Nasip olur da yolun Medine’ye düşerse Uhud’a git. Git ve Rasûlün önünde kahramanca savaşıp şehit düşen yiğitleri ziyaret et. Onlar olmasaydı hâlimiz nice olurdu, bir kere daha düşün… İslâm sancağını taşırken kolları koparılan, şehadetiyle dahi Efendimizi koruyan, sarılacak bir kefeni olmayan yüce davetçiyi, Mus’ab b. Umeyr’i hatırla.
Eğer öğretmenlik yapıyor, insanları hakka çağırıyorsan Medine muallimi Mus’ab gibi, insanlara karşı güler yüzlü, tatlı sözlü ol. Davetin, Mus’ab’ın daveti gibi ulvî olsun.Cuma namazı için mescide girdiğinde ilk cuma namazını ve bu namazı kıldıran Mus’ab’ı hayal et. Hayal et ve hisset! Ona ve arkadaşlarına dua et! Et ki belki onların ilhamı kalbine dolar ve sen de bir Mus’ab olursun.
Evinde, sofranın başında, ailenle birlikte oturduğunda ilk Müslümanları hayırla yâd et. Yâd et ki onların hayrı seni de sarsın ebediyete kadar. Onların dünyadan niçin vazgeçtiklerini; Allah yolunda yurtlarını, sevdiklerini nasıl terk ettiklerini düşün. Düşün ki bir olan Allah için her şeyden vazgeçmenin tadını alasın. Tadını alıp da Rabbine, yüklerinden kurtulmuş bir şekilde varasın.
Habeşistan yolunda, Medine’de aç karnına, yalın ayak yürüyen Mus’ab için dua et. Dua et ki ayakların seni Firdevs Cenneti’ne götürsün. “Elhamdülillah Müslümanım!” diyorsan eğer, bu dini bize ulaştıran şanlı sahâbileri, hayırlı önderimiz Mus’ab b. Umeyr’i minnetle hatırla. Ve hatıralarda, onun gibi, hep canlı kal.
İslâm’ın İlk Öğretmeni
O, Mekke’nin en güzel ve en pahalı elbiselerini giyen, en yakışıklı delikanlısıydı.[1] Savaşlarda Kureyş ordusunun sancağını taşıyan, Hicâbe ve Sidâne vazifelerini yerine getiren Abdüddâroğullarının[2] prensi, annesinin kuzusu, ailesinin gözbebeğiydi. Annesi onun için Yemen’den, Şam’dan en pahalı kumaşları getirtir ve en güzel kıyafetleri ona giydirirdi.[3] Ayakkabıları Hadramevt’ten sipariş edilir[4], uyandığında canı ister diye en leziz yiyecekler başucunda bekletilirdi.[5] O, parayla elde edilebilecek her şeye sahipti. Ama yüreğinde bir boşluk, ruhunda huzursuzluk vardı. Giydiği elbiseler, lezzetli yiyecekler, lüks evler, atlar ve develer, kısaca o gün için zenginlik ifade eden hiçbir şey onu mutlu etmiyordu.
Allah Celle, kullarına olan merhameti ve sevgisi sebebiyle Muhammed aleyhisselâm’ı peygamber olarak gönderdiğinde Mekke’nin ileri gelenleri Onu ve davetini nefretle karşılamışlardı. Efendimiz ağaçtan ya da taştan yapılan putların ilah olamayacağını söylüyor, insanları zengin-fakir, efendi-köle gibi sınıflara ayıran bir düşüncenin yeryüzüne huzur ve mutluluk getiremeyeceğini anlatıyordu.
