On üç yıllık büyük bir sabır mücadelesinden sonra Peygamber aleyhisselâm Efendimiz ve ashabı Allah’a kullukta muvaffak olabilmek için İbrahim aleyhisselâmın şehri Mekke’yi terk etmek zorunda kaldılar. Habeşistan ve Yesrib’e yapılan bu mübarek hicretleri ana mantığı açısından yeniden düşünmemizde yarar vardır.
Sevgili Peygamber aleyhisselâm Efendimizi ve yanındaki Hz. Ebû Bekir’i, Hz. Ömer’i, Hz. Osman’ı, hicret gecesinde mızrakların saplanacağı yatağa yatan genç Hz.Ali’yi ve diğerlerini canlarını kurtarmak için Yesrib’e kaçmış insanlar olarak görmek hakarettir, zulümdür. Çünkü onlar can sevdasında değildiler. Can kurtarmak olsaydı gaye, on mızrağın birden batacağı yatağa Hz.Ali’yi yatırmazlardı. Bunun içindir ki hicret eden Müslüman’a "muhacir" denir, "göçmen" denmez.
Yesrib’e ve Habeşistan’a yapılan hicret, bir can kurtarma hicreti olmadığı gibi sosyal veya ekonomik nedene dayanan bir hicret de değildi. Kurtarmak istedikleri canları, malları ve sosyal kimlikleri değildi. Bunun için onların hicretleri Kur’ân ayetlerinin gündemini oluşturdu.
Aziz kardeşlerim;
İbrahim aleyhisselâmın tevhit dininin merkezi olarak kurduğu Mekke ve orada bulunan Kâbe, bir put merkezine dönüşmüş, “Allah” demek ve yalnızca Allah'a kulluk etmek imkansız hale gelmişti. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimiz ve ashâbı, insanlara kulluktan Allah’a kulluk şerefine yükselmek için cihadın yapılacağı bir yere hicret etmişti.
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Yesrib’i hicret merkezi olarak seçtikten sonra o gün Müslüman olan herkesin -can güvenliği bulunsun veya bulunmasın-Yesrib’e hicret etmesi, imanın gereği olarak mecburi tutulmuştur. Bu da gösteriyor ki Peygamber aleyhisselâm Efendimizin hicreti; kendisinin ve çocuklarının canını kurtarmak için yaptığı bir eylem değildi. Dinini kurtarmak, dininin kök salmasını sağlayacak işler yapmak için yaptığı bir tercihti.
Mekke fethedilip putlardan temizlendikten sonra Rasûlullah sallallâhu aleyhi sellem buyurdu ki: “Artık hicret yoktur.” Çünkü hicrete gerek kalmadı. Bundan sonra mü’minin bulunduğu her yerde İslam yaşayacaktır. Hicreti, canını kurtarmak isteyenlerin develere binip çölde yürüdüğü bir yolculuk zannedenler; ashâb-ı kirâmı kuraklıktan dolayı Afrika’nın bir köyünden öbür köyüne giden zavallılar olarak görenler yanlış bir zan taşımaktadırlar. Bilakis onlar, rahat bir hayatı geride bırakıp belki de evsiz barksız yaşayacakları, karınlarını doyuramayacakları zor bir hayata gittiler. Allah onlardan razı olsun!
Hicreti zihinlerimizde yeniden tarif edelim: Hicret; secdeye göçmenin adıdır. Hicret; haramlardan helale gidişin adıdır. Hicret; zinasız toplum bulmanın ve kurmanın adıdır. Hicret; banka tabelası olmayan sokağa taşınmaktır. Hicret; çocuklara Allah’ı ve Peygamberini öğretip sevdirebileceğin bir zemin oluşturmanın adıdır.
Sevgili Peygamber aleyhisselâm Efendimizin ve ashabının Yesrib’e yaptıkları hicret; tarihin bir döneminde gerçekleşmiş bir hicrettir. Tekrarı yoktur, gerekli de değildir. Çünkü artık ümmet-i Muhammed kendi devletini kurmuş, ayetler gelmiş, sistem oturmuştur. Zaman, dinini yaşamak için kaçmak değil; İslam'ın yeşerip hayat bulacağı bir zemin, mekan, ülke, diyar, kıt'a oluşturmak zamanıdır. Bunun içindir ki, "Mekke fethedildikten sonra artık hicret yoktur."
