Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellemin Mekke’ye Peygamber olarak gönderilmesi Mekke’nin eski sakinleri olan Kureyşlilerin düşmanlığına neden olmuştu. Asırlardır sürdürdükleri putperest ve zalim düzenin sarsılmasını istemiyorlardı. Güçlünün zayıfı ezdiği düzen onlar için hak düzendi. Mekke’de bilinen işkence ve baskılarının sonucunda bir avuç Müslüman Medine’ye hicret ettiler. Hicret ederken de sadece üzerlerindeki elbiseleri ile gittiler. Bütün malları ve evleri Mekke’de kaldı. Kureyşliler muhacirlerden kalan ne varsa onu aralarında pay ettiler.
Kureyş o dönemde Medine yolunu kullanarak yılda bir defa Suriye’ye kervan gönderir ve Mekke’deki hayatî ihtiyaçlarını temin ederdi. Hicretin ikinci yılında Kureyşliler Ebû Süfyân’ın başkanlığında bir kervanı Suriye’ye gönderdiler. Efendimiz aleyhisselâm durumdan haberdar oldu. Medine yakınlarından geçip Mekke’ye gidecek olan kervanı basıp, Mekke’den hicret eden muhacirlerin Mekke’de kalan mallarına karşılık kervandaki mallara el koymayı istedi.
Üç yüz beş kişilik bir sahabe grubu ile kervanı ele geçirmek üzere yola çıktılar. Çoğunluğu Ensâr’dan oluşuyordu. Ciddi bir savaşa çıkmak gibi bir niyetleri yoktu. Yeterli binek hayvanları bile yoktu. Sadece yetmiş deve ve iki atları vardı. Üç kişi bir deveyi nöbetleşe kullanıyordu. Peygamber Efendimiz de herkes gibi deveye nöbetleşe biniyordu. Diğer iki nöbet arkadaşı Ebû Lübâbe ve Ali bin Ebî Tâlib radıyallâhu anhumâ, kendilerine düşen payı kullanmasını rica ettiklerinde kabul etmemiş ve şöyle buyurmuştu: “Ne siz benden kuvvetlisiniz, ne de ben sevaba sizden daha az muhtacım.”
Ebû Süfyân, Peygamber Efendimiz salallâhu aleyhi ve sellem’in kervanı basmak için çıktığını duyunca Mekke’ye haber salıp yardım istedi. Kureyşliler kervanlarını kurtarmak üzere yola çıktılar. Peygamber aleyhisselâm onların geldiğini öğrendi. Bunun üzerine durum değişti. Hazırlıksız bir savaşa girmek veya geri dönmek gibi bir durum çıktı ortaya.
Ya Ensâr Geri Çekilirse?
Ensâr, Akabe’de biat ederken Medine’de vuku bulacak bir saldırıda Peygamber aleyhisselâmı savunmayı vaat etmişlerdi. Şimdi ise Medine’den yüz elli km. uzakta idiler. Bu nedenle Peygamber aleyhisselâm Ensâr’ı kastederek: “İnsanlar, bana görüşünüzü belirtiniz.” dedi. Ensâr net bir tavır koydu. Ne emrederse itaat edeceklerini söylediler. Sevgili Efendimizin yüzü güldü. Yola devam edilmesini emretti.
Rasulûllah sallallâhu aleyhi ve sellem, ashâbı ile beraber Bedir’e geldiler. Ebû Süfyân ise kervanı başka bir yoldan dolaştırıp Mekke yoluna soktu. Müşrikler de bin kişiye yakın bir grupla Ebû Cehil komutasında Bedir’e geldiler. Yedi yüz develeri ve yüz atları vardı. Bedir’deki su kuyuları arkalarında kalacak şekilde yer aldılar. Orada gecelediler.