Şehrin güzel ahlaklı, faziletli ve temiz gençleri birer birer Müslüman oluyorlardı. Mus’ab’ın çevresinde, gününü gün etmekten başka derdi olmayan, hayatı oyun ve eğlenceden ibaret sayan arkadaşları kalmıştı sadece. Ve onlar Mus’ab’ı hiç de mutlu etmiyorlardı. Müslüman olmayı düşündü. Allah’tan başka ilah yoktu, doğruydu. Ama kimsesiz fakir Müslümanlarla, kölelerle aynı ortamda olmak, düne kadar emrine amade olarak yaratıldıklarını düşündüğü köleleri kardeş edinmek kolay mıydı? Hem annesi ne der, kim bilir nasıl da öfkelenir ve ne cezalar verirdi. Bir yanda bütün çekiciliğiyle dünya nimetleri diğer yanda Allah ve Rasûlü vardı. Tercih yapmak, nefse söz geçirmek çok zordu.
Bir akşamüstü evinden çıktı. Safâ Tepesi’nin yakınlarındaki evin, Dâru’l-Erkam’ın, kapısını çaldı.[6] Kapıyı eski bir köle olan Süheyb-i Rûmi açtı. Efendi, köleye kardeşçe sarıldı. Muhammed aleyhisselâm’ın huzuruna çıktı. Onun sözleri, okuduğu ayetler ve gülümseyen siması yüreğini huzurla doldurdu. Paranın, servetin veremediği şey, mutluluk işte buydu. O gece Mus’ab’ın en güzel gecesi oldu.
Mus’ab b. Umeyr Müslüman olduğunu annesi dâhil hiç kimseye söyleyemedi. Gizli gizli Rasûlullah’ın yanına gidiyor, Ondan Kur’ân-ı Kerim dinliyor, Onunla birlikte namaz kılıyordu. Fakat her köşe başında bir casusun dolaştığı Mekke’de Mus’ab’ın Müslümanlığı gizli kalamazdı. Akrabalarından Osman b. Talha onun Bilâl ve Ammâr gibi fakir Müslümanlarla namaz kıldığını gördü. Osman kuş olup uçmuş, haberi Mus’ab’ın annesine yetiştirmişti.[7]
Hunâs binti Mâlik, oğlunun Müslüman olduğunu duyunca çılgına döndü. Dünyayı önüne serdiği; en güzel kokuları, ipekli elbiseleri layık gördüğü oğlu ona ihanet etmiş, ilahlarına isyan ederek aile şerefini ayaklar altına almıştı. Büyük bir titizlikle yetiştirdiği oğlunun Bilâl ve Habbâb gibi kölelerle aynı safta olduğunu düşünmek Hunâs’ı kahretmişti. Kardeşleri tarafından yakalanarak annesinin huzuruna getirilen Mus’ab, yapılan tüm tehditlere rağmen İslâm’ı terk etmeyi ve atalarının dinine dönmeyi kabul etmedi. Öfkesinden deliye dönen annesi, Mus’ab’ı evin bir köşesine hapsederek kapısını sıkı sıkıya kilitledi. Mus’ab için zorlu bir hayat başlamıştı.
Hicret Yollarında
Allah ve Rasûlü uğruna ailesi tarafından nice zulme maruz kalan Mus’ab, bir fırsatını bularak hapisten kaçtı ve Habeşistan’a yapılan ilk hicrete katıldı. İman yolunda ailesinden vazgeçen Mus’ab, şimdi de Allah için yurdunu kurban etmiş, muhacir olmuştu.[8] O Habeşistan’ı ne bilir, ailesinden uzakta, gurbetin zor şartlarında nasıl yaşayabilirdi? Fakat iman insana neler yaptırıyor, nasıl bir güç veriyor, sahibini ne kadar da değiştiriyordu…
Habeşistan’da bulundukları sırada, müşriklerin önde gelenlerinin Müslüman olduğuna dair bir haber geldi. Velîd b. Muğîre’nin ve Ebû Uhayha’nın Müslüman oldukları söyleniyordu. Onlar Müslüman olmuşsa herkes Müslüman olmuş demekti. Çok sevindi. Hemen yola çıkıp, arkadaşlarıyla birlikte Mekke’ye döndü. Fakat ne müşrikler Müslüman olmuş ne de Müslümanlara yaptıkları işkenceyi azaltmışlardı. Doğduğu şehre ancak İslâm’ın azılı düşmanı ve yakın akrabası olan Nadr b. Hâris’in himayesinde girebildi.[9]
Kureyşlilerin Müslümanlara yaptıkları baskı dayanılmaz bir hâl alınca yeniden Habeşistan’a hicret etmek zorunda kaldı. O imanı, samimiyeti ve güzel ahlakı ile görenleri kendisine hayran bırakıyordu. Dostlarından Âmir b. Rebîa anlatıyor:
“Mus’ab b. Umeyr Müslüman olduğu günden Uhud’da şehit oluncaya kadar benim arkadaşımdı. Habeşistan’a yapılan her iki hicrette de beraberdik. Ben onun kadar güzel huylu, onun kadar uyumlu bir kimse görmedim.”[10]
Mekke’ye döndüğünde üzerinde yamalı, kaba elbiseler vardı. Ayağında Hadramevt’ten getirilen ayakkabılar yoktu artık.[11] Ama yüzünde İslâm’ın nuru, yüreğinde Allah’ın mümin kullarına bahşettiği huzur ve mutluluk vardı.
