Kul Olmam Sizin Kul Olduklarınıza
KÂFİRÛN SURESİ
LÂ İLÂHE
KUL OLMAM SİZİN KUL OLDUKLARINIZA
İslam’ın yayılmasını engellemek isteyen Mekkeli müşriklerin yeni planı “uzlaşma”. Efendimizin kapıyı aralaması için verebilecekleri her şeyi teklif ettiler önce: Mal, istediği kızla evlendirmek, makam… Karşılarında eğilip-bükülmeyen, duruşunda en küçük bir değişim olmayan Rasûlullah’ı görünce uzlaşı için ellerindeki son kozu kullandılar sonra: “Ey Muhammed! Gel, sen bizim ibadet ettiklerimize ibadet et; biz de senin ibadet ettiğine ibadet edelim ve seni bütün işlerimize ortak edelim. Eğer senin getirdiğin bizim elimizde olandan hayırlı ise o hayırdan nasibimizi almış oluruz. Yok, bizim elimizdeki senin getirdiğinden hayırlı ise sen bu hayırdan nasibini almış olursun.”[1] İyi niyetleri göz yaşartan cinsten!
Amaç uzlaşma görüntüsü altında o onurlu duruşu zedelemek. Ola ki bu tekliflerden birini kabul ederse “Gördünüz mü bakın, Muhammed’in de bir bedeli varmış.” diyecekler ve çözülme başlayacak. Yeter ki kapı aralansın. Gerisi kolay… “Onlar istediler ki sen onlara taviz veresin, buna karşılık kendileri de sana taviz versinler.” (Kalem 68/9)
Teklifler karşısında son noktayı koymak isteyen Allah Rasûlü: “Bekleyin, Rabbim ne diyecek.” diye buyurunca müşrikler “Söylediklerinizi bir tartayım, hesap edeyim. Olabilirliği varsa kabul ederim. Hatta pazarlık bile yapabiliriz.” şeklinde anladılar. Hâlbuki Efendimiz başka teklifle gelmesinler diye elinde bir delil olsun istiyordu. “Bu din benim değil. Ben sadece bir elçiyim. Karar verme yetkisinde değilim.” demek istiyordu aslında.
Ve nihayet Allah desteğini gönderiyor.
“De ki: Ey kâfirler!” (Kâfirûn 109/1)
“De ki”: Sen emir kulusun. Sözün asıl sahibi Sen değilsin Benim. Hem Seni hem de Sana inananları ben inşa ediyorum. Korkma, insanlara ilet sözümü. “Ey Rasûl, Rabbinden sana indirileni duyur, eğer bunu yapmazsan elçilik görevini yerine getirmemiş olursun.” (Mâide 5/67)
“Kâfirûn” küfrü hayat tarzı hâline getirdikleri için ism-i fâil. Zatınız değil sıfatınız benim düşmanım. Kâfir sıfatını taşıdığınız sürece bu ayetin muhatabısınız. Bu hitap onlara hakaret olsun diye veya taarruz için değil onlardan ve onların ahlakından beri olduğumuzu ilan içindir.
Ey, küfrü tabiat hâline getirenler, küfürden nemalananlar!
Ey, kayıtsız şartsız teslim olmayıp imanında pazarlık yapanlar!
İnandıklarını iddia ettikleri Allah’ın, onlara “kâfirler” diye hitap etmesi tüm foyalarını ortaya çıkardı.İmanlarının sahte olduğu foyasını. Bir başkası söylese belki tahammül edemez, saldırırlardı. Ancak Allah’tan gelince bu darbe, elleri kolları bağlandı.
Mukaşkış Suresi
“Kul olacak değilim sizin kul olduklarınıza.
Siz de kulluk edecek değilsiniz benim kul olduğuma.
Ben asla kulluk etmedim sizin kul olduklarınıza.
Siz de kulluk etmezsiniz benim kul olduğuma.
Sizin dininiz size, benim dinim bana.”(Kâfirûn 109/2-6)
Ümitlerini kessinler diye müşriklerin ısrarlarına paralel olarak ret üzerine ret…
Bu sure, kâfirlerin kulluk anlayışından tümüyle uzaklaşmayı ortaya koyduğu için “Teberri”; küfür hastalığını kovalayıp kışkışladığı için “hastalıkları iyi eden, kurutup atan” anlamındaki “Mukaşkış” isimleriyle de anılmıştır.[2] Kelime-i Tevhid’in ilk bölümü olan “Lâ ilâhe”yi Kâfirûn Suresi, “illallah”ı İhlas Suresi beyan ettiği için bu iki sure birlikte düşünülerek “Mukaşkışeteyn” denilmiştir.
İbadet; ilah olarak kabul edilen varlığın, hayatın tüm alanlarında vaz ettiği kuralları kabul etmek ve ona uygun bir hayat sürmektir. Ayetlerde “men” yerine “ma” kullanılması manidardır. “Men” ile şahsın zatı, “ma” ile sıfatı kastedilir. Siz belki Allah’a inanıyorsunuz ancak benim ibadet ettiğim sıfatlara haiz Allah’a değil. O ki tüm kâinatın yaratıcısı, hâkimi. Her tür noksanlıktan uzak. Zatında, sıfatlarında, fiillerinde ortağı yok. Ben de dünya işlerini kullarına bırakan, hukuk bilmeyen, eğitimden anlamayan, Kaf Dağı’nın ardında ulaşılmaz olan, yardımcısı/ortağı olmadan tek başına iş beceremeyen ilahlarınıza kulluk etmiyorum.“De ki: Ben, dinimi yalnız Allah’a halis kılarak O’na kulluk ederim.” (Zümer 39/14)
Meydan Okuyorum Size!
