İki Kalkan

عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ  رضى الله عنه أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ : الصِّيَامُ جُنَّةٌ

عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ  رضى الله عنه أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ : وَإِنَّمَا الإِمَامُ جُنَّةٌ

Ebû Hüreyre radıyallahuanh'ten rivayet edildiğine göre Rasûlullahsallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: ”Oruç kalkan­dır...”[1]

Yine Ebû Hüreyre radıyallahuanh’ten rivayet edildiğine göre Rasûlullahsallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:“İmam kalkan­dır...”[2]

Hadis kitaplarımızda yer alan rivayetler içinde “kalkan, siper ve örtü” diye tercüme edebileceğimiz “cünne” kelimesinin Sevgili Peygambe­rimiz tarafından birbirinden oldukça farklı iki şey için oruç ve imam (ha­life, emir, komutan) için kullanıldığını görmekteyiz. Biri kulluk gö­revi, diğeri tamamen sosyal yapının en başta gelen temsilcisi ve so­rumlusu olan oruç ve imam'ın aynı şekilde“kalkan” olarak değerlendiril­mesi, bizim için, günümüzün gelişen şartlarında, (üstelik Ramazan orta­mında) üzerinde durulması gerekli fevkalâde dikkat çekici bir tesbit ve çok ciddi bir uyarı niteliğindedir. 

Edebî yöndenteşbih-i beliğ niteliğindeki bu iki cümleciğin ifade gü­zellikleri yanında ihtiva ettikleri engin manaları kavrayabilmek için önce içinde yer aldıkları hadisleri tam olarak görelim.

“Oruç kalkandır. Oruçlu kötü söz söylemesin. Oruçlu kendisine ilişmek is­teyenlere iki kez ‘Ben oruçluyum.’ desin.”

“Kim bana itaat ederse o Allah'a itaat etmiştir. Kim de bana isyan ederse, Allah'a isyan etmiştir. Kim (benim tayin ettiğim) komutana itaat ederse o bana itaat etmiş; kim komutana isyan ederse bana isyan etmiştir. İyi bilinmelidir ki imam (millet ve ümmet için) bir kalkandır. Onun komutasında harb edilir, onunla düşmandan korunulur. Eğer o, takva ile emreder, adaletle hareket ederse, bunlardan dolayı ecir alır. Eğer takva ve adalet dışında başka bir şeyle emir ve hükmederse, bu kez de onun vebalini yüklenir.”

Ortak Nokta

Bu hadislerden anlaşıldığına göre‘Oruç’ ile ‘imam'ın ortak oldukları anlam ve fonksiyon, korumak”tır. Birincisi ferdi, kendisine sıkıntı veren bir takım duygu ve isteklerin baskısından ve olumsuz etkisinden koru­yan bir kalkan durumundadır, ötekisi de millet ve ümmeti, düşmanların verebilecekleri maddî ya da kültürel zararlardan koruyan bir siper-i sâika, bir kalkandır.

Tabiî olarak oruçsuz insan gibi başsız millet ya da ümmet de böylesi bir korunma imkânından yoksun, her türlü iç ve dış tehlikelere açık de­mektir.

Tecrübe

Öyle sanıyorum ki, özellikle Ramazan aylarında her birimizin, şah­sımızda, yakın çevremizde ve cemiyette gözlemlediğimiz oruçlu olmak­tan ileri gelen bir takım güzellikler, düzelmeler, duygu enginlikleri ve buna paralel olarak yapılan iyilikler, hayırlar, güzel uygulamalar bulun­maktadır. İşte bütün bunlar büyük bir çoğunlukla oruç kalkanını birlikte kuşanmış olmanın, önce duygularımıza sonra da sosyal hayatımıza ka­zandırdıklarıdır.