İslâm Davetçisi
Yüce Rabbimiz, Mekke’de zulme uğrayan müminleri, Habeşistan’da dua eden muhacirleri ve Taif’te taşlanan Rasûlünü Medineli Müslümanlarla sevindirdi. Akabe’de biat eden on iki kahraman, yurtlarına döndükten sonra Efendimiz aleyhisselâm’a bir mektup yazdılar. Muâz b. Afra ve Râfi b. Mâlik’in getirdiği mektupta Medineli Müslümanlar Peygamber Efendimizden kendilerine Kur’ân okuyacak, İslâm’ı öğretecek, namaz kıldıracak ve insanları İslâm’a davet edecek bir öğretmen, bir davetçi göndermesini istiyorlardı.
Allah Rasûlü, İslâm’ın ilk öğretmeni olma şerefini genç Mus’ab’a verdi.[12] O hitabeti güçlü, güler yüzlü, samimi bir kimseydi. Ayrıca o güne kadar nazil olan âyet-i kerimeleri ezbere biliyordu. Allah’a çağıran, salih amel işleyen özü ve sözü güzel davetçi Medine’ye hareket etti.
Mus’ab’ın geldiği günlerde Medine karmakarışık bir hâldeydi. Evs ve Hazrec kabilesi mensupları, üç Yahudi kabilesi ile birlikte yaşıyorlardı. Aslında kardeş çocukları olan Evs ve Hazrec arasında yüzyıla dayanan bir kan davası vardı. Birkaç yıl evvel meydana gelen Buas Harbi’nde her iki kabileden pek çok kişi ölmüştü. Müslüman olanlar dahi birbirlerine soğuk davranıyor, diğer kabileye mensup bir kimsenin namazda imam olmasını hoş görmüyorlardı. Medine’nin, Mus’ab b. Umeyr’e ve onun hayat verici davetine çok ihtiyacı vardı.[13]
Medine Fatihi
Mus’ab Medine’ye vardığında büyük İslâm mücahidi Esad b. Zürâre’nin evine yerleşti.[14] Esad’la birlikte Medine’deki tüm kapıları çalıyor, hurma bahçelerinde toplantılar düzenliyor, bıkmadan yılmadan İslâm’ı anlatıyordu. Medine’nin her evinde İslâm ve İslâm’ın genç davetçisi Mus’ab’ın anlattıkları, onun sözlerinin tatlılığı ve samimiyeti konuşuluyordu. Fakat nasıl Mekke’de Rasûlullahtan ve mesajından rahatsız olanlar varsa Medine’de de Mus’ab’dan ve anlattıklarından memnun olmayanlar, onu insanlar arasına fitne sokmakla suçlayanlar ve öldürmek isteyenler vardı.
Mus’ab onlara gayet nazik bir şekilde davranıyor, onları kendisini dinlemeye ikna ediyor ve sözlerin en güzeli olan Allah kelamını okuyarak Müslüman olmalarına vesile oluyordu. Özellikle Üseyd b. Hudayr ve Sa’d b. Muâz’ın Müslüman olmaları Medine’de İslâm’ın hızla yayılmasını sağladı. Sa’d b. Muâz’ın Müslüman olduğu gün, lideri olduğu Abdüeşheloğullarının tamamı iman etmişti.[15] İleriki yıllarda İslâm’a büyük hizmetler edecek sahâbilerin pek çoğu, Mus’ab b. Umeyr’in davetiyle Müslüman olmuşlardı. Peygamber aleyhisselâm’ın yardımcıları Medineliler, yardımcıların yardımcısı ise Mus'ab b. Umeyr’di.
Medine evleri İslâm’la kucaklaşıyor, putlar kırılıyor, Amr b. Cemûh gibi en tutucu putperestler dahi Müslüman oluyordu. Şehirde yaşayan Arapların büyük kısmı hak dine teslim olmuştu. Mus’ab Medine’yi tatlı dili, samimiyeti ve bütün kalbiyle okuduğu Kur’ân-ı Kerim’le fethediyordu. Bu şehir kılıçların değil, Kur'ân’ın fethettiği şehirdi.[16] Medine halkı Mus’ab’a Kur’ân okuyucusu anlamında “el-Mukrî” diyorlardı.[17] Mus’ab’ın Medine’den gönderdiği haberler Efendimizin yüzünde tebessüm, Bilâl’in, Ammâr’ın yüreğinde umut oluyordu. O yıl Müslümanların sevinç yılıydı.[18]
İlk Cuma Namazı
Rasûl-i Ekrem’e haber gönderen Mus’ab, Cuma günü Müslümanları toplamak ve namaz kıldırmak istediğini bildirdi. Efendimiz cevaben gönderdiği mektupta; Cuma günü Müslümanları toplamasını, iki rekât namaz kılarak Allah’a yaklaşmaya çalışmalarını ve onlara hitap etmesini emretti. Mus’ab, Sa’d b. Hayseme’nin evinde topladığı on iki kişiye ilk Cuma namazını kıldırdı. İslâm tarihinde kılınan ilk Cuma namazının imamı Mus’ab b. Umeyr olmuştu.[19] İslâm’ın genç davetçisi kısacık hayatına ne büyük hizmetler, ne güzellikler sığdırmıştı! Allah Celle fedakâr ve samimi kulunun gayretine bereketler yağdırıyordu.
Hac mevsimi geldiğinde Medineli Müslümanlarla birlikte Mekke’ye, Efendimizin yanına geldi. Bir yıl boyunca yaptıklarını ve Medine’deki son durumu anlattı. Onun sözleri Efendimiz aleyhisselâm’ı çok memnun etti.[20] İkinci Akabe Biatı’nın hazırlanmasında, Medine’nin İslâm ile kucaklaşmasında ve şehrin Efendimizin hicreti için uygun bir hâle gelişinde Mus’ab’ın büyük emeği vardı. Müslümanlar ona “Mus’abu’l-Hayr” diyorlardı.[21]
Anneciğim, Ben Seni Seven Bir Nasihatçiyim
Mus’ab Mekke’ye geldiğinde ilk iş olarak Allah Rasûlünü ziyaret etmişti. Bu durum annesini kızdırmış, Mus’ab hakkında ileri geri konuşmasına sebep olmuştu. Müşrik anne oğlunun hayırsız ve nankör olduğunu söylüyordu. Mus’ab ise “Rasûlullahtan önce herhangi bir kimseyi ziyaret edemezdim.” demiş ve Efendimizle görüşmesinden sonra annesinin yanına gelmişti. O ve arkadaşları Allah’ın Rasûlünü her şeyden çok severlerdi.
Hunâs binti Mâlik, oğlunu yine eski dinine, putlara tapmaya davet edince Mus’ab “Ben Rasûlullahın dini olan İslâm üzereyim. Allah, kendisi ve Rasûlü için bu dinden razı olmuştur.” cevabını verdi. Annesi “Sen Habeşistan’a gittin ben ağladım, sen Medine’ye gittin ben gözyaşı döktüm, kıymetini bilmedin.” deyince Mus’ab “Siz ne kadar uğraşsanız da ben dinimden dönmeyeceğim.” dedi. Annesi onu hapsetmek istediyse de imanındaki kararlılığını görüp bundan vazgeçti. Annesi ağlamaya başlayınca Mus’ab da ağladı ve “Anneciğim, ben seni seven bir nasihatçiyim.” dedi ve onu İslâm’a çağırdı. Fakat Hunâs binti Mâlik’in yüreği kaskatı olmuştu. “Karanlıkları delen yıldızlara and olsun ki, senin dinine girip halkın üzerime gülmesine, aklımı zayıf görüp beni ayıplamalarına razı olamam.” diyerek oğlunun isteğini reddetti.[22]
Medine’yi İslâm’la buluşturan Mus’ab çok sevdiği annesinin inatçı bir müşrik olarak kalmasına çaresizce boyun eğdi. Hz. İbrahim babası için, Muhammed aleyhisselâm amcası için nasıl üzüldüyse Mus’ab da annesine o denli yandı. Rabbim hidayeti dilediğine verirdi.
Mekke’de üç ay kalan Mus’ab daha sonra Medine’ye hicret etti. Muallim olarak geldiği şehre muhacir olmuştu. Berâ b. Âzib’in ifadesine göre Medine’ye ilk önce Mus’ab b. Umeyr gelmiş, onu Abdullah b. ibni Ümmü Mektûm takip etmişti.[23]
Sevgili Peygamberimiz hicretten sonra Sa’d b. Muâz’ın evine misafir olan Mus’ab’ı[24] ensardan Ebû Eyyûb el-Ensarî[25] ve muhacirlerden ise Sa’d b. Ebi Vakkas ile kardeş ilan etti.[26]
Bir zamanlar giyim kuşamı ve zenginliğiyle insanların imrendiği Mus’ab, artık sade ve mütevazı bir hayat yaşıyor, günlerini Rabbine ibadetle, namaz ve zikirle geçiriyordu.
Bir gün Allah Rasûlü ve arkadaşları mescitte oturdukları sırada Mus’ab b. Umeyr çıkageldi. Üzerinde yırtılmış eski bir elbise vardı. Elbisesindeki yırtığı, bir postun parçasıyla yamamıştı. Efendimiz onun bu durumuna çok üzüldü. Sahabîlerden bazıları gözyaşlarını tutamadı. Peygamber Efendimiz arkadaşlarına şu suali sordu:
- Ne dersiniz, sabah akşam kıyafet değiştirdiğiniz, sofranızda bir tabağın kaldırılıp bir tabağın konulduğu, Kâbe’nin örtüsü gibi evlerinizi örttüğünüz günler geldiğinde sizin hâliniz nasıl olur?
- Ya Rasûlallah! Bizler bolluğu ve rahata kavuşmayı elbette arzularız.
- O günler gelecek. Ama sizin bu hâliniz o günkü hâlinizden daha hayırlıdır.[27]
Lüks ve konforlu bir hayat, marka elbiseler ve lezzetli yiyecekler hayatın amacı olamaz. Tüm bunlara sahip olmak için hırslanmak, başkalarıyla kıyasıya mücadele etmek insanı mutlu edemez. Daha zengin olmak için girişilen hiçbir yarışın galibi olmamıştır. Mus’ab b. Umeyr bunları elinin tersiyle itmiş, mutluluğu Rabbine teslim olmakta, Onu zikredip Onun rızası için yaşamakta bulmuştur. Zaten kalplere huzur veren Allah’ı zikretmek değil midir?[28] Onu bulanın kaybettiği ya da muhtaç olduğu başka bir şey var mıdır?