Son Hak Dinin İlk Meydan Savaşı
Mü’minler ummadıkları bir savaşla karşılaştılar. Kervanı beklerken karşılarında bin kişilik bir ordu buldular. Ama geri çekilen olmadı. Allah’ın Nebisi hangi yola girdi ise o yolu tuttular. Hicretin ikinci yılında Ramazan ayının 17. günü oruçlu olarak geldikleri Bedir kasabasında İslam’ın ilk mücahitleri olarak meydana çıktılar.
Sabah namazından ikindi namazına kadar süren bir savaş oldu. Önce karşılıklı mübareze yapıldı. Çetin bir savaşın ardından yetmiş müşrik öldürüldü. Yetmiş ikisi de esir alındı. Ebû Cehil başta olmak üzere şirkin azılıları öldürüldü. İslam ilk zaferini kazandı.
Kur’ân-ı Kerim’de Âl-i İmrân sûresi 123–125. ayetleri ile Enfâl sûresi 9–12. ayetlerinden açıkça anlaşılacağı gibi melekler bu ilk savaşta azınlık olarak savaşa giren mü’minlere destek olmak için yeryüzüne inip mü’minlerle beraber savaştılar.
Peygamberi Sevindiren Sözler
Peygamber aleyhisselâmın Ensâr’ın savaşa katılıp katılmaması hakkındaki tereddüdü Sa’d bin Muâz’ın dikkatini çekmiş ve şöyle demişti:
“Ya Rasûlallah! Herhalde bizi kastediyorsun? Biz sana iman edip seni tasdik ettik. Getirdiğinin hak olduğuna şehadet edip bu şartla itaat etmek, dinlemek üzere sana söz verdik. İstediğin yere git. Biz seninle beraberiz. Seni hak üzere gönderene yemin olsun ki, bizi denize sürüp arkandan girmemizi emredersen gireriz. Bizden kimse geri kalmaz.”
Ali radıyallâhu anh diyor ki:
“Bedir gecesi hepimiz uyuyorduk. Sadece Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem bir ağacın önünde namaz kılıp dua ediyordu. Öylece sabahladı. Gece biraz yağmur yağdı. Hemen ağaçlar ve deri kalkanlarımızın altına girdik. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem de duasına devam ediyor ve şöyle diyordu: ‘Allahım! Şu azınlığı helak edersen artık yeryüzünde Sana ibadet edilmez.’ Namaz vakti olunca da ‘Namaz, ey Allah’ın kulları!’ diye seslendi. İnsanlar toplanınca da namaz kıldırdı. Savaş hakkında konuşma yaptı.”
Peygamber aleyhisselâm bir ara, “Genişliği göklerle yer arası kadar olan cennete koşun!” dedi. Umeyr bin Humâm el-Ensârî, “Göklerle yer arası genişliğinde cennet mi?” diyerek hayretini dile getirdi. Peygamber aleyhisselâm “Evet!” deyince: “Çok güzel, çok güzel!” diyerek mırıldandı. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem, “Neden böyle dedin”, deyince: “Sadece ona sahip olmak istedim” dedi. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “Sen, onun ehlindensin” buyurdu. Umeyr torbasından çıkardığı hurmaları yemeye başladı. Sonra da dedi ki: “Şu hurmaları yiyecek kadar yaşamak bile pek uzun.” Hurmaları atıp meydana koştu. Şehit oluncaya kadar savaştı.
Hârise bin Surâka Bedir’de şehit edilmişti. Annesi, Peygamber aleyhisselâm efendimize geldi ve dedi ki:
“Ya Rasûlallah! Hârise’ye düşkünlüğümü biliyorsun. Eğer cennette ise sabredip Allah’tan sevap umayım. Değilse ne yapmamı uygun görürsün?” Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem buyurdular ki:
“Yazık sana. O, tek bir cennet midir? Bilakis o, cennetlerdir. Hârise, Firdevs cennetindedir.”
