İtikâf, aslına dönmektir. “Elestü bi rabbiküm” sorusuna “belâ” karşılığını vermektir.
İtikâf, kaçmak değil yakınlaşmaktır.
İtikâf, Resûlullah’ın, vefat edinceye kadar terk etmediği sünnetidir.
İman, “Allah’a kul olma andı” demektir. Böyle bir andın sahibi Müslüman’ın Allah’a isyan olan yerde itaatkâr davranması, kendi kendisiyle çelişkiye düşmesi, hakka riayetsizlik etmesi demektir. Bu sebeple o, Allah’a isyan olan bir şeyi adamak ve şayet böyle bir adakta bulunmuşsa onu yerine getirmek hakkına da sahip değildir.
Kul kusursuz olmaz. Kusur işlemek kulun özelliğidir. Kusursuz olan sadece Allah’tır.
Bu durumda kul ne yapmalıdır? Bir günah işledikten sonra pişmanlık duymalıdır. Çünkü Efendimiz aleyhisselâm’ın buyurduğu gibi “Günahın keffâreti, yaptığına pişman olmaktır.”
İnsanlar bu dünyaya şüphesiz ki mal biriktirmek için değil, imtihan edilmek için gönderilmiştir. Mal sevgisi kulun kalbini karartır; kula dünyaya geliş gayesini unutturur. Cömertlik, kararan ve kirlenen kalpleri temizler. Vermekle kişinin malı eksilmez...
“Kâfirûn” küfrü hayat tarzı hâline getirdikleri için ism-i fâil. Zatınız değil sıfatınız benim düşmanım. Kâfir sıfatını taşıdığınız sürece bu ayetin muhatabısınız. Bu hitap onlara hakaret olsun diye veya taarruz için değil onlardan ve onların ahlakından beri olduğumuzu ilan içindir.
İnsan, sözünde durmakla değer kazanır ve kıymet bulur. Unutkan olan insana hatırlatmak gerekir. Allah (cc), “Hatırlat, hatırlatmak mü’minlere fayda verir.”[1]buyurmaktadır. Bu ilâhî hakikatin gereği insana sorumluluklarının hatırlatılması, ona yapılacak en büyük iyiliktir.
“Başka bir gölgenin bulunmadığı kıyâmet gününde, Allah Teâlâ, yedi (sınıf) insanı (arş’ın) gölgesinde barındıracaktır. Âdil devlet reisi, Rabbine kulluk eden, temiz bir hayat içinde serpilip büyüyen genç…”
Namaz ibâdetinin müminlerin hayatındaki etkisi açısından bu hadîs-i şerîf son derece dikkat çekici bir gerçekliği yansıtmakta, fevkalâde güçlü bir kulluk teşvikini içermektedir. Bizim için mi’rac, bu teşvike uyup söz konusu gerçekliği yakalayabilmek olsa gerektir.
*Her mükellefin illa ki kusurlu hâllere bulaşması o kulu tövbeye sevk etmek için ilahî bir yardımdır. Hiç kimse “Ben günahsız bir kulum.” demesin… O; azametli, rahmetli, rahimiyetli tevabiyete karşı boyun büksün, el açsın, gözyaşı döksün ve her gün her vesile ile yalvarsın…