Medine’de inen ayetler kıyamet vaktine kadar rehberimiz olacak, Medine’de inen ayetlere göre yaşayıp öleceğiz inşaallah. İtikadımız budur. Hayat ölçülerimiz de bu çerçevededir.
Yeryüzünün neresinde bulunursak bulunalım, orası bizim için Medine’ye uyarlanmış bir zemindir. Zaman hangi çağı gösterirse göstersin, bizim için vahyin indiği zamana göre hayat vardır. Müslümanlıktan anladığımız budur. Eskiyen veya etkilenen bir din değildir iman ettiğimiz İslam!
Elimizdeki Kur’an’ımız ve hadislerimiz, bize yaşadığımız sürece rehber olmaya, başka kaynağa muhtaç olmadan ayakta kalmaya yetecek güçtedir. Ne Kur’an ne sahih hadisler bir aşınma görmüştür.
Dünya hayatımız için bize yeterli olduğuna inandığımız Kur’an ve hadisler, ilk nesil olan ashabı hangi cennete götürecekse, bu asırdaki veya gelecek asırlardaki Müslümanları da o cennete sevk etmeye muktedir enerjisini taşımaktadır. Onların heyecanı ile bizim heyecanımız aynı kaynaktandır.
Onların umdukları akıbet ile bizim umduğumuz akıbet aynıdır. Eskimeyen, geri kalmayan bir kaynaktan beslenen imanımız -Allah’ın izni ile- son insana kadar devam edecektir.
Her Müslüman nesil, imanını yaşadığı zamana hâkim hâle getirmek için uğraşmak zorundadır. Buna cihad diyelim, amel-i salih diyelim; kullandığımız isimler önemli değildir.
Önemli olan imanımızın kaynağı olan Kur’an’ı ve hadisleri, üzerinde gezindiğimiz toprağa hâkim kılmaktır. Müslüman kendisi ayakta kalabilmek ve üzerine düşen görevi ifa etmiş olmak için buna mecburdur.
İlk nesil olan sahabiler, kendi şartlarını, karşılaştıkları zorlukları aşarak dinleri için gelecek nesillere yetecek büyük bir yatırım yapmışlardır. Ebu Cehiller, Ebu Lehebler onları gayelerinden alıkoyamamışlardır.
İleriki dönemlerde imtihan türü değişti, fakirliğin yerini zenginlik, dış güçlerin yerini iç fitne aldı, yine de onlar bu büyük gayeden geri kalmadılar. Tarihin şehadetiyle üzerlerine düşeni en mükemmel şekliyle yerine getirdiler. Allah onlardan razı olsun.
Şüphesiz ilk nesli izleyen ikinci nesil tabiin için de benzer şeyleri söylemek mümkündür. Onlar da mükemmel gayretler içinde oldular. Onların şartları, ashabın şartlarından bir nebze farklıydı. Buna rağmen başardılar. İhlasları sayesinde Allah onlara yardım etti; zoru başardılar, zamanın bereketini gördüler.
Biz, iki sorumluluk taşıyoruz. Birincisi, yaşadığımız zamanın fitneleri ne olursa olsun, erimeden, bozulmadan vahyin, indiği günlerdeki tazeliği ile bizde kalmasına çalışmaktır. İmanımızın bin bir fitneye maruz kalabileceğinin şuurunda olmak zorundayız.
Ebu Cehiller, Ebu Lehebler olmayabilir. Ama onları aratmayacak, kimi zaman onlar gibi ürkütücü görüntüsü olmayan, ambalajı şirin fitnelere muhatap olabileceğimizin idrakinde olmalıyız. Gece gündüz teyakkuz hâlinde koruyabileceğimiz bir imanın bizi cennete götüreceğini bilmemiz lazım.
Hadislerde haber verilen, ‘gece karanlığı gibi fitneler’ ne anlama gelmektedir, bize ne etkisi olabilir gibi sorular, zihnimizi meşgul etmelidir.
İkinci sorumluluğumuz ise, bize intikal eden iman nurunun bizden sonrakilere taşınması için yapmamız gerekenlerle ilgilidir. Kur’an alfabesinin yayılmasından, siyasetin yönlendirilmesine kadar, imanın bir dava olarak gelecek kuşaklara pürüzsüz taşınması için gereken her şey bu sorumluluk dairesinin içinde kalmaktadır.
Yürümek durumunda olduğumuz yol çalılık olabilir, olacaktır da… Başta enbiya olmak üzere, engebesiz yollarda yürüyen olmamıştır. Tahminlerimizin üstünde sıkıntılar, aşılması güç tepeler önümüze çıkabilir.
Dostumuz düşmanımızdan daha az olabilir hatta tek kalabiliriz. Her şarta hazır, Allah’tan başkasından beklentisi olmayan, tek kalmakta bir sıkıntı görmeyen, Allah katındaki ecri dünya nimetlerinden hiçbirine değişmeyen bir anlayışla yol almak durumundayız.
Bizden önce Allah’ın rızasına erenler bu şartlarda o rızaya erdiler. Yol budur. Çalılık da olsa, çamur da olsa yol budur. Bu yolun sonu cennettir.
Allah’ın dini aynı din, vaat edilen cennet aynı cennettir. İstenenler de aynıdır. Namaz aynı namaz, cihad aynı cihad, Yahudi aynı Yahudi’dir. Sadece mevsim değişiktir, imtihanın sunuşu değişiktir.
Yine imtihanın özünde, can ve mal üzerinden sınanmak vardır. Yine şehvetlerimizin frenlenmesi sorunu vardır. Bu açıdan ashapla aramızda bir fark yoktur.
Onlarda eksi durumunda olanlar bizde artı duruma geçmiş olabilir. Mesela, onlar ellerine alıp okuyabilecekleri bir mushaf bile bulamıyorlardı, buna karşılık volkan gibi kaynayan bir Kur’an sevdaları vardı.
Bizde bunun tersi olmuş olabilir; Kur’an okuma aşkımız o derece değil; ama evlerimiz, raflarımız mushaflarla süsleniyor. Neticede Rabbimizin bizden isteği bellidir: Kur’anlı bir hayat!
Şartların değişikliğine aldanıp dinimizi ihmal etmemizin bir özrü yoktur. Temennilerle oyalanamayız. Zamanımız ne olursa olsun bizim için hedef bellidir. Rabbimizin rızasının yolları açıktır. Mazeret yerine çareler üretmek zorundayız.
Yeni yorum ekle