Abdurrahman bin Avf radıyallâhu anh diyor ki: Bedir günü savaş saflarında dolaşıyordum. Çocuk yaşta iki gencin etrafımda dolaştıklarını gördüm. Onlar adına endişelendim. Birisi öbürünün duymamasını ister bir şekilde bana yaklaşıp: “Amca, bana Ebû Cehil’i gösterebilir misin?” dedi. “Yavrum, onu ne yapacaksın” dedim. Dedi ki: “Allah’a söz verdim. Onu görürsem öldüreceğim veya bu uğurda öleceğim.” Baktım arkadaşı da aynı şeyi söylüyor. Ebû Cehil’in bulunduğu yeri onlara gösterdim. Şahin gibi üzerine yürüdüler ve onu öldürdüler.
Enes bin Malik radıyallâhu anh anlatıyor: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem, “Kim Ebû Cehil’i araştıracak?” dedi. İbni Mesûd, “Ben!” dedi. Gitti. Baktı ki Afrâ’nın iki oğlu onu yere sermişler. Sakalından asılıp: “Sen, Ebû Cehil değil misin?” dedi ona. O da: “Daha üstün birini öldürebildiniz mi ki?” diye cevap verdi. İbni Mesûd da onu öldürdü. Sürükleyip Peygamber aleyhisselâmın yanına getirdi. Peygamberimiz onu görünce: “Seni rezil eden Allah’a hamdolsun ey Allah’ın düşmanı, o bu ümmetin Firavun’u idi” dedi.
Peygamber aleyhisselâm efendimiz savaş saflarını denetliyordu. Sevâd bin Guzeyye isimli sahâbi saftan az ilerde duruyordu. Elindeki bir çubukla Sevâd’ın karnını dürtüp: “Sevâd, hizada dur!” dedi. Sevâd: “Ya Rasûlallah! İncittin beni. Kısas isterim” dedi. Peygamber aleyhisselâm efendimiz karnını açtı ve: “Gel, sen de vur!” dedi. Sevâd, Peygamber aleyhisselâmı kucaklayıp karnını öptü. “Neden böyle yaptın?” diye sorunca da şöyle dedi: “Ya Rasûlallah! Durumu görüyorsun. İstedim ki, seninle son buluşmam derim derine değmiş olarak gerçekleşsin.”
Bedir Dersleri
1- Peygamber aleyhisselâm ve ashâbı bir hesap yaptılar, o hesaba göre de yola çıktılar. Allah’ın hesabı ise daha başkaydı. Onlar müşriklerin kervanını ele geçirip, Mekke’de kalan mallarının karşılığında el koyacaklardı. Çok rahat ve masrafsız bir sonuç hesaplanmıştı. Allah’ın tecelli eden kaderinde ise her sahâbenin üç müşrikle savaşıp ganimetine el koyacakları bir hesap vardı. Biri dikensiz, diğeri de baştan ayağa dikenliydi.
Medine’den yüz elli km. uzakta olmaları, çoğunlukla yaya bir yolculuk yapmaları, çıkarken ciddi bir savaş hazırlığı yapmamış olmaları, Ramazan ayında ve oruçlu olmaları imtihan içinde imtihan anlamına geliyordu. Ölüm uzakta veya yakında değil boyunlarına asılı duruyordu. Her şeye rağmen Allah’a ve peygamberine güvenlerini sarsmadılar. Peygamber aleyhisselâmı en zor günlerinden birinde desteksiz ve ortada bırakmadılar. Onlar Bedir’de büyük bir ders gördüler, gördükleri ders de kıyamete kadar bütün iman edenlere büyük bir miras olarak kaldı. Bedir, imanın ne olduğunu gösteren iyi bir dersti.