İslâm’ın Sancaktarı
Bedir Savaşı’nda Efendimiz İslâm Ordusu’nun sancağını Mus’ab b. Umeyr’e verdi.[29] Savaş bitip Müslümanlar kesin bir zafer kazandığında müşriklerden yetmişi öldürülmüş, yetmişi de esir alınmıştı. Bu esirler arasında Mus’ab’ın kardeşi Ebû Aziz de vardı. Mus’ab kardeşini esir alan sahâbiye bu esiri sıkı bağlamasını, zira annesinin çok zengin olduğunu ve onu kurtarmak için Müslümanlara fidye verebileceğini söylemişti. Kulaklarına inanamayan kardeşi bu söylediklerinden dolayı kendisini kınadığında, Mus’ab asıl kardeşinin onu esir eden Müslüman olduğunu ve İslâm kardeşliğinin diğer bağları koparıp attığını söyledi.[30]
Savaş sonrasında öldürüleceğini anlayan müşrik lider Nadr b. Hâris de ondan akrabalık bağını gözetmesini ve kendisi için şefaatçi olmasını istediğinde, vaktiyle Efendimize ve Müslümanlara yaptığı işkenceleri hatırlatarak bu talebini reddetti.[31] Hayatı İslâm olan Mus’ab İslâm’ın dışındaki hiçbir şeye yakınlık duymuyordu.
Allah’a Verdiği Sözü Tutan Bir Kahraman
Bedir’de ağır bir yenilgiye uğrayan müşrikler ertesi yıl Uhud’da Müslümanların karşısına çıktılar. İntikam ateşiyle yanan orduda Mus’ab’ın annesi Hunâs binti Mâlik de yer alıyordu.[32] O kimden neyin hıncını almaya gelmişti? Efendimiz Müslümanların beyaz sancağını[33] yine Mus’ab b. Umeyr’e verdi.[34] O gün Mus’ab İslâm’ın sancağını dalgalandırıyor, düşman safları arasına kahramanca dalıyordu. Düşman sancaktarlarından Ertâd’ı da Mus’ab öldürmüştü.[35] Şehadete susamış müminlerin karşısında müşrikler tutunamamış, savaş meydanından kaçıyorlardı. Fakat tam bu sırada Efendimizin Ayneyn Geçidi’ne yerleştirdiği okçular yerlerini terk etti.
Okçuların savaş meydanına indiğini gören Halid b. Velid onların boşalttığı tepeyi geçerek İslâm ordusunu arkadan çevirdi. Beklenmedik bir saldırıya uğrayan Müslümanlar ne yapacaklarını şaşırmışlardı. İslâm ordusundaki karışıklığı ve Halid’in hücumunu gören müşrikler geri dönmüş, Müslümanlar çok zor duruma düşmüşlerdi.
İslâm ordusu dağılıyor, Efendimiz Müslümanları toparlamaya çalışıyor, onlara sesleniyor ama Müslümanlar Onu duymuyorlardı. İşte bu sırada müşriklerden bazıları Efendimizi öldürmek üzere yemin ettiler. Bunlardan birisi olan Abdullah b. Kamîe, Efendimiz zannederek, İslâm sancaktarı Mus’ab b. Umeyr’e saldırdı ve kılıcıyla Mus’ab’ın sağ elini kopardı.[36] Canının nasıl da yandığını umursamayan Mus’ab, hemen sancağı sol eline aldı. İslâm’ın sancağı yere düşemezdi. İbn Kamîe yeniden saldırdı ve bu sefer Mus’ab’ın sol elini kopardı. Rasûlün sancağı yere düşer miydi hiç! Sancağı göğsüne bastırdı. Dilinden “Muhammed ancak bir rasûldür. Ondan önce de nice peygamberler gelip geçmiştir.”[37] sözleri dökülüyordu. İbn Kamîe nihayet mızrağıyla Mus’ab’ı şehit etti.[38] Mus’ab şehit olurken Rabbine Rasûlünü koruması için dua ediyordu.
