O, Allah’ın üzerine yemin ettiği yüce hayatın sahibi, ilahî kelamın ete kemiğe bürünmüş halidir. O’nu sevmek, O’na tâbi olmak, O’nun davasını anlayabilmek; O’nun hayatını en güzel şekilde öğrenmekle mümkündür.
İbn Mes’ûd, Rasûl-i Ekrem’in vefatından sonra geride bıraktığı en büyük Kur'ân âlimiydi. Abdullah ibn Abbas onun Kur’an’ın en büyük tercümanı olduğunu söylüyordu. Efendimiz aleyhisselam: “Kuran’ı şu dört kişiden öğreniniz.” buyurmuş ve en başta İbn Mes’ûd’un adını zikretmişti.
Ebû Süfyân, akrabaları içinde Allah Rasûlüne en çok benzeyen dört kişiden biriydi.[4] Çocukluğunu, gençliğini ve olgunluk yıllarını Efendimiz ile birlikte yaşamış, kardeşi Muhammed aleyhisselâmı arkadaşı, dostu ve can yoldaşı edinmişti.
O, Mekke’nin en güzel ve en pahalı elbiselerini giyen, en yakışıklı delikanlısıydı.[1] Savaşlarda Kureyş ordusunun sancağını taşıyan, Hicâbe ve Sidâne vazifelerini yerine getiren Abdüddâroğullarının prensi, annesinin kuzusu, ailesinin gözbebeğiydi.
“Ömer’in Müslüman oluşu bir fetih, hicreti zafer, halifeliği Allah’tan rahmetti. Biz, Ömer Müslüman oluncaya kadar Kâbe'de namaz kılamazdık. O Müslüman olunca Kureyş’le savaştı, mücadele etti. O Kâbe’nin yanında namazını kıldı. Biz de onunla namaz kılabildik.”