Siyer Yazıları 8: Zeyd b. Hârise

Annemle çıktığımız bir yolculuk sırasında kaçırıldım ve köle pazarında satıldım. Varsayalım ki bir kuştum, kafese konuldum...

Bir çocuk için ne kadar tâlihsiz bir durum! Öyle görünse de her işte olduğu gibi bunda da Rahman’ın bir hikmeti gizli imiş. Yaşadıkça anladım.

Beni kaçıran haydutlar, köle pazarına götürdüler. Âilesinden koparılmış bir çocuğun yaşadığı korku nasıl olursa, öyle korktum, ümitsizliğe kapıldım. Yakalanmış bir kuşun kalbi gibi çırpındı yüreğim. Artık hayâtımdaki hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını ve beni çok kötü günlerin beklediğini düşündüm. Bir köleydim artık. Hatice b. Huveylid’e hediye edildim. Fakat daha ilk günden korkularım boşa çıktı. Hayâtımdaki hiçbir şey eskisi gibi olmasa da beni zannettiğimin aksine güzel günler karşıladı. Bunlar, gelecekteki daha güzel günlerin başlangıcıydı. 

Kölesi olduğum ev, Muhammed ile Hatice’nin yuvasıydı. Aşk ile kurulmuş mütevâzı bir yuva... Huzur ve sükûnet rüzgârı esiyordu her köşesinde. Dâima tebessüm, şükür ve nezâketti tanık olduğum. Köleliği benzettiğim kafes sanki günbegün genişliyordu. Köle gibi değil evin bir ferdi gibi muâmele görüyordum. O kadar ki evlâtların babasının ismi ile anılması gerektiğini emreden âyet gelene kadar, Zeyd b. Muhammed olarak anıldım. Lakabım ise Hibbü Resûlullahtı, Resûlullah’ın Sevgilisi.

Hayâtım O’nun yanında geçti. Her şeyi ile ölçülüydü. Boyu meselâ, ne uzun ne de kısaydı. Saçları ne düz ne de kıvırcıktı, dalgalıydı. Ne asık yüzlü ne de çok neşeliydi. Hüzünlü bir tebessüm dururdu dâima dudağının kenarında. Yolda koşmaktan yavaş, yürümekten hızlı adımlar atardı. Öyle güzel gözleri vardı ki zeytin tânesi gibi simsiyah... Her gün misvak ile temizlediği dişleri inci gibiydi. Büyük küçük demez, kim ile konuşursa önemser, gözlerinin içine bakardı. Bir tarafa doğru dönecekse yalnızca başını çevirmez, tüm vücûdu ile berâber dönerdi. Çocuk ile çocuk olur, onları eğlendirirdi. Şakalaşmayı sever ve içinde yalan olmayan küçük latîfeler yapardı. Ağzından kötü bir söz çıktığını asla duymadım.

Peygamberliğinden îtibâren de O’nun en yakınındaydım. İlk vahyin ardından hemen müslüman olan sayılı kişilerden biri de bendim. Risâletinin her anına şâhit olma mutluluğunu yaşadım. Mutluluk derken, çok zor zamanlara da şâhit oldum elbette ama değil mi ki O’nunla berâberdim. Hiç şikâyet etmedim.

İslâm’ı tebliğ için Tâif yolculuğuna çıkarken de Efendimiz’in yanındaydım. Büyük bir ümitle başladığımız yolculuk, hüsranla bitti. Geri dönüş yolunda Allah Resûlü’nü taşa tuttular. Kendimi siper ettim, taşların hedefine geçtim ama nâfile. Ne korumaya gücüm yetti ne de tesellî etmeye. Henüz Ebû Talip ve Hatice’nin acısını yaşarken, bir de üstüne Tâif’te gördüğü muâmele çok üzdü Efendimiz’i. Yaşananların öfkesi ve âcizliğimin utancı içinde günlerimi geçirirken aldığım haber kendime getirdi beni: Resûlullah, Mîraç’ta Rabbi ile görüşmüş. Ey merhametlilerin en merhametlisi olan Allah’ım! O’nu senden daha çok kim düşünür, senden daha iyi kim koruyabilir, senden başka buna güç yetirecek var mıdır?

Medîne’ye hicret ettiğimizde müşrikler artık bizi savaşacak kadar büyük bir tehlike olarak görmeye başladılar ve harekete geçtiler. Bedir’in zaferini Peygamber’in devesi üzerinde ben haykırdım Medîne’ye. Hendek’te muhâcirlerin sancaktarı idim. O’nunla berâber katıldığım savaşlar dışında, O’nsuz birçok savaşın da komutanıydım. Katılmadığım seferlerdeyse, Medîne’de kendisine vekâlet ettim.

Ve Mute Savaşı... Katıldığım son sefer oldu. Ordu yola çıkmaya hazırlanırken Allah Resûlü gelip sancağı bana verdi ve “Zeyd şehit olursa sancağı Cafer alsın. O da şehit olursa Abdullah b. Revâha alsın,” dedi. Anladık ki çetin bir savaş olacak ve biz Rabbimize kavuşacağız.

Buradan sonrası Rabbimizin cemâlî ve cenneti... Hem O’nunla geçen bir ömür, hem şehâdetle gelen bir ölüm. Âilesinden ayrılıp köle pazarında satılan bir çocuğun böyle bir hayat süreceği kimin aklına gelirdi? Ama bir dakîka, ben köle değildim. O’nun evlâdıydım. Aramızda çok yaş farkı yoktu ama büyüdüklerini göremeden toprağa verdiği oğullarının yerine koyduğu oğluydum ben O’nun.

Mekke’ye gelip beni bulan ve fidyemi vererek geri almak isteyen babamla gitmeyip kendisiyle kalmayı seçtiğim o gün elimden tuttu ve “Şâhit olun, Zeyd benim oğlumdur, o benim mîrasçım, ben de onun mîrasçısıyım!” diyerek beni âzat etti.

Aslında o gün açıldı kafesin kapıları. O gün kanatlanıp uçtum ben cennete doğru ve Rahman’ın yaşamıma dokuduğu hikmetleri birer birer gördükten sonra Mute Savaşı’nda kondum cennet bahçelerine.

Yeni yorum ekle

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.