Aziz kardeşlerim;
Müslümanlar kıyamete kadar küfrün karşısında hep cihad etmek zorundadırlar. Müslümanlar başları her sıkıştığında başka yerlere göç edecek olsalar bu, leylekler gibi her mevsim göç etmelerini; yeri geldiğinde Kâbe’yi bile alıp daha güvenli bir yere taşımalarını gerektirecek. Hâlbuki Allah bütün kâinatın, önünde secde edenlerin elinde olmasını emretmektedir. Asıl hicret kâinatta Allah’a isyana son verdirmektir.
Müslüman için yeni hicretler, yeni Medineler kurmak içindir. Bu sebeple biz, Mekke’den Medine’ye hicret bitti, artık "haramdan helale hicret edilmeli" diyoruz. Artık hicret puttan, putlaştırılmış değerlerden ve insanı Allah’a karşı suçlu duruma düşüren günahlardan kaçmaktır. Nefisten kaçıp secdeye kapanmaktır. Önüne hazır bir lokma gibi konulan zinayı, alkolü, kumarı, faizi, anne-babaya isyanı elinin tersi ile itip "Allah bunları haram kıldı" diyen kişi hicret etmiştir.
Hz. Ebû Bekir radıyallâhu anh Mekke’nin sıcağından, iklim şartlarından, oradaki ticaretin kötü gitmesinden kaçmamıştı. Müşrikler onu, namaz kıldığı ve Kur’ân okuduğu gerekçesiyle rahatsız ettikleri için öz vatanından hicret etmişti. Asıl muhacir; zulümden kaçan değil, haramlardan kaçan insandır. Bunun için de herkesin Mekke’si kendi evidir, dükkanıdır, iş yeridir, sokağıdır. Yesrib’i de evinin harama en uzak olan odasıdır.
Müslümanın şeref ve izzetinin gıybet malzemesi yapıldığı bir ortamda gıybete, dedikoduya engel olmak cihad; oradan uzaklaşmak ise hicrettir. Çünkü Müslümanlar da keyifleri bozulduğu için değil, putlardan ve haramlardan uzak kalmak istedikleri için Mekke'yi terk etmişlerdi.
Aziz kardeşlerim;
Bunun için diyoruz ki Mekke’den Medine’ye hicret bir defa yapıldı ve bitti. Ancak Allah'ın rızasını ve cennetini kazanacağımız haramsız bir dünya, haramsız bir ev, haramsız bir ticaret, haramsız bir iş yeri arayışımız kıyamete kadar her gün devam edecektir. Bu hicret üç yüz altmış beş gün yirmi dört saat yaptıklarımızın test edildiği bir hicrettir. Kendi çocuğuna, annene, babana, komşuna bile "bu haramdır" diyemediğin yer Mekke’dir.
Ebû Cehil'e "etme yahu, zulmetme, karışma mü'minlere” diyemedikleri gibi kime "haram işleme, harama sebep olma" diyemiyorsan o kimse Ebû Cehil konumunda birisidir. Adı Ahmet, Mehmet olabilir, ancak eylemi Ahmet eylemi, Mehmet eylemi değildir.
Yesrib’e gitmek zorluğu kadar insanın zevkinden ve keyfinden feragat etmesi de büyük bir zorluktur. Nasıl Mekke’den Yesrib’e gitmeyi film olarak seyretmek kolay ama eylem olarak gerçekleştirmek zor ise gıybetli bir ortamı terk etmek de zordur.
Kürsülerden veya evde otururken “faiz kötüdür, haramdır” demek kolaydır. İflasın eşiğine gelmiş bir Müslümanın önüne hazır lokma olarak konulan yüksek kredili faizi, harama bulaşmamak adına geri çevirmesi en büyük hicrettir. Bunun içindir ki, Sevgili Peygamberimiz sabahlara kadar ibadet edenlere arşın gölgesini vaat etmiyor da bir zina ortamıyla hiçbir engel olmadan karşılaştığı halde “Ben Allah’tan korkarım, zina edemem” deyip oradan uzaklaşan gence, arşın gölgesini vaat ediyor. Neden? Çünkü şeytanın cicileştirip ambalajlayarak sunduğu zina vb. bir harama karşı koymak kolay değildir.Buna karşı koyan muhacirdir ve hicret etmiştir.
