İmtihanların en zor şekilleri peygamberlerin hayatlarında görülür. Onların dünyaya ve bu çilelere karşı koyma reçetelerinde ise ancak tam bir teslimiyetle bezenen sabır ve şükür vardır.
Büyük önderler insanlığa yollar açar, yürüyeceği güzergâhları aydınlatır ve onu zulmetten nura ulaştırır…
İşte İbrahim aleyhisselâm’ın hayatı da bizler için Allah’ı bulma ve O’na (cc) tam bir iman ile bağlanmanın muhteşem bir dersi niteliğindedir.
Kıssa-i İbrahim’den bir kesit
İlerleyen yaşına rağmen çocuk sahibi olamayan İbrahim aleyhisselâm’a, Rabbinden bir lütuf olarak, biricik evladı, sevgili İsmail’i hediye edilir. İsmail, Hz. Hacer’le Hz. İbrahim’in kıymetlisi, üzerine titredikleri en değerli emanetleridir.
Hz. İbrahim’e İlahî emir gelir. Çetin bir imtihanın ardındaki hikmetler gereği eşi Hacer ile oğlu İsmail’i Belde-i Haram’a götürüp oraya bırakması gerekmektedir. Bu kutsi yolculuk, Burak üzerinde ve Cebrail (a.s)’in eşliğinde gerçekleşir. Bir süre sonra Mekke’ye ulaşıp inerler.
Mekke denilen yer…
Burası küçük-büyük dikenli ağaçların kapladığı verimsiz bir çalılıktan ibaret olup hiç kimsenin yaşamadığı bir yerdi. İçecek su bile yoktu. Böylesi bir yere ana ve oğlu bırakıp ardına dahi bakmadan gitmek ne zor işti. Bir ağacın gölgeliğine yerleşen Hz. Hacer kucağında oğlu ile İbrahim aleyhisselâm’ın ardından bakakaldı. Bir kap hurma ile bir kırba suyun dışında hiçbir şeyleri yoktu. Neden bu ıssız vadide terkediliyorlardı?
Seslendi Hz. Hacer eşinin arkasından… Ama nafile… Bir cevap alamadı. Yoksa Allah’ın emri mi gelmişti? Onun için miydi bu sessiz teslimiyet? İşte o zaman İbrahim aleyhisselâm ardına dönüp gerçeği açıkladı. Allah emretmişti bu ıssız yerde kalmalarını… Hz. Hacer’in kalbinde tatlı bir esenlik rüzgârı esmeye başladı… O zaman korkuya yer yoktu… O inanıyordu, biliyordu ki Allah onları zayi etmez, himayesiz bırakmazdı. Allah onlara yeterdi. İbrahimî teslimiyet onlara da sirayet etmiş gönüllerinde ateşin ortasında açan iman gülleri derilmişti…
İbrahim aleyhisselâm ellerini kaldırıp Rabbine dua ediyor, geride bıraktığı ailesini Allah’a emanet ediyordu…
Hüzün ve Ümid Arasında…
Hz. Hacer kırbasındaki su ile besleniyor, oğlu İsmail’i emziriyordu. Ama içecek suyu tükenince sütü de kesilmişti. Acıkmaya başlamışlardı. Hz. Hacer oğlunun açlıktan, susuzluktan kıvranmaya başladığını görüyor ancak bu yürek burkan hali seyretmekten başka da elinden bir şey gelmiyordu. Acı içerisinde oğlunun ağlamasına seyirci kalmıştı. Anneydi… Dayanamıyordu… Lakin yapacak hiçbir şeyi yoktu. “Bari” dedi, “kendisinden uzaklaşayım da onun ölümünü görmeyeyim.” Ciğeri yanıyordu… Ama susuzluktan çok acıdandı… Çocuğunun bu elemli haline bakamıyordu artık… Etrafına bakındı… Gözleri Safâ Tepeciğini gördü… Üzerine çıktı… Bakındı, dinledi… Bir çare arıyordu… Acaba bir suya ya da bir kimseye ulaşabilir miydi? Ama nafile, kimsecikler yoktu… Ne bir ses ne bir iz… Hüznü dorukta yaşıyordu… Oğlunun belki de öldüğünü düşünerek inledi. Sonra bir küçük ümid ile bile olsa eteklerini toplayıp vadiye doğru indi… Merve tepeciğine çıktı… Bakındı, dinledi ama en küçük bir umut bulamadı… Bu hüzün ve ümid içerisinde Safâ ile Merve tepecikleri arasında gidip geliyor, oğlunun can çekişmesini görmekten kaçıyordu. İçi acı ile dağlanırken bir imdat bulabilmek umudu ile koşturuyordu…
Böylece Safâ ve Merve tepeleri arasında yedi defa gidip gelmişti. Son defa Merve tepesine çıktığında bir ses işitti. Ümid ile dolan kalbi ile dua etti: “Allah’ım, imdadımıza yetiş yoksa ben de oğlum da helak olup gideceğiz.” Allah işitmez mi, görmez mi kulunun hüzün ve ümid arasındaki gidip gelmelerini… Cevap vermez mi onun canhıraş inlemelerine… Kulu daralınca Allah elinden tutmaz mı? Kendisine ısmarlanan gönülleri hiç terk eder mi?