Davranışlarımızı etkileyen duygularımız ve düşüncelerimizdir. Duygu ve düşüncelerimizin belli bir düzey ve kıvamda, belli bir disiplin altında olması da en yoğun şekilde oruç ibadeti vesilesiyle mümkün ol­maktadır. Sınırsızlıktan hoşlanan his ve hevesler, daha baştan irâdî ola­rak en üst seviyeden benimsenmiş sınırlar ve kayıtlar yumağı demek olanoruç ve imsak disiplini ile belli sınırlara çekilmekte ve olumsuz etkileri önlenmekte, bir çeşit sıkıyönetime tâbî tutulmaktadır. Bu da orucun in­san ruhunu, duygu ve düşüncelerini dolayısıyla günlük hayatını ko­ruyan nasıl bir kalkan ya da insan için ne ölçüde emin bir siper olduğunu göstermektedir.

Şu noktaya da işaret edelim ki, orucun koruyuculuğu sadece Rama­zan ayına mahsus değildir. O, kendisine başvurulan her gün ve şartta koruma işlevini, kalkan görevini yerine getirmektedir. Bu durum, Rama­zan’da bütün bir toplumu kapsadığı için çok daha belirgin olarak görüle­bilmektedir. Fark bundan ibarettir. Unutulmamalıdır kiİslâm, topluca ve toplumca yaşandığı oranda kendisinden istifade edilebilecek bir dindir. Çünkü o bütün insanlığın dinidir. Dünya ve âhiret mutluluğunu kazandırmak istemek­tedir. Getirdiği esaslar da işte bu hedefi yakalayacak niteliktedir. Önemli olan İslâm'a, kendisine has sınırları içinde yaklaşabilmek, onu kendi bütünlüğü içinde yaşayabilmektir.

Kaynaklardaki bazı rivayetlerde orucun, “mükemmel bir kalkan”, “ce­henneme karşı bir kalkan”,“sizden birinizin savaşırken kullandığı gibi bir kal­kan” olarak tanıtıldığını da görmekteyiz. Bu tanıtımlar, koruma işlevinin iyice anlaşılmasını sağladığı gibi, işin ahiret boyutunu da açıkça ortaya koymaktadır.

İmam

İkinci hadiste geçenel-imam kelimesi, halife, başkan, emir veya halife­nin görevlendirdiği komutan gibi yüksek düzey yönetici anlamına gel­mektedir. Hadiste Hz. Peygamber:“Kim Rasûl’e itaat ederse Allah'a itaat etmiştir.”[3]ayetindeniktibasen“Bana itaat eden Allah'a itaat etmiş olur, bana isyan eden de Allah'a isyan etmiş olur.” genel kuralını dile getirdikten sonra,“Benim tayin ettiğim komutana itaat eden bana itaat etmiş, komutana itaatsizlik eden de bana isyan etmiş demektir.” buyurmak suretiyle Müslümanların itaat mükellefiyetinin sınır ve anlamını ortaya koymuştur. Bu işin temelinde yatan gerçeği ise,“İmam ancak bir kalkandır, onun emri altında savaşılır ve onun sayesinde düşmana karşı korunulur.” buyurarak, ümmet için liderin asıl işlevini ve yerini belirlemiştir. Bir millet ya da ümmet için liderin, asker için kalkan ya da zırh gibi koruyucu bir fonksiyona sahip oldu­ğunu açıklamıştır. Ancak burada dikkat çeken bir başka husus daha bu­lunmaktadır. O da imamın, taarruz ve savunma gibi savaşın her iki saf­hasında da gereğine işaret edilmiş olmasıdır. Bu, imam'ın her iki du­rumda, bir başka ifade ile her hâl ve şartta ümmet için gereğine işaret etmektedir. Nitekim hadisi değerlendiren şârihler de, burada vurgulan­mak istenen mananın, sadeceharb hâli ile sınırlı olmadığını, bütün bir hayatı kapsadığını, çünkü imamın, Müslümanlar için her türlü ihtiyaçla­rını karşılamakta daimî bir melce, sığınak ve müracaat kaynağı olduğunu bildirmişlerdir.İmam'ın sadece dış tehlikelere karşı bir kalkan değil, aynı zamanda iç kargaşa hallerinde de bir kısım insanların diğerlerine verecekleri zararı önleyici, İslâm merkezini ve otoritesini koruyucu, her türlü şer odaklarına karşı bütün değerleri himaye edici olduğusonucuna varmışlardır.[4]

Hadisin bundan sonraki cümlesinde, vazgeçilmezliği belirlenmiş olan imamın, ortaya koyacağı iki ayrı tavra dikkat çekilmiştir.“Eğer, Al­lah'a karşı saygılı davranmayı (takva) emreder ve adil davranırsa, bunun ecir ve sevabını alır. Bunların dışında bir yola sapacak olursa, bunun da vebali sadece onadır.”