Aziz kardeşlerim;
Bunun için Sevgili Peygamber Efendimiz aleyhisselâm: “Fitnenin, tembelliğin, kaosun hakim olduğu zamanlarda ibadetini ihmal etmeyen mü’min, bana hicret eden mü’min gibidir” buyurmaktadır. Hacca veya umreye gitmiş bir insanın orada namazlarını cemaatle kılması ve ibadetle meşgul olması şaşılacak bir durum değildir. Ancak bugün bir lise talebesinin “Ben bu yaşıma kadar hiçbir vakit namazını ve Cuma namazını kaçırmadım” demesi takdir edilecek bir durumdur. Allah Teâlâ’ya olan derin imanı ve sevgisi dolayısıyla her türlü haramın kol gezdiği lise ortamında bile namazlarını terk etmeyen, harama bulaşmayan genç, aslında bir Hz. Mus’ab’tır, Hz. Enes’tir, Hz. Ebû Bekir’dir, Allah dostudur.
Değerli kardeşlerim;
Bu söylediklerimizi siz de takdir edersiniz ki Hz.Ebû Bekir'in Rasûlullah (s.a.s) ile beraber günlerce çöl şartlarında bin bir zorlukla yaptığı hicreti, tutup genç bir delikanlının lisede namaz kaçırmamasıyla orantılayarak "o da onun gibidir, sevabı aynıdır" diyecek bir cüret ve çılgınlık yapamam. Allah'ın cennetini Allah'tan başkası dağıtamaz. Ben nasıl “bu da hicrettir" diyebilirim ki! Ancak Sevgili Peygamberim sallallâhu aleyhi ve sellem’in Buhârî'de ve diğer hadis kitaplarımızda rivayet edilen bir hadis-i şerifi bizlere bunları söyleme imkanı veriyor. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) buyuruyor ki:
“Müslüman, dilinden ve elinden Müslümanların zarar görmediği kimsedir. Muhacir ise, Allah’ın yasakladığı şeylerden uzak duran kimsedir.” (Buhârî, Îmân 4-5, Rikâk 26; Müslim, Îmân 64-65.)
Muhacir; haramdan kaçandır. Hicret de; haramsız yer oluşturmaktır. Peygamber aleyhisselâtu vesselâmın kanunu budur.
Aziz kardeşlerim;
Şeytan, Allah’ın haram kıldığı şeyleri bizlere cazip göstermeye çalışmaktadır. Bize düşen ise imanımızın gereğini yerine getirmek ve haramlardan yüz çevirip helallere uzanmaktır. Şeytanın vaatleri, ucuz vaatler olduğu için haramlar daha yoğundur, daha ucuzdur ve daha cazip görünür. Ancak salih mü'min, bin meşakkatle bir helal elde eden, bin iltifatla bir harama yanaşmayan insandır. İşte gerçek muhacir odur.
Haramlarla savaşılmadıkça, haram levhalar, tabelalar Müslümanların yaşadıkları şehirlerde asılı durdukça; alkol ilanları, faiz reklamları Müslümanların namaz kılıp çıktıkları camilerin kapılarının karşısında, hemen önlerinde durdukça Mekke'nin Fethi’ni, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in Hicreti’ni konuşmak bir anlam ifade etmez. Zenginin malı, fakirin çenesini yorduğu gibi Hz. Ebû Bekir'in hicret macerasını konuşmanın da bir anlamı yoktur. Çünkü Hz. Ebû Bekir’in putlarla doldurulmuş Mekke’yi terk etmesi onun boynunun borcuydu. Masalarında, kasalarında, evlerinde, lokantalarında, mutfaklarında hükümran olan faiz, alkol, müstehcenlik gibi haramları terk etmesi de bugünkü Müslümanın boynunun borcudur.
