Bir Hadiste Yok Olmak
Çocukluğum Anadolu’nun küçücük kasabalarında geçti. Hatta o kasabalardan biri Söğüt’tü. Babam devlet memuru olduğu için küçücük kasabaların küçücük köylerine de davet edildik zaman zaman. İşte tâ o günlerden kalma bir hatıradır üç tokmaklı, küçücük pencereli, büyük kanatlı kapılar… O zamanlar bir anlam verememiştim neden bir kapının üzerinde üç tokmak bulunduğuna. Ve o küçücük pencereciğin kapının üstünde ne işe yaradığına…
Sonra kocaman bir şehrin – ki İstanbul’du – kocaman bir üniversitesinde okuduk da öğrendik küçücük sorunun kocaman cevabını.
Bir müminin evine direk girilmezmiş. Evin etrafı mahremiyetin koruyucusu olarak bahçeler ve o kocaman kanatlı kapı ile çevrelenirmiş.
Kapıya gelen bir hanımsa en küçük tokmağı çalarmış. O tıpkