Siyer Yazıları 11: Habeşistan

Kuşların kanat sesleri...

Yağmur tâneleri gibi ahenkli. Şakırtısı dört bir yanı tutuyor. Hepsi aynı görevde, ayrı hedeflere kanat çırpıyor. Bir zafer şarkısı besteleniyor. Mekke’den yayılan bu sesi, aramızdaki mesafeye rağmen çok net duyuyorum.

Ebrehe öyle bir hata yapıyor ki kilometreleri değil yüzyılları aşan bir kayıt düşüyor. Kuşların kanatları ve gagalarıyla kayda geçen bu hata, Fil sûresi ile târihte yerini alıyor. Kâbe’yi yıkma cüretinde bulunan orduyu, ebabil kuşları yenilip çiğnenmiş ekine çeviriyor. Olayın yankısı, Ebrehe’nin doğduğu topraklar olarak en çok benim semâlarımda duyuluyor. 

Muhammed’in sesi...

Ebrehe’nin develerine el koyduğu Abdulmuttâlib’in torunu Muhammed’in sesi. Konuşan O, ama konuştukları başkasına âit sanki. Başka bir iklimin sözlerini söylüyor. Pürüzsüz ve tereddütsüz. O ses, yerde ve gökte ulaşmadık yer bırakmıyor. Safa Tepesi’nden yankılanıyor önce, “Şu tepenin ardından size saldırmaya hazır bir ordu geliyor desem bana inanır mısınız? O hâlde son peygamber olduğuma da inanın.”

Ebû Tâlib’in evinden taşıyor daha sonra, “Güneşi sağ elime, ayı da sol elime koysanız ben yine de dâvâmdan vazgeçmem.”

Ve bir gün beni târif ediyor inananlara, “Orada çok âdil bir hükümdar vardır. Size kötülük etmez. Oraya gidiniz.” Bir toprak parçasının sâhip olabileceği en şerefli şey, O’nun tarafından işâret edilmektir. Bu şerefle birlikte inananlara yardım ve İslâm’a hizmet etmek de bana nasip oluyor.

Cafer’in sesi...

Cennette kendisine kanatlar ihsan edilen Mute şehidinin, güçlü rüzgârları andıran sesi... Nasıl da korkusuz ve kendinden emin. Hz. Muhammed’den aldığı sesle hakkın sözcülüğünü yapmanın gururunu taşıyor.

Kendisiyle birlikte gelen yüz kişinin ve önceki yıl gelen on beş mümin kardeşinin Mekke’yi terk etme sebebinden bahsediyor. Tek olan Allah’a îman ettiklerini söylüyor. Daha önce her türlü çirkin davranışın mubah sayıldığı; hırsızlığın, zinanın, güçsüzü ezmenin ve putlara tapmanın yaygın olduğu câhiliye hastalıklarından kurtulduklarını ama müşriklerden aman bulamadıklarını, bu yüzden de bana hicret ettiklerini anlatıyor. Müşriklerin elçisi Amr b. As türlü hediyeler sunup, müminleri Mekke’ye götürmek istediklerini söylese de Ashame hakkın sözcüsüne kulak veriyor.

Cafer’in ağzından çıkan o sözlerin ve Meryem sûresinin ilk âyetlerinin tesiri ile eli boş gönderiyor Mekkeli müşrikleri. İslâm’a dâvet mektubunu aldığında da îman ediyor topraklarımın necaşisi Ashame. Ve vefat ettiğinde “Kalkın! Kardeşimiz Ashame âhirete göçmüştür,” diyerek onun cenaze namazını kıldırıyor Allah Resûlü.

Bilal’in sesi...

O siyahî kölenin kalpleri dirilten, zihni durultan, ruhu özgürleştiren haykırışı...

Allahu ekber! Allahu ekber!

Eşhedü en la ilahe illallah!

Eşhedü enne Muhammeden Resûlullah!

Kıtaları aşan ve çağlar geçen bu çağrı, elbette benim göklerimde de yankılanıyor! Gurur duyuyorum Bilal’imle, hakka dâvet eden sesiyle ve gözü kara îmânıyla. “Köleler diyarı” anlamına gelen ismim yeni bir mânâya erişiyor artık. Hakk’a îman eden taşım, toprağım en büyük özgürlüğü tadıyor. Belki de bu yüzden Afrika Kıtası’nda sömürülemeyen tek ülke oluyorum. Beni işgal edemiyorlar.

Sonra zaman değişiyor, sesler değişiyor ve ben de bu değişimden nasîbimi alıyorum. İsmim Etiyopya şimdi. Yanık yüzlü insanların diyarıyım. Bugün de Ebreheler, Cafer’in sesini bastırmaya çabalıyor. Kıtlık ile de imtihan oluyorum. Zaman zaman unutuluyor, belki de çok önemsenmiyorum, ama ne gam!

Günde beş vakit ezan okuyan her seste Bilal, mazluma açılan her kucakta Necaşi yaşıyor. Toprağımın bağrında o güzel Nebi’nin “Oraya gidiniz,” cümlesiyle ektiği tohum her dem yeniden yeşeriyor.

İşte bunlar, yanık yüzümü ne kadar ağartıyor!

Add new comment

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.