Hüzün; bir yağmurun tıpırtısında kaybedilmişlerin ayak seslerini duymaktır. Ya daanlatamadığımız düşünceler, hissettiremediğimiz duygular sebebi ile yitip giden mutluluklardır. Gelecek adına endişeler, geçmiş adına pişmanlıklardır. Gözlerimizdeki yaş ya da dilimizdeki sitemdir.
Bizim hüznümüz; hayatımıza dair, bize ait ve küçük dünyalarımız içindir.Ya Gönüllerimizin Sultanı Efendimiz (s.a.s)’in hüznünelere yönelikti? Hüznü’n-Nebi’de ne sırlar gizli idi?
Bir beşer olarak elbette ki hüzünleri vardı. O (s.a.s) mükemmel bir eş, sevgi dolu bir baba, merhametli bir dede, akrabalarını görüp gözeten vefalı bir kimse idi. Hayatı boyunca karşılaştığı sıkıntılar ve kayıplar pek az insanın kaldırabileceği ağırlıktaydı. Allah’ın en sevgilisi, en çetin sınavlarda, korunması gereken ölçüleri ortaya koyuyordu.
Hüzün yılında; kendisini yetiştiren, her şartta destekleyen, bir zarara uğramaması için kendisine göz bebeği gibi bakan çok sevgili amcası Ebu Talib’i kaybetmişti. Henüz bu üzüntünün tesirinde iken en büyük sığınağını, destekçisini, hayat arkadaşını, kıymetli eşi Hz. Hatice (r.anha) annemizi yitirmişti.
Bir baba olarak en ağır imtihanlardan geçiyordu. Hz. Fatıma (r.anha) hariç bütün evlatları kendisinden önce vefat etmiş ve hepsini de kendi elleri ile defnetmek durumunda kalmıştı. Çocuklarımıza karşı hissettiğimiz yoğun sevgiyi düşündüğümüzde bunun insan kalbini ne denli yoran bir zorluk olduğu ortadadır.
Enes b. Malik (r.a) anlatıyor: Hz. Peygamber’in oğlu İbrahim can çekişiyordu. Rasûlullah'ın (s.a.s) gözleri yaşardı. Abdurrahman ibnAvf bu durumu görünce;
- Ey Allah'ın Rasûlü, bela ve musibet zamanında halk sabretmeyebilir, fakat siz de mi, diye hayretini ifade etti. Rasûlullah (s.a.s);
- Ey İbnAvf, bu (gördüğün) hal, (babanın çocuğuna duyduğu) rikkat ve şefkattir, buyurdu. Sonra gözyaşları birbirini takip etti. Bu defa da Nebî (s.a.s):
- Göz ağlar, kalp hüzünlenir. Biz, Rabbimizin razı olacağı sözden başka bir kelime ile hüznümüzü ifade etmeyiz. Ey İbrahim, biz, seni kaybetmekten son derece mahzun ve mükedderiz, diye hislerini dile getirdi.
Efendimiz (s.a.s) bu derin hüznün karşısında dahi korunması gereken ölçüyü ortaya koymuş, isyan ve şirke düşmeden elemlerin, kederlerin ifade biçimini göstermiştir.
O (s.a.s) gönül ağrıtan bu ince sızıyı sadece bir baba olarak değil bir dede olarak da hissetmiş ciğerparesi torununun vefatında da benzer şekilde gül yanaklarına mübarek gözyaşları inci gibi dizilmişti.
Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in hayatında en derin hüzünlerden birisi de şüphesiz Uhud Savaşı’nda Hz. Hamza’nın şehid edilmesi ve cesedine hiçbir insan için düşünülemeyecek şekilde işkence yapılması idi. Bu manzaranın verdiği hüzün, sadece acıyı değil bu vahşete duyulan öfkeyi de artırıyordu. Bu acı ve hüzün sadece o mübarek nurlu kalpte değil belki tüm kâinatta derin bir iz bırakıyordu. Öyle hüzünler vardı ki ne olursa olsun asla izi silinmiyordu…
O’nun(s.a.s) her insanın gönül teline dokunan bu hüzünlerinin yanında öyle büyük bir gamı, kederi vardı ki; kendisini bu yükün altında perişan ediyor, üzüntü içinde kavruluyordu. İlahî teselliyi alacak kadar dertliydi:İnsanlar türlü sebeplerle İslam’a davettenuzak kalıyor, kıramadıkları nefsi nedenlerle inkâr ve küfür içinde ayak diriyorlardı. “Onlar inanmayacaklar diye nerede ise kendine kıyacaksın.”(Şuara 26/3)“ Ey Peygamber, küfre koşanlar seni üzmesin.” (Maide5/41) Onların söylediklerinin seni hüzünlendireceğini elbette biliyoruz; doğrusu onlar seni yalancı saymıyorlar fakat zalimler Allah’ın ayetlerini bile bile inkâr ediyorlar” (En’am6/33)”İnkârcınıninkârı seni hüzünlendirmesin...”(Lokman 31/23)
Nebiler Nebisi (s.a.s) her bir insanın sorumluluğunu içinde yaşıyor, bu davaya gönül vermeyenler için hüzünleniyor, onlar adına perişan oluyordu. Tek arzusu herkesin kurtulması, herkesin iman neşesine kanması, ahiret güllerini herkesin dermesiydi. O’nun derdi büyüktü… Hüznü daimdi… Lakin hep ümit içerisinde dua ve yakarışta idi… Taif dönüşünde ağır eziyet ve hakaretlere rağmen gönlü bu denli şefkat ve merhametle yoğrulmuş Sevgililer Sevgilisi,durumunu Rabbine arzediyor ve belki tek bir kişinin iman etme ihtimali ile teselli buluyordu.İşte; esas hüznü, derin ve daim kederi, böylesine ulvî, böylesine Rauf ve böylesine kuşatıcı bir sebebe münhasırdı.
Efendimiz (s.a.s) ümmetine de çok düşkündü. Ashabının sıradan günlük sıkıntılara uğramasına dahi üzülür, hayatın tüm yükünü onlarla ortaklaşa taşırdı.“Sizin güçlüğe uğramanız ona çok ağır gelir” (Tevbe9/128) ayeti ile O’nun (s.a.s) nazarında insanların ne kadarbüyük bir sevgi ve muhabbetle kuşatıldığını görüyoruz. Bu yönünü Rasûlullah Efendimiz (s.a.s):“Hüzün, ayrılmaz arkadaşımdır, gam ve kederim ise, ümmetime yöneliktir.”buyurarak ortaya koymaktadır.
Ya Rasûlallah!Bugün içimizi yakıp kavuran bir derde derman arıyoruz… Seccademize yapışıp hâlimizi Allah’a arz etmeyi unutuşumuza yanıyoruz… Senin en büyük hüznünü, insanlığın hâlini, bu dine hizmet edebilme idealini yitirdik, buna ağlıyoruz…
Af da senden Alah’ım, inayet de… Bizleri Rasûlü’nün derdi ile dertlendir Allah’ım…
Ya Habîballah! Seni en çok üzenbu elemi yok etmeye muvaffak olamadık… Korkunç bir tehlike olan tefrikaya duçar olan ümmetin, Senin hüznünü paylaşamadı. Kendi emellerinin, arzularının tuzağına düştü. Kaygılarını sadece kendi geleceği üzerine kurdu… Bu dava için kaygılanmayı, bu hissiyat ile sahip olduklarından vazgeçebilmeyi başaramadı. Bilal-i Habeşi’nin sesini duyan ashabın, her işini terkedip Sanakoştular, mescidinde dizinin dibinde yer aldılar. Ezan-ı Muhammedî altında tek yürek, tek kanat olup Sana uçtular… Geride bıraktıklarına hiç aldırmadılar…
Biz ise düşündük, geride kalanlara aldandık… Dünyaya kandık… Ayrıldık, paramparça olduk… Şimdi bedelini, yitip giden gücümüz sebebiyle, kaybettiğimiz her bir Müslüman kardeşimizle ödüyoruz… Biz bu dava uğruna hüznü kaybedeli çok oldu… Hayatlarımızdaki küçük neşelere gark olup büyük mutlulukları unuttuk… Keşke; “Hüznümüz, bu muazzez din uğrunadır, gam ve kederimiz ise bu davaya yöneliktir.” diyebilse idik…
Lakin bizler, bu dünyanın neşesine boğulmuşuz, hüzün kimin umurunda!
Yeni yorum ekle