“...orta namaza devam edin.” (Bakara 2/238)
Yaygın kanaat, ‘orta namaz’ın ikindi namazı olduğudur. Bir de şöyle bir yorum vardır:o da orta namaz “gençlik namazı”dır.
Evet, ömrü çocukluk, gençlik ve ihtiyarlık diye üçe ayıracak olursak, orta namaz gençlik yıllarına tekabül etmektedir. En dinç, en kaliteli, en verimli olunan yıllara… Orucu da bu yönüyle “tutacak” olursak; bir Ramazan, üç evre demektir.
Çocuklukta Ramazan, “tekne orucu”dur. O yıllarda bana göre, güllaç ve hurma yemek için gelirdi Ramazan. Henüz sorumlu olmadığımız söylense de, mahallede “Anneee! Su gönder” diye bağıran arkadaşlara “Ben oruçluyum.” demek için, sofrada babam gibi hurmayı eline alıp ezanı beklemek için, dedemin “Aferin benim has kızıma!” diyerek misk kokan sakalını yüzüme sürmesi için oruç tutmak isterdim. Yarım gün oruçlu olmanın adı tekne orucuydu. Unutarak yemişsek, meleklerin ikramıydı. Annem görmeden baklavanın şerbetini şöyle parmağınla bir tatmak, karnını doyurmadığı için orucunu bozmuyordu.
Teravih namazı, sabahtan tüm arkadaşlarla mahallede sözleşip akşam anne-babamızın peşine takılarak gittiğimiz eğlencemizdi. Annelerin iç tülbent olarak kullandığı en küçük başörtüler, namaz eteği niyetine dikilip beli lastikle belimize göre daraltılmış etekler… “Sessiz olun!” tembihleriyle kıkırdayarak namaza durma, itiş kakış rükûa eğilme, secdeden kalkarken öndeki teyzenin eteğinin başımıza geçmesi... En sonunda “Allahümmesallialâ..” ya eşlik edip, eve dönme..
En zevkli kısım; gecenin en tatlı aralığında mutfakta yeni demlenmiş çay kokusu, yatak odasında babamın Kuran okuyuşu... Bu koku ve bu ses… O zaman “gece yemeği” diyordum adına, şimdi “huzur” diyorum. Allah bizi ne kadar seviyordu. Gündüz yemek yasak olduğu için gece yememizi istiyordu.
“Kızım senin kalkmana gerek yok. Yat uyu.”
“Dokunmayın kalksın, berekettir. Aferin benim has kızıma!”
Uyur uyanık yenen bir-iki lokma, radyodan gelen ilahi sesi, apar topar dişlerin fırçalanıp ezanın beklenmesi… Kimse dakika şaşmıyordu. Ne kadar korkuyorlardı? Hayır hayır, seviyorlardı. Sevdikleri için korkuyorlardı. Öğretmenimi sevdiğim için ödevimi yapmamaktan korkuyordum ya, onun gibi. Ama o yapmadığımı görüp ceza veriyordu. Çünkü her sabah kontrol ediyordu. O’ysa? Elbette Allah da her şeyi görüyordu. Ne demişti dedem: “Allah, nerde anılırsa ordadır kızım.” İşte her akşam bizim soframızdaydı, şimdi de sahur yemeğimizde…
***
Gençlikte Ramazan, direnmektir. Gözün bakılmaması gerekene, kulağın duymaması, dilin söylememesi, ayağın gitmemesi, gönlün hissetmemesi gerekene direnmesidir. Siz buna “uzak durmak” ya da “sabretmek” diyebilirsiniz. Ben, ‘direnmek’ diyorum cümle harama karşı.
Gençlik orucu; bir üniversite öğrencisinin, bir okulda öğretmenin, bir evde annenin, bir fabrikada babanın, bir sokakta esnafın, hâsılı hayat koşturmacasındaki başrol oyuncularının orucudur. Ders çalışır, sınava girer, ev geçindirir, iş yapar... Yorulur, susar, acıkır ama oruçludur, direnir. Gözünü çevirdiği her yer “Bakma!” emri dâhilindedir. Diline gelenler “Söyleme!” emri dâhilindedir. “Ateş seni çağırıyor” diye cazgırlık yapan reklamlar “Gitme!” emri dâhilindedir. Direnir... Nefsine karşı verdiği müthiş bir savaş ve kazandığı bir zafer vardır. Sofradaki ekmek ve su şahit olur, Bilal ezan okuyana kadar kendilerine el sürülmediğine…Bedenler şahit olur, dönüp bakılmadıklarına. Alt komşu şahit olur, onca gürültüsüne rağmen kalbinin kırılmadığına. Ölü kardeşinin eti şahit olur,yenmediğine.
Ve Kur’an şahit olur, okunduğuna. Cami şahit olur, ziyaret edildiğine. Uyku şahit olur, terk edildiğine. Mahyalar şahit olur; bakılıp şükredildiğine. Seccade şahit olur,teheccütte uzun secdelere…
“Büyük cihat”tır gençlik orucu. Ve ömrün bu demindeki bayram da, hakiki bayramdır.
***
İhtiyarlıkta Ramazan, avuntudur. “Bu senede erdik Ramazan’a çok şükür.” derken, bir sonrakini göremeyeceği ihtimalini daha sık hatırlamaktır. Emekli olmuş, çalışmaktan ve yorulmaktan muaf tutulmuş bedeniyle, ibadetten muaf tutulmadığı için sevinirken; “Annebaba, fidyesini veririz. Sakın ha oruç tutmayın!” nasihatlerini duyup, canının sıkılmasıdır. Yarı görüp yarı görmeyerek Kur’an okumak, hocanın hızlı oluşuna kızarak teravih namazı kılmak, hastalık engeliyle tutamadığı oruçlara yanmaktır.
Velhâsıl bir ömür, üç Ramazandır…
SİYER-İ NEBİ DERGİSİ, 28. SAYI / TEMMUZ - AĞUSTOS 2014
Yorumlar
Çok güzel yazı. Sade ve
mümtaziye tarafından Pt, 06/06/2016 - 00:07 tarihinde gönderildiYeni yorum ekle