı âlâ’da.
Yer gök birleşti. Göz gözü görmez oldu. Cibril-i Emîn, iki yay arası hatta daha yakın oldu.
Mekke halkı sessiz… Zulmün karşısında putlar kadar dilsiz. Şefkat ve merhametten yoksun kalpler kara. Gökyüzü en az Ebu Cehil kadar vefasız, tek bir damla indirmiyor. Toprak rahmet yağmurlarına muhtaç bekliyor.
Uzaktan bakıldığında heybetli görünüşü ile ürperten dağ, yanına yaklaştıkça sizi içine çekmeye başlar. Etekleri bugün bir yerleşim merkezi hâlini almış olan dağa çıkmaya başladığınızda görürsünüz ki susuzluktan tek bir yeşil bitki yetişmemiş, bitki örtüsü yer yer dikenli çalılardan ibaret kalmıştır.