Senin mutfağında haram, hicret konusu olarak beklediği halde, çıktığın, yürüdüğün sokaklarda beş tabeladan belki de dördü haram bir nesneyi gösterdiği halde, bir kazak reklamı için bir yığın haram kadın cesedi teşhir edildiği halde, “Hz. Ebû Bekir putlarla dolu Kâbe’yi nasıl bırakıp gitmişti, Ebû Bekir ne büyük bir insan!” demek zenginin malını sayıp durmaktır. Herkes kendi kazancını kendisi elde etmeli. Hz. Ebû Bekir'in muhasebesini yapmanın gereği yok. Allah celle celâluhu Hz. Ebû Bekir’e hicreti karşılığında cenneti vaat etti. Bize de faize, harama, yalana, gıybete, anne babaya isyana bulaşmama karşılığında cenneti vaat etti.
Muhacir; Allah’ın haramlarından uzak durmayı becerebilendir. Yeri gelir çocuğun, yeri gelir baban, yeri gelir servetin, neyse terk etmen gereken, bedel olarak ödemen gereken, onu ödeyebildiğin gün senin adın muhacirdir, seni cennetinde bekleyen Allah’tır o zaman. Ama Hz. Ebû Bekir “yahu İbrahim Dede’mizden kalmış bir Kâbe’miz var, bunu nasıl terk edeyim ben” deseydi, Hz. Ebû Bekir muhacir olamayacaktı. Çünkü onun hicreti buydu. Her Müslüman “benim çocuğum bir tane, benimki hariç Allah’ın dediği olsun, biz bir kereliğine yapıyoruz” deyiverse, kim Allah’ın emrine itaat edecek? Yesribler nasıl Medineleşecek? Tam aksine: “Dünya bir tarafa gitsin, ben Allah’tan taraftayım. Tek kalırım da Rabbimden uzak kalmam” demek iman gereğidir.
Kardeşlerim;
Bir flama açıp “ben hicret ediyorum” demek gerekli değildir. Bu asırda şu teknoloji çağında, şu medyanın ceplere girdiği çağda hicret, üç şeydir. Bu üç şeyi beceren, hicretin özünü yakalamıştır. Hz. Ebû Bekirler de -Allah onlardan razı olsun- esasen bu üç şeyi gerçekleştirmişlerdi.
Birincisi; bir yer Allah’a isyan edilen yerse, yani haram işlenen bir yerse mümin olarak orayı terk etmeli. Ev veya iş yeri önemli değil. Diyelim ki iki otobüs durağı var; birinde müstehcen bir kadın resmi asılı, öbüründe ise o resim yok. Haram olan resim gözüne çarpmasın diye beş yüz metre gitmek; Mekke’den Yesrib’e doğru beş yüz metre gitmek gibidir. İşte hicret Allah’a isyan edilen yerden uzak durmaktır.
İkincisi; günahın kendisi kadar günahın kuluçkasını da tehlikeli görmektir. Sıpayı da eşek görmek zorundayız. Çünkü yarın o da eşek olacak. Dolayısıyla mekruhu da terk etmek gerekir ki harama giden yol mekruhtan geçmektedir.
Üçüncüsü ise; hicret etmek isteyen, bugünün muhaciri olmak isteyen her mü’min bilmelidir ki kıyamet gününde haram işleyenler ve harama yardım edenler aynı terazide tartılacaklardır. Faiz almayan, faiz muhasebesi de yapmayacak. Alkol tüketmeyen alkol üreten fabrikaya üzüm satmayacak. Maişetinde oluşacak bir miktar sıkıntıya tahammül edip harama yardım etmemek, Mekke’deki evini bırakıp Ensar’dan bir kardeşinin evinde misafir olarak kalmak gibidir. Kirada otururum da haramla yardımlaşmam. Ne haram yardım alırım ne de harama yardım ederim. Bir garibin yüz kasasını taşırım, içinde yüz gram alkol bulunan bir kasayı ayağımla bile itmem. İşte yirmi birinci asrın muhaciri!
Bu hicret hepimizin kapısındadır, hepimizin önündedir, gayret eden bu ecre inşallah nail olacaktır.
Vel'hamdü lillahi Rabb’il âlemin.