Onlar Bilmiyorlar

 

    Mekke halkı sessiz… Zulmün karşısında putlar kadar dilsiz. Şefkat ve merhametten yoksun kalpler kara. Gökyüzü en az Ebu Cehil kadar vefasız, tek bir damla indirmiyor. Toprak rahmet yağmurlarına muhtaç bekliyor. Ey diri diri toprağa gömülen kız! Sabret, gözyaşlarından rahmet doğuyor. Sevgililer sevgilisi dünyaya teşrif ediyor.

    Ey Mekke! Karanlıklardan aydınlığa çıkma vakti şimdi. Kapkara zulüm bulutlarının yerine geliyor şefkat güneşi. Tane tane yağan rahmet yağmurlarında yıkanıyor kirli eller. Allah’ın Rauf ve Rahim olarak nitelendirdiği Peygamber(sas). Sen ki, alemlerin senin hürmetine yaratıldığı kişisin.    

    Hira mağarası! Ne mutlu sana. Bağrındaki Rasul bir köşede inzivada tefekküre dalmışken bir ses yükseliyor. Oku ile başlayan emirde kemikler birbirine geçirilmişçesine sıkılıyor. Kainatın sultanı vahiyle muhatap oluyor.

    Ey Efendim! Hira’da gördüklerin ve duydukların karşısında dehşete düşmüşken eşin Hz. Hatice’nin yanında teselli bulmuştun. Varaka b. Nevfel müjdelemişti sana âlemlere rahmet olarak gönderildiğini. Bundan sonra İslam’ı tebliğ vazifendi.                       

     İman etmek, görmediğin ve bilmediğin tek olan Allah’a…  Ama  nasıl? Kabe’de her gün defalarca putlar görülebiliyordu. Şayet görülseydi  Yaratan yaratılmaktan maksat ne olurdu? Bu yüzden hiç düşünmeden iman etti vefakâr eş Hz. Hatice, sadık dost Hz. Ebu Bekir, çocuklardan Hz Ali, meleklerin bile haya ettiği edep abidesi Hz. Osman, köle olup sonradan azat edilen, İslam’ın sesi olan Bilal. Kalplerinin hissettiklerini dilleri söylüyordu ve onlar küfre meydan okuyor “La İlahe İllallah Muhammedurrasulullah” diyorlardı.

    Safa tepesi! Sen de şahitsin ki “el-Emin “olana inanmıyor müşrikler. Ey yerde duran taş! Saklan. Ebu Cehil elini uzatıyor baksana seni kaldırıp atacak Rasulullah’a. Sadece gözler değil taşlar da  ağlarmış. Allah Rasulü’nün yüreğini inciten sen değilsin  ey taş, ağlama!

    Peygamberimiz’i (sas)  asıl üzen O’na inanmayan  müşriklerdi. İman eden zaten kurtulmuştu. İnanmayanı cehennem çukurundan kurtarmak istiyordu. Çünkü, O âlemlere rahmet olarak gönderilen, ümmetine çok düşkün bir peygamberdi. Utbe b. Rabia, Şeybe b. Rabia, Ebu Cehil ve birkaç müşriğin bir arada bulunduğu yere peygamberimiz çağrılarak onunla kunuşuldu. Allah  Rasulü kavminden olan bu kişilerin kendisine muhalefet ettiklerini ve nasihatlarını dinlemediklerini görünce çok üzüldü. Yüreği burkulan Efendimiz’i  Yaradan’ın sözleri teselli ediyordu. “Bu söze (Kur’an’a) inanmıyorlar diye neredeyse kendini telef edip bitireceksin.”(1) “Ey insanlar, size kendi içinizden öyle bir peygamber geldi ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona pek ağır gelir, o size çok düşkün, mü’minlere çok şefkatli, çok merhametlidir.”(2)

    Peygamberimiz ümmetine olan düşkünlüğünü tarif ederken şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz ben  size bir babanın evlatlarına olan durumu gibiyim.”(3)  Allah Rasulü ümmetine karşı, yavrusunu şefkatle kucaklayan, onların gözyaşlarını silen, gerektiği yerde ellerinde tutup yürümeyi öğreten, sevinirken mutluluğuna, üzülürken de üzüntüsüne ortak olan bir baba gibidir.

    Ebu Talip ve vefakar eş Hz. Hatice’nin vefatından sonra Mekke’de bunalan Allah Rasulü yanına Zeyd b. Harise’yi de alarak Taif’e gidiyordu. İstediği Taifliler’in  gönüllerindeki putları kırıp tek olan Allah’a iman etmeleriydi.  Ama Taif halkı Rasulullah’a iman etmek şöyle dursun, onunla alay etmiş,  Allah Rasulü’nü Taif’te istememişlerdi.

    Ey Taif halkı, utanın! Bağ ve bahçelerin arasında gözleri kör olan Lat ve Uzza’ya tapmakta Mekkeli müşriklerle yarışan, Taif halkının toprak kadar kara yürekleri iman nurundan mahrumdu. Kalplerini kapılarını aralayamadıkları için Rasulullah’ı anlayamadılar. İman güneşini reddedenler karanlıkta boğulmaya mahkumdular.

   Gökyüzünün rengi bir başka bu günlerde. Cebrail’in  sesi yankılanıyor boşlukta. “Şüphesiz Allah, kavminin sana söylediklerini işitti. Sana şu dağlar meleğini gönderdi. Kavmin hakkında dilediğini yapmak üzere ona emredebilirsin.” Eğer izin verseydi Rasulullah, Ebu Kubeys dağını müşriklerin başına yıkabilirdi. Ama O, merhametlilerin en merhametlisi, ümmetine çok düşkün bir nebiydi. Efendimiz’in  ağzından teker teker dökülüyordu şefkat kelimeleri: “Allah’ım, Sana inanamayan bu toplumun soyundan Allah’a ortak koşmaksızın ibadet edecek nesiller nasip et.”

   Ey Efendim! Geçmişi buğulanmış camlar arasında seyrederken, senin varlığınla yanıyor kandiller. Kurak olup verimsiz bir çöle dönüşünce yer, senin gelişinle bereketleniyor kum taneleri. Dünyalık sevgilerimizle, putlaştırdığımız düşüncelerimizle dolu olan kalplerimiz seninle buluyor imanın rahmetini. Düşenin elinden tutulmaz iken seninle şefkati öğreniyor inananlar. Ey Efendim! Sen müminlere şefkat etmeseydin, şefkatli olmayı nasıl öğrenirdik.

    Allah’ım, bizlerin kalbini iman üzere sabit kıl. Ve bizi sevdiğin kullarından eyle.

Dipnot  

1-Kehf 18/6; Şuara 26/3

2-Tevbe 128/129

3-Ebu Davud Teharet           

Yazar: 
Etiket: 

Yeni yorum ekle

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.