Günah ve Teşhir
Kul kusursuz olmaz. Kusur işlemek kulun özelliğidir. Kusursuz olan sadece Allah’tır.
Bu durumda kul ne yapmalıdır? Bir günah işledikten sonra pişmanlık duymalıdır. Çünkü Efendimiz aleyhisselâm’ın buyurduğu gibi “Günahın keffâreti, yaptığına pişman olmaktır.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 289). Daha açık bir söyleyişle, gittiği yolun yanlış olduğunu görüp günahına tövbe etmektir. Günahkâr kimse, şairin dediği gibi:
Tövbe yâ Rabbi hatâ râhınaaz gittiklerime
Bilip ettiklerime, bilmeyip ettiklerime
demelidir.
Allah Teâlâ kullarının günaha meyilli olduğunu çok iyi bilir. Çünkü onları kendisi yaratmıştır. O’nun kullarından beklediği şey, günahlarını bağışlayabilecek yüce bir Mevlâ’ya sahip olduklarını bilmek, yaptığı günahın ardından O’ndan bağışlanma dilemektir. Bu durumu Peygamber Efendimiz şöyle anlatmıştır:
“Canımı kudretiyle elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, siz hiç günah işlemeseydiniz, Cenâb-ı Hak sizi yok eder,
yerinize günah işleyip Allah’tan bağışlanma dileyecek bir millet getirir de onları bağışlardı.” (Müslim, Tevbe 11; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 309).
Bir Müslüman günahlardan sakınmaya, hatalardan uzak durmaya elbette çalışmalıdır. Bu konudaki bütün titizliğine rağmen yine de günah çukuruna düşerse, hemen tövbe ipine sarılmalıdır.
Bu konuda bilinmesi gereken çok önemli iki husus daha vardır:
Biri, yaptığı günahı başkasına anlatmamak, diğeri de, başkasının yaptığını gördüğü bir günahı ifşâ etmemek...
Tabi ki burada sadece yapanı ilgilendiren, başkalarına zarar vermeyen günahlardan söz ediyoruz.
Başkasında gördüğü bir kusuru yaymaya kalkan kimse, önce kendi kusurlarını düşünmelidir. Kendi günahlarını unutup başkasının kusurunu teşhir etmek yani orada burada yaymak İslâm ahlâkıyla bağdaşmaz. Kendisinin nice kusurunu Allah Teâlâ’nın görüp durduğunu bilen kimse, başkasının kusurunu teşhir edemez.
Başkasına Anlatma!
Bazıları bir günah işleyince onu başkalarına söylemeden duramaz. Günahını birine anlatmazsa sıkıntıdan patlayacağını, onu biriyle paylaştığı zaman ferahlayacağını düşünür. Fakat hatasını yaymanın kendisine neler kaybettireceğini hesaba katmaz.
Günahını ona buna anlatan hanımlara Hz. Âişe annemizin pek güzel bir tavsiyesi vardır. Şöyle buyurur:
“Ey Mü’min hanımlar! Biriniz bir günah işlediğinde, Allah da o günahı başkalarından gizlediğinde, yaptığı hatayı birine söylemeden duramaz mı? İnsan günahını başkasına anlatmamalıdır. Çünkü kullar affetmeyi değil ayıplamayı bilir. Allah ise ayıplamaz, affeder.” (İshak b. Râhûye, Müsned [Belûşî], III, 953).
Ayıplamaktan başka bir şey bilmeyen insanların diline düşmemek için hatasını kimseye söylememelidir. Hatasını başkasına anlatacağına Cenâb-ı Hakk’a el açıp yalvarmalı, kendini bağışlamasını dilemeli, günahlarına tövbe etmelidir. Samimiyetle tövbe ettiği ve kulluk görevlerini hakkıyla yerine getirdiği zaman kendisini, Cenâb-ı Mevlâ’nın bağışlayacağını da bilmelidir.
Hz. Ömer’in kumandanlarından biri, bir şehre vardıklarında askerlerine şöyle der:
“Burası, kadını ve şarabı bol bir yerdir. İçinizden biri cezayı hak edecek bir suç işlerse, hemen gelsin cezasını vererek kendisini günahından temizleyelim.”
Kumandanın bu sözü Hz. Ömer’in kulağına gider ve ona bu sözün yanlışlığını hatırlatan bir mektup yazarak şöyle çıkışır:
“Günahlarını Allah’ın gizlediği kimselere, o günahları teşhir etmelerini tavsiye ediyormuşsun, öyle mi?” (Abdürrezzâk, el-Musannef (A‘zamî), V, 197-198).
Şurası da unutulmamalıdır: Günahları teşhir etmek insanın ar damarını çatlatır; ona yeniden günah işleme cesareti verir. Birinin yaptığı günahı duymak, karakteri zayıf bazı kimselerde günahlara sempatiyle bakma ve fırsatını bulunca o günahı işleme arzusu uyandırır. Bunlardan daha kötüsü, teşhir edilen bir günahın affedilme şansı daha da azalır.