Allah’a iman eden gönüllerde ümid tükenir mi? Mevla, meleğini gönderdi yardıma, Cebrail (a.s) çıkageldi Hacer kulun yanına… Kurtuluşun müjdesi gelmişti… En kutlu, en şerefli, en keremli Rabbe ısmarlanmış olan kul yarı yolda kalır mı, dedi Cebrail (as)… Ayağının ökçesi ile vurduğu yerden su kaynamaya başladı… Allah’ı arayan kula Allah kendisini buldurmaz mı? Zemzemi bahşetti Mevla ona; oğlu da kurtuldu, kendisi de… Melek müjde ile gelmişti: “Zayi ve helak oluruz diye sakın korkmayınız! Şurası Beytullâh’ın yeridir. O Beyt’i bu çocukla babası yapacaktır. Allah o işin ehlini zayi etmez.”
Hacer nimete erdiğinin müjdesini almıştı.
Safâ ve Merve arasında ancak Allah zikredilir… Allah’tan gelinir, Allah’a dönülür…
Safâ ve Merve tepeleri, Allah’ın yeryüzünde kendisine ibadet edilmesine vesile olan nişane ve alametlerindendir. Müslüman kişi bu sebeple bu yerlere hürmet eder. Hz. Aişe’den gelen bir rivayette Efendimiz (s.a.s) şöyle buyuruyorlar: “Beytullah’ı tavaf etmek, Safâ ve Merve arasında say etmek ve şeytan taşlamak Allah’ı zikretmek için emredilmiştir.” (Ebu Dâvud, menâsik 51, 1888, Tirmizî, Hacc 64,902.) Mümin kullar için yeryüzünde belli noktaların bu açıdan önemleri büyüktür.
Safâ ve Merve tepeleri Hz. Hacer’den bir yadigâr olarak aldığı mesajları insanlığa hatırlatmak üzere yeryüzünde yükseliyor. İnsan durmalı, düşünmeli ve aslında kendi hayatının da Allah için olduğunu Allah’tan geldiğini ve yine Allah’ a döneceğini idrak etmelidir.
Safâ eseften gelir. O tepenin rüzgârı, hüznü solur. Üzüntü içinde titretir. Çünkü insan, hayatı boyunca Allah’ın haklarını ihlal etmiştir. Etmeye de devam etmektedir. Bunu idrak eden kul, pişmanlık ve nedamet içerisinde acı ile kıvranır durur. Dua ve zikirle yönünü Beytullah’a dönerek Allah’a yönelir. Kâbe’ye her baktıkça hüznü artar. İnsanın tek tesellisi ve arzusu affedilmektir. Gönlünün kıyılarına vuran günahların ıstırabını ancak bir rahmet sağanağı dindirebilecektir. Hüznün etkisiyle gözlerinden ve kalbinden akıttığı gözyaşları ile yıkamaya çalışır geçmişini, geleceğini… Dilinde, gönlünde Allah’ın zikri ile yine O’na döner, O’ndan ister, O’na sığınır. Allah için, Allah’tan yine Allah’a gitmektedir.
Hüznün, bir çare arayışına sevk ettiği insan, kurtuluşu ve affı için bir yol bulma ümidi ile tepeden aşağı koşar, vadiye iner. Bakınır etrafına bir sebep arar. Bu düz yürüyüş de Allah adına Allah için ve Allah’a doğru yapılır.
Gözler Merve tepeciğine kilitlenir. Belki orada berat adına bir nişane bulunur. Ümit ile tırmanır, yükselir insan. Ve Allah, umut edileni nasip eder. Hüznün ecrini verir. İhsanını gönderir kuluna… Dolar manevi kadehler ve tekrar tekrar ıslanır aşkın tadına varmak isteyen dudaklar… Kana kana içilen aşk şarabı sarhoş eder insanı… İnsan iliklerine dek irkilir aşkın bu tatlı ıstırabından… Allah rahmetini, ihsanını yağdırır insana ve onu rahatlatır, kurtarır hüznünden… Hacer’in zemzeme erişip kanması ve yeniden hayata tutunması gibi mümin de ihsan zemzemi ile yıkar ruhunu… Allah için, Allah’tan gelerek, Allah’a yaptığı bu kutsi yolculukta seyrini tamamlar, arınır günahlarından…
İnsanın her hâli ile olduğu gibi yükselişi de inmesi de düz gidişi de Allah’adır. İnsan aslında her nefeste Allah ile beraberdir. Bir anlayabilse ve idrak edebilse… Dua ve zikir ile bu birlikteliği her daim hissedebilse… Yaptıklarından nedamet hissedebilse… Pişmanlığın ecri olarak ihsanın tadına erebilse… O her durumda Allah ile ve Allah için olduğunu bir anlayabilse… Ey nefsim, gör bak o zaman, ne manevi zemzemlere lütufkâr olacaksın…
Ya Rabbi, bizi her daim seninle olduğumuz idrakine eriştir ve bizi senden ayırma… Âmin…
Yeni yorum ekle