Ey, İslam’ın kuralları bu zamanda geçerliliğini kaybetmiştir, diyenler!
Ey, hayatın bazı alanlarına dini karıştırmayanlar!
Ey, bu dinin kendi değerleriyle yeterli olamayacağını düşünerek ekonomiyi, hukuku, eğitimi, ahlakı, düşünce sistemini …dan alanlar!
Ey, makam, mevki, mal, çevre için imanını gizleyenler/satanlar!
Sınırı çiziyor ve meydan okuyorum size! Çizginin öte tarafında kalanlar, iman ettiğinizi iddia etmeyin artık! Hangi asır, hangi şart, hangi toplumda olursa olsun benim kabul ettiğim İslam; kıyamete kadar tazeliğini koruyacak mükemmel bir düzen getirmiştir. Ne şu an sizin ne de geçmişte atalarınızın icat etmiş olduğu hiçbir kutsalı kabul etmiyorum ve etmeyeceğim. Küfür nasıl sizin karakteriniz, ahlakınız hâline gelmişse sadece Allah’a kulluk da benim için öyle.[3]
Sizin dininiz size benimki bana.
Sizin yönelişiniz, duanız size benimki bana.
Sizin yaşam tarzınız, âdetleriniz size benimki bana.
Sizin hesabınız size benimki bana.[4]
Tabi ki sonucuna katlanmak şartıyla…
Ben Buyum
Ben değerlerime o kadar güveniyorum ki size karışmıyorum. Size şirin görünmek değil amacım. Bu ayrılık sizin için olduğu kadar benim için de gerekli. Köprüleri yıktınız, geçitleri kapattınız. Orta yolda buluşmak, yama yapmak yok artık. Ben sizi doğru yola davet ederim. İman etmemekte direnirseniz yapacak bir şey yok, bana düşen sadece duruşumu netleştirip tebliğde bulunmak. Kâfir olmanız savaş sebebim değil. Benim sınırlarıma geçmediğiniz, inanç dayatması yapmadığınız sürece size bir şey yapacak değilim, serbestsiniz. Bir anlamda din özgürlüğü bildirisi ama sizin dininizden razı olduğum anlamına gelmez bu. Muvahhid bir birey olarak karşınıza dikiliyor ve diyorum ki: “İsteseniz de istemeseniz de batıl yolunuz yok olmaya mahkûm. İslam’ın ziyası her zaman aydınlatmaya devam edecektir. Ama siz yarasa misali bu ışığa tahammül edemez, tek bir Müslüman kalsa onu da ortadan kaldırmak istersiniz.”
Gizli saklı yapmıyorum işimi. Her şeyi net bir şekilde ortaya koyuyorum. Seni de görmezden gelmiyorum. Aynaya bakmanı sağlıyorum ki ne pozisyonda olduğunun farkına varıp da kendine gelesin. Doğru yolda olduğunu zannediyorsun ama hak yol tek. O da Tevhid dini. Musa (a.s)’nın Firavun’a tebliğde bulunması gibi benim de seni uyarmam en temel vazifem. “Dinde zorlama yoktur; irşad vardır. Artık hak batıldan tamamen ayrılmıştır.” (Bakara 2/256)
Elinizden geleni ardınıza koymayın! Pazarlık yapmıyor; açık, kesin ilkelere dayanıyor; Rabbimden başka kimseden korkmuyorum. Nerede benzeşiyor, nerede ayrışıyoruz açıkça gör. Beni böyle anla ve ona göre sen de mevziini belirle. Bir takım doğruların olabilir. Ancak ben seni her şeyinle reddediyorum. Dinin ilâhî boyutunu görmezden gelerek doğrularını alıp yanlışlarını düzeltme yoluna gitmiyorum. İhlas ile yaşamaya çalıştığım dinime bir leke bulaştırmak istemiyorum. Zira bir damla şirk zehri, tüm suyun zehirli olması için kâfidir.
Güne neyi inkâr dolayısıyla neyi kabul ettiğimizi bildirerek başlamak… Aynı düşünce ile günü bitiripmuhasebe yapmak… Allah Rasûlü’nün (s.a.s) sabah ve akşam namazlarının sünnetlerinde, tavaf namazında, uyumadan önce İhlâs ve Kâfirûn surelerini okuması elbet boşuna değil.
Bizlere Gelince…
Taviz verelim diye kâfirlerin bize teklif sunmalarına gerek bile yok. Ayağımıza gelecek değerde bulmuyorlar imanımızı. Vermeyeceklerini bildiğimiz halde şöyle biraz ucundan gösterdikleri dünyalıklara tav oluyoruz. Onlar bunun farkında da ya biz?..
[1] Taberi, Camiu’l-Beyan, XXX/214.
[2] Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, X/7.
[3] İlk ayette “kâfirûn”, 4. ayette de “’âbidûn”un ism-i fail olarak gelmesi bu manayı verir.
[4] Bkz. Yunus 10/41, 104, Mümtehine 60/4, Şuara 26/216, Kasas 28/55, Beyyine 98/5.