Allah’ın Affedici Olduğunu Unutma!
Günah işleyen kimse, bir kahramanlık yapmış gibi onu kimseye söylememelidir. Yaptığı günahı Rabbinin bildiğini düşünerek o günahın altında ezilmeli ve şimdi anlatacağım hadîs-i şerifte olduğu gibi, Cenâb-ı Hakk’ın kendisini bağışlayacağını ummalıdır.
Bir gün Peygamber Efendimiz Mescid-i Nebevî’de otururken yanına bir adam geldi ve:
“Ey Allah’ın elçisi! Ben cezalandırılması gereken bir günah işledim. Cezamı ver!” dedi.
Peygamber Efendimiz o adama hiçbir şey söylemedi. Fakat adam az sonra isteğini tekrarladı:
“Ey Allah’ın Elçisi! Ben cezalandırılması gereken bir günah işledim. Cezamı ver!”
Rasûl-i Ekrem ona yine cevap vermedi. Derken namaz vakti geldi, namaz kılındı. Günah yükünün altında ezilen o sahâbî namazdan sonra Rasûl-i Ekrem’in peşine takıldı ve isteğini tekrarladı:
“Ey Allah’ın Elçisi! Ben cezalandırılması gereken bir günah işledim. Cezamı ver!”
Sevgili Peygamberimiz o zaman adama dönerek sordu:
“Sen mescide gelmek üzere evinden çıkacağın zaman güzelce abdest almadın mı?”
“Aldım, Ya Rasûlallah!”
“Sonra mescide gelip bizimle birlikte namaz kılmadın mı?”
“Kıldım, Ey Allah’ın Elçisi!”
“Öyleyse Allah Teâlâ senin günahını bağışlamıştır.” (Buhârî, Hudûd 27; Müslim, Tevbe 44).
Sevgili Efendimiz bu müjdesiyle, ibadetlerin insana sevap kazandırmakla kalmayacağını, onların aynı zamanda günahlara da keffâret olacağını haber vermiştir.
Affın Böylesi
İnsan, yaptığı günahın hesabını elbette Allah’a verecektir. Cenâb-ı Hakk’ı hoşnut eden güzel halleri varsa, hesabı da kolay olacaktır. Bin ayağın bir ayağa derildiği o dehşetli mahşer yerinde Allah Teâlâ mü’min kulunu bütün gözlerden ırak hesaba çekecektir. Nasıl mı?
Sevgili okuyucular! Eğer bu hadisi daha önce duymadıysanız, eminim sevinçten kanatlanacaksınız. En büyük bahtiyarlığın ne olduğunu yeniden düşüneceksiniz.
Manzara şu:
Herkes mahşer yerinde toplanmıştır. Bütün insanlar hesaplarının görülmesi için sıranın kendilerine gelmesini beklemektedir. O sırada Allah Teâlâ sevdiği kulunu mahşerdekilerin görmeyeceği şekilde kendine şefkatle yaklaştıracak ve ikisinden başkasının duymayacağı biçimde onunla konuşmaya başlayacaktır:
“Söyle bakalım, şu günahını hatırlıyor musun?”
“Evet, ya Rabbî, hatırlıyorum.”
“Şunu da hatırlıyor musun?”
“Evet, ya Rabbî, onu da hatırlıyorum.”
O kul, yaptığı bütün günahları hatırlayacak ve hepsini Cenâb-ı Hakk’a bir bir itiraf edecek. Vaktiyle gözlerden uzak bir şekilde yaptığı bütün günahlarını Allah Teâlâ’nın bildiğini görünce, büsbütün mahvolduğunu düşünmeye başlayacak. İşte o sırada Yüce Mevlâ ona şu müjdeyi verecektir:
“Ey kulum! Günahlarını dünyada halktan gizlemiştim; şimdi de onları bağışlıyorum.” Günahlarından tamamen arınan o kulun eline, sadece yaptığı iyiliklerin yazılı olduğu bir defter verilecektir (Buhârî, Mezâlim 2, Tevhîd 36; Müslim Tevbe 52).
Mahşer; dünyada, başkaları görmesin diye bin bir ince hesap ile yapılan günahların ortaya döküldüğü, kimin ne yaptığının herkesçe görüldüğü, günahkârların rezil, rüsvâ olduğu bir yerdir. Hesaplar genellikle böyle görülecektir. Bir de yukarıda okuduğumuz gibi, bütün gözlerden uzak ve sonu af ile biten bir hesap şekli vardır. Şüphesiz bir kul için gerçek saadet ve asıl bayram da budur…
Yüce Rabbim hepimizi, hesabını kolayca veren kullarından eylesin (Âmin).