2- Bedir büyük imtihandı; ama imtihana tabi tutulanlar sadakatlerini gösterince Allah’ın nimetleri ile karşılaştılar: Savaşın öncesinde mü’minlere -olayın bütün ürkütücülüğüne rağmen- derin bir uyku verildi. Etraflarını kuşatan ölüme rağmen uyudular. Uyanınca da moralleri yerinde ve dinç olarak savaş saflarına geçtiler. Karşı cephedeki müşrikler ise, kendi aralarında sürtüşerek ve stresli bir geceden sonra savaş meydanına çıktılar.(Enfâl,11)
O gece tatlı bir yağmur yağdı. Kumlu arazide, kumun kayganlığı kayboldu. Yağmurun rahmet olduğunu gözleri ile gördüler. Su ihtiyaçlarını giderdiler. (Enfâl, 11) Rabbimiz, peygamberinin ve ashâbının gözünde müşrikleri küçülttü. Bin kişi oldukları halde 70 veya 100 kişi kadar gördüler onları. (Enfâl, 42) Aynı şekilde müşriklerin gözünde de Müslümanları az gösterdi ki daha ağır bir savaş hazırlığı yapmasınlar. (Enfâl, 44) Ancak savaş kızışınca müşrikler, mü’minleri kat kat fazla görmeye başladılar ve korkuları arttı. (Âl-i İmrân, 13; Enfâl, 12)
Allah Teâlâ, hem Peygamber aleyhisselâmın hem de ashâbın dualarını kabul edip, melekleri ile onlara yardım etti. Melekler ashapla kol kola verip şirkle savaştılar. (Enfâl, 9)
3- Bedir Savaşı başlamadan önce mübareze yapıldı. Mübareze, ortaya çıkan bir kişiye karşılık bir kişinin çıkıp bireysel savaş yapmasıdır. Müşrikler üç pehlivanını çıkarıp, karşılarına çıkacak adam istediklerinde Peygamber aleyhisselâm efendimiz: “Kalk, Hamza! Kalk, Ali! Kalk, Ubeyde!” diyerek üç kişiyi çıkarmıştır. Bu üç kişiden Hamza, öz amcası ve en güçlü destekçilerinden biridir. Ali de amcasının oğlu ve kızının kocasıdır. Ubeyde de amcasının oğludur.
Peygamber aleyhisselâm efendimiz üç yüz kişinin içinde en yakın akrabalarını üç keskin kılıcın altına sürerek, evlerinden ümmeti idare etmeye kalkan, fedakârlığı başkalarından bekleyen, kendi çocuklarına ve yakınlarına sadece imkanlardan veren; ama cefa çektirmeyenlere önemli bir ders vermiştir. Bedir’deki zafer de bu ihlâsın üzerine kurulmuştur.
4- Bedir gazvesinin en önemli sonuçlarından biri, şirkin başı Ebû Cehil’in öldürülmesidir. Gerçi Ebû Cehil’in yerine başkası geçmiştir; ama hiç kimse Ebû Cehil olamamıştır.
5- Bedir’in Allah’ın yardımı ile zafere dönüşmesi, Medine’deki Yahudilerin bakışlarını değiştirmiş, anladıkları iki dil olan savaş ve paranın birini Peygamber aleyhisselâmın elinde görmeleri yeni taktikler hazırlamalarına neden olmuş, Yahudiler gerçek kimliklerini daha açık bir dille ifade etmişlerdir.
6- Allah Teâlâ, peygamberi için bile harikalar yaratmadan önce sebeplere tevessül etmesini, başka bir ifade ile üzerine düşeni yapmasını istemiştir. Kervanın güzergâhı ve diğer bilgiler vahiyle değil, istihbaratla öğrenildi. Ashâbı kirâmla gerekli istişareler yapılıp, fikirlerinden yararlanıldı.
7- Bedir… Sahâbe… Cihâd… Şehadet…ardından müşriklerin bıraktığı ganimetler ortaya çıkınca ihtilaf belirdi. Şöyle olsun, böyle olsun denildi. Asıl zor imtihan başladı. Nihayet Allah âyetlerini indirip ne yapacaklarını söyleyince teslim oldular ve ikinci defa kazandılar. Hem ganimetleri kazandılar hem de Allah’ın rızasını.