قَالَ هَارُونُ بْنُ مُعَاوِيَة : كَانَ الرَّجُلُ فِي الْجَاهِلِيَّةِ يُرَبِّي كَلْبَهُ وَيَقْتُلُ وَلَدَه
Harun ibni Muâviye demiştir ki:
“Cahiliye adamı köpeğini besler büyütür, çocuğunu öldürürdü.” [1]
“Cahiliye adamı”, hiç kuşkusuz, öncelikle İslâm öncesi dönemde yaşamış kişi demektir. Tarihî açıdan gerçek budur. Muhteva noktasından hareketle bir tanımlamaya gidecek olursak, her halde, “İslamsız bir hayatın sahibi“, “İslâm’ın aydınlığına kavuşamamış” ya da “gözlerini yumup o aydınlığı görmek istememiş, kendi karanlık dünyasında kalmayı yeğlemiş kişi”ye de “cahiliye adamı” denilebilir.
Bu tanımda takvimin gösterdiği yılların hiç bir önemi yoktur. Yıl, milâdî 494 de 1994 de 2004 de olabilir. Hatta yaşanılan coğrafyanın da hiç bir değeri yoktur. Avrupa ülkeleri, Afrika ormanları, Amerika yaylakları, Asya stepleri, Anadolu bozkırları ve Arabistan çölleri aynıdır. Netice değişmez.
Çağa ve çevreye gerçek kimliğini veren ne tarih ne de coğrafyadır. Tam aksine insanoğlunun sahip bulunduğu inanç değerleri ve o inançların gereği olarak ortaya koyduğu davranışlardır. Yani önemli ve belirleyici olan, insanın, hayatı nasıl yorumladığıdır. Bu sebeple “Zaman kötüleşti derler, oysa kötüleşen zaman değil, insanlardır.“ denilmiştir.
Sözünü ettiğimiz bu yorum, insanın Rabbi ile olan ilişkilerinde odaklaşır ve oradan hayatın tüm alanlarına yansır. Bu demektir ki zamanı, cahiliye ve İslâm dönemi diye birbirinden çok farklı iki devreye ayıran ana unsur, inanç değerleridir. Bu sebeple kişilerin, yaşadıkları tarih kesitine, coğrafyaya bakılmaksızın “cahiliye adamı” ya da “İslâm insanı” nitelemesine tâbi tutulmalarında asıl ölçü, tek kelime ile İSLÂM‘dır. Daha doğrusu, kişilerin İslâm’dan ne ölçüde nasibedâr olduklarıdır. Ebû Cehil, İslâm’dan önce de İslâm’dan sonra da “cahiliye adamı”, hatta lideridir. Ama Ebû Bekir, İslâm’dan önce “cahiliye adamı”, İslâm’dan sonra “İslâm insanı” ve daha sonra Müslümanların halifesi, devlet başkanıdır. Demektir ki cahiliye ve İslâm aynı anda yaşanabilen iki ayrı muhteva, iki ayrı dünyadır. Zaman tünelinde kalmış iki kesitten ibaret değildir.
Bu değerlendirmelerimizin canlı delilleri, günümüzde İslamsız bir hayatı yaşayanların, -aradaki asırlara rağmen- cahiliye adamı ile aynı davranışları paylaşmalarıdır. Kültür kaynaklarımız, İslâm öncesinde yaşamış olan cahiliye adamının tavır ve davranışlarını büyük ölçüde bize nakletmektedir. Bunların büyük bir kısmı ya aynen ya biraz şekil değiştirmiş, ya da daha fazla yaygınlık kazanmış olarak günümüzün İslamsız muhitlerinde görülmektedir. İşte bunlardan biri, yazımıza konu aldığımız anlatımda (rivayet) çok çarpıcı biçimde ifadesini bulmaktadır: “Cahiliye adamı köpeğini besler-büyütür, çocuğunu öldürürdü.“
Konuyu daha detaylı olarak değerlendirebilmek için, bu tesbitin, içinde bulunduğu anlatımın tamamına bir göz atmak gerekmektedir:
“(Mücâhid dedi ki) mevlâm (yani beni azad eden efendim) bana şöyle haber verdi. Ailesi onu, içinde kaymak ve süt bulunan bir tasla tanrılarına gönderdiler ve onlardan korktukları için, kaymağı yemememi bana tembih ettiler. (Ben de tası götürüp putların önüne koydum). Sonra bir köpek geldi, kaymağı yedi, sütü içti, ardından da putun -ki bu İsaf ve Nâile putuydu- üzerine işedi.