Kendisini sosyal bir bünye olarak gören ve tanımlayan her insan topluluğunun, kendine has mutlaka bir imamının olması ve açıkça Al­lah'a isyanı emretmedikçe her hâlükârda onun emirlerinin dinlenip kendisine itaat edilmesi gerektiği, yönetimdeki isabet ve aksaklıklarda doğacak ecir ve sorumluluğunimam'a yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Bu durum, birlik ve beraberliği her şeyin üzerinde tutan, birlik ve bera­berliği inanç esaslarındakitevhid ilkesinin bir çeşit sosyal hayata yansı­ması kabul eden İslâm ve Müslümanlar için fevkalade önem arzetmektedir. Müslümanların birlik ve beraberliğinin korunması, onla­rın din ve dünyalarının korunması anlamına gelmektedir. Günümüz gerçekleri de bunun ne kadar böyle olduğunu, maalesef tersinden açıkça ve acı bir şekilde ortaya koymaktadır. Dünyanın değişik yörelerinde sırf dinlerinden dolayı zulüm gören ve kıyıma tabi tutulan Müslümanlara, İslâm dünyasının el uzatamaması, zalimlere karşı etkili bir tavır alamaması neyin sonucu ve göstergesidir dersiniz?

İslâm içtimâî bünyesinin, kendisine İslâmî kimliğini kazandıran sistemin bütün ünitelerine sahip olması hem hakkı hem de asıl güç kaynağıdır. Sistemle­rin bünye bütünlükleri korunduktan sonra öteki güç ve kudret unsurla­rının bir anlamı olabilir. Sistemin ünitelerinde noksanlıklar varken, ger­çek bir varlık isbatınaimkân yoktur. Peygamberinin diliyle, en üst dü­zeydeki “kalkan”ından mahrum bırakılmış bir ümmetin kendisini ifade etmesi elbette çok zordur, hatta imkânsızdır. Tıpkı, meşru mazereti ol­madığı halde Ramazan günlerinde oruç kalkanını kuşanmamış olanların, duygularına ve çevrelerine karşı İslâmî kimliklerini isbatta zorlanacakları ve de zorlandıkları gibi.

Sonuç olarak şuna da işaret edelim ki, her şeyi imam'da gören bir düşüncenin eksikliği ne kadar ortada ise, onun millet ve ümmet için“kal­kan” niteliğini gözardı etmek de mes'eleyi hiç anlamamak ya da anlamazdan gelmek demektir. Dikkat edilirse, sembolik anlamda da olsa merkezî otoriteden mahrum yegâne ümmet, İslâm ümmetidir. Bize göre Müslümanlarla birlikte tüm dünyanın çektiği ızdırap, biraz da işte bu boşluğun ve dengesizliğin faturası olsa gerektir.

 



· Bu yazı hocamızın izniyle Hadislerle Gerçekler adlı eserinden alınmıştır.

[1] Buharî, Savm 2, Tevhid 35; Müslim, Sıyam 162; EbûDâvûd, Savm 25; Tirmizi, Cum'a 79, Savm 54, İman 8; İbnMace, Sıyâm 1, Fiten 12, Zühd 22; Dârimi,Savm27, 50; Muvatta, Sıyam 57.

[2] Buharî, Cihad 109; Müslim, İmâre 43; EbûDâvûd, Cihad 151; Nesâî, Bey'at 30.

[3] en-Nisa (4), 80.

[4] Bk. Aliyyu'l-Kârî, Mirkatu'l-Mefâtih, VII, 244245, (tahkikli baskı).

Yeni yorum ekle

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.