Savaşın sonlarına doğru Efendimiz aleyhisselâm bir elinde sancağı diğerinde kılıcıyla düşmanla savaşan Mus’ab’ı görmüş ve “İlerle ey Mus’ab!” diye buyurmuştu. Buna karşılık, ben Mus’ab değilim ya Rasûlallah, cevabını alınca Mus’ab b. Umeyr’in şehit olduğunu ve bir meleğin onun kılığına bürünerek sancağı taşıdığını anlamıştı.[39] Mus’ablar yıkılıp yere düşebilir fakat dava yaşamaya, sancak dalgalanmaya devam ederdi. Mus’ab’dan sonra İslâm sancağını Hz. Ali’nin taşıdığı da rivayet edilmektedir.[40]
Mus’ab şehit düşerken düşman saflarında bulunan annesinin yüreği yandı mı hiç bilinmez ama Sevgili Peygamberimiz onun şehadetine çok üzüldü. Onun yoksul hâlini ve mütevazı hırkasını görünce bir zamanlar en güzel giysileri giyen, en güzel yemekleri yiyen bu genç adamın Allah ve Rasûlünün sevgisini anne babasına ve her şeye tercih ettiğini söyledi.[41] Sonra Mus’ab’ın mübarek naaşının başında şöyle buyurdu: Ben seni Mekke’de gördüğümde senden daha zarif elbiseler giyen, senden daha güzel ve uzun saçlı kimse yoktu. Şimdi sen bir hırka içinde saçı başı dağınık bir hâldesin.[42]
Efendimiz aleyhisselâm çok üzgündü, ağlıyordu. Uhud şehitlerine hitaben: Allah’ın Rasûlü kıyamet günü sizin Allah katında şehitler olduğunuza şehadet edecektir.[43] “Ben şehadet ederim ki siz Allah katında dirisiniz.” buyurdu. Sonra ashabına yöneldi ve şu vasiyette bulundu: “Ey insanlar! Onları ziyaret ediniz, onlara selam veriniz. Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, kıyamete kadar her kim onlara selam verirse onlar selamını alır ve bu selamı iade ederler.”[44] Allah’ın selamı, rahmet ve bereketi Uhud’un kahraman şehitlerinin ve tüm şehitlerimizin üzerine olsun.
Fahri Kâinat Efendimiz daha sonra Uhud şehitleri hakkında şu âyet-i kerîmeyi okudu: “Müminler içinde Allah’a verdikleri sözde duran nice erler vardır. Onlardan kimi sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir. Kimi de şehitliği beklemektedir. Onlar hiçbir şekilde sözlerini değiştirmemişlerdir.”[45]
Bir Kefeni Bile Olmadı
Mus’ab radıyallahu anh şehid düşünce vücudunu saracak bir kefen bulunamadı. Hırkasıyla başını örttüklerinde ayakları, ayaklarını örttüklerinde ise başı açıkta kalıyordu. Efendimizin emriyle ayakları izhir otlarıyla örtüldü.[46]Mus’ab, kardeşi Ebû Rûm b. Umeyr ve Suveybit b. Amr tarafından defnedildi.[47]
Ebû Abdullah Mus’ab b. Umeyr radıyallahu anh vefat ettiğinde kırk yaşının biraz üzerindeydi.[48] Orta boylu, uzun saçlı ve çok yakışıklıydı.[49] Hanımı Hamne bint Cahş, Efendimizin hanımı Zeyneb’in kardeşiydi.[50] Allah Rasûlünün bacanağı olan Mus’ab’dan geriye Zeyneb isimli bir kızı[51] ve onu çok seven, onun gibi olmayı hayal eden koca bir ümmet kaldı.
[1] İbn Sa’d, et-Tabakât, III,116; İbn Hacer, el-İsâbe, X, 184; Nevevî, Tehzîbu’l-esmâ ve’l-lugât, II,96.
[2] İbn Hacer, el-İsâbe, X,183; Hüseyin Algül, “Musab b. Umeyr”, DİA, XXXI, 226; Ahmet Lütfi Kazancı, “Abdüddâr”, DİA, I, 177.
[3] İbn Sa’d, et-Tabakât, III, 116; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ğâbe, V, 176; İbn Abdülber, el-İstî’âb, IV, 1474.
[4]İbn Sa’d, et-Tabakât, III,116; İbn Abdülber, el-İstî’âb, IV,1474; Muhammed Hasan Bureyğış, Mus’ab b. Umeyr, 42.