Harun b. Muâviye dedi ki; cahiliye döneminde adam yolculuğa çıktığı zaman beraberinde, üçünü tenceresi için (saç ayağı gibi kullanacağı), birine de tapacağı dört taş alırdı. (Cahiliye insanı) köpeğini besler-büyütürdü ama çocuğunu öldürürdü.“
Değerli meslektaşım sayın Prof. Dr. Abdullah Aydınlı‘nın tercümesiyle[2] verdiğim bu rivayet, hadis usulü ifadesiyle maktu’ bir rivayettir. Muhaddis Dârimî’nin hocası Harun ibni Muâviye’nin bir tespitidir. Bu tespit, dünü aktardığı kadar günümüzü de anlatmaktadır. Zira çocuğunu değişik çağdaş yöntemlerle öldüren ama köpeğine kazancının önemli bir bölümünü harcamaktan çekinmeyen, sevgisini köpeğine yönelten günümüz insanları ile “cahiliye adamı”nın sevgi ve ilgi sapıklığı arasında şaşırtıcı bir paralellik bulunmaktadır.
“Hayvanseverlik”, hatta ne idüğü belirsiz “çağdaşlık” iddiaları, bu “cahiliye adamı” psikolojisi ve davranışını hoş göstermeye yetmemektedir. Bu, açıkça inançlar, duygular ve davranışlardaki büyük bir sapmayı ortaya koymaktadır. İşin bir başka boyutunda da haksız yere, anlamsız gerekçelerle telef edilen çocukların dramı bulunmaktadır. İnsanın, kendi nesline karşı bu derece kıyıcı, köpek bakıcılığına da bu ölçüde düşkün ve meraklı olmasını anlamak gerçekten mümkün değildir.
Ne ilginçtir ki, dünyanın bazı merkezlerinde köpekler arası güzellik yarışmaları düzenlenirken, dünya çapında bir organizasyonla Kahire’de nüfus planlaması, yani geliştirilmiş metotlarla çocuk katliamı toplantısı yapılıyordu. “Cahiliye adamı” fikriyatı, bir İslâm şehrinde kendisine meşruiyet kazandırmaya çalışıyordu.
İslamsız insanların dünkü ve bugünkü düşünce ve davranışları arasında, nitelik değil, maalesef aleyhte gelişen bir kapsam farkı bulunmaktadır. Köpekseverlik gerekçesiyle oluşturulan ekonomik ve cinsel sektörler bu kapsamın çok farklı iki boyutunu ortaya koymaktadır.
Çocuğuyla paylaşamadığı dairesini, arabasını, hatta yatağını, köpeğine açan erkek ve kadınların bu çağda, falanca ülkede yaşamakta olmaları “cahiliye adamı” olmak bakımından hiç bir şeyi değiştirmeye yetmez. Kimse kendi kendisini ve başkalarını aldatmaya kalkmasın…
İslamsızlık en büyük ve en temelli derttir. Bu derdi İslâm’dan başka hiç bir şeyle tedavi etmek de mümkün değildir. Hiç bir gerekçe ve hiç bir iddia bu gerçeği asla değiştiremez.
Topyekûn dünyalılar olarak hepimiz tek bir şeye, Allah’ın razı olduğu mükemmel din İSLÂM’a muhtacız. “İslâm insanı” olmak zorundayız. Çağdaş “cahiliye adamı” olmakla elde edeceğimiz hiç bir iyilik ve erdem yoktur. Ama ödeyeceğimiz fatura ağır, bedel büyüktür.
* Bu yazı hocamızın izniyle ‘Hadislerle Gerçekler’ adlı eserinden alınmıştır.
[1] Dârimî, Mukaddime 1 (3.hadis)
[2] bk. Sünen-i Dârimî,(trc ve şerh: A. Aydınlı), I,77, İstanbul, l994 (Madve Yayınları)
Add new comment