Bayramlar sevinç ve eğlencenin demidir. Coşku ve mutluluğun doyasıya hissedildiği anlardır. İnsanların bir araya gelerek hoşça vakit geçirdikleri zamanlardır. Bu günlerin en iyi şekilde değerlendirilmesi, gayesine binaen idrak edilmesi Efendimizin(s.a.s) sünnetine uymak ile mümkündür.
Günümüzde zaman zaman, genellikle de siyasi sebeplerle mahkûmlara af çıkarılır. Osmanlı’da ise af,Peygamberimiz’in doğum günü sebebiyleymiş. O güller gülünün doğumuna verilen öneme binaen adi suçlardan mahkûm edilen şahıslardan cezasının üçte birini çekenler affedilirmiş.
Saadet günlerinde hiç bir şehidin emaneti, hiç bir yetim kimsesiz ve sahipsiz kalmadı. Efendimiz aleyhisselâm Zeyd’in, Mus’abın, Hamza’nın çocuklarına yetim kalmanın, yalnız olmanın acısını yaşatmadı. Medine sokaklarında hiç bir çocuk, çaresiz ve ümitsiz olmadı.
Bir ay boyunca şeytanın vesveselerinden, nefsin normal zamanlarda helal olan isteklerinden Rabbini memnun etmek için uzak kalabilen Müslümanlar, kötülüklere galip gelebilmenin ve iradeye hâkim olabilmenin mutluluğunu dostlarıyla paylaşarak bayram yaparlar.
Bayramlar, insanlar arasındaki sevginin, dostluğun, vefanın, bağlılığın artmasına vesile olan hayatın önemli fırsatlarıdır. O halde bu bayramı bir fırsat bilelim.
İnsan tövbe kapısında yıkanıp fıtratına dönmelidir. En saf, en duru en temiz hali ile Rabbine kavuşmanın hayali ile yaşamalıdır. Dünya fanidir. Ahiret bizi beklemektedir. Dönüşümüz ancak O’nadır.
Sıcak temmuz güneşi kadar mukavemetli bir samimiyetle günü akşam etmenin, sahuru iftara kavuşturmanın yorgun, bitkin ama bir o kadar da enerjik tezatlarıyla yaşadığım 80’lerin iftarları… Nostaljinin moda olduğu bu günlerde mutlulukla sarıldığım içimi serinleten hatırası ramazanın...
Müminler koşup gelmiş Hakk’ın emridir diye /
Öksüzler için bayram ne büyük bir hediye!…/
Emre itaat edip saf tutmuş dede-torun /
Budur gerçek yüzümüz, tabloya kafa yorun…