[6] İbn Sa’d, et-Tabakât, III,116; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ğâbe, V, 175; İbn Abdülber, el-İstî’âb, IV, 1474.
[7] İbn Sa’d, et-Tabakât, III, 116; Belâzûri, Ensâbu’l-eşrâf, IX, 406; İbn Abdülber, -İstî’âb, IV, 1474.
[8]İbn Hişâm, es-Sîre, I, 344; İbn Sa’d, et-Tabakât, III, 116; İbn Hacer, el-İsâbe, X, 183; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ğâbe, V, 175.
[12] İbn Hişâm, es-Sire, II, 76; İbn Sa’d, et-Tabakât, III, 118; İbn Hacer, el-İsâbe, X, 184; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ğâbe, V, 175; Efendimiz’in Musab’ın ardından Medine’ye Abdullah b. İbn Ümmü Mektûm’u da gönderdiği rivayet edilmektedir; Semîra ez-Zâyed, Muhtasarü’l-câmi’ fî’s-Sîrati’n-nebeviyye, I, 245; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-evliyâ, I, 107.
[14] İbn Sa’d, et-Tabakât, III, 118; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-evliyâ, I, 107; Nevevî, Tehzîbu’l-esmâ ve’l-lugât, II,96.
[15] İbn Hişâm, es-Sîre, II, 78-80; Semîra ez-Zâyed, Muhtasarü’l-câmi’ fî’s-Sîrati’n-nebeviyye, I, 245-246.
[19] İbn Sa’d, et-Tabakât, III, 118; İbn Abdülber, el-İstî’âb, IV,1473; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ğâbe, V, 176; İslam’da ilk Cuma namazını Es’ad b. Zürare’nin kıldırdığı da rivayet edilmektedir; Semîra ez-Zâyed, Muhtasarü’l-câmi’ fî’s-Sîrati’n-nebeviyye, I, 246-247; Nevevî, Tehzîbu’l-esmâ ve’l-lugât, II, 96.
[20] İbn Sa’d, et-Tabakât, III, 119; Semîra ez-Zâyed, Muhtasarü’l-câmi’ fî’s-Sîrati’n-nebeviyye, I, 248.
[22] İbn Sa’d, et-Tabakât, III,117; Semîra ez-Zâyed, Muhtasarü’l-câmi’ fî’s-Sîrati’n-nebeviyye, I, 248.
[23] İbn Sa’d, et-Tabakât, III, 117; İbn Abdülber, el-İstî’âb, IV, 1473-1474; Ebû Nuaym, Marifetu’s-sahâbe, V, 2556.
[37] Âl-i İmrân Sûresi 3/144. Bu ayet henüz nazil olmadan Mus'ab’ın ağzından bu ifadenin çıkması ayrı bir değer taşımaktadır. Bkz. İbn Sa’d, et-Tabakât, III, 120-121.
[42]İbn Sa’d, et-Tabakât, III, 116; Hâkim, el-Müstedrek, III, 221; İbn Abdülber, el-İstî’âb, IV,1474.
[44] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ğâbe, V, 177; İbn Sa'd, et-Tabakât, III, 121; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-evliyâ, I, 108.
[45] Ahzâb Sûresi 33/23; İbn Sa’d, et-Tabakât, III, 121; Hâkim, el-Müstedrek, III,221; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ğâbe, V, 176.
[46] Buhâri, “Cenâiz” 27;İbn Sa’d, et-Tabakât, III, 121; İbn Hacer, el-İsâbe, X, 184; İbn Abdülber, el-İstî’âb, IV, 1474-1475.
[47] İbn Sa’d, et-Tabakât, III, 122; Semîra ez-Zâyed, Muhtasarü’l-câmi’ fî’s-Sîratü’n-nebeviyye, I, 443.
Comments
çok güzel birsey
Submitted by esra on Mon, 03/16/2015 - 20:04Tebrik ederim hocam, selam ve
Submitted by cafer acar on Sun, 04/17/2016 - 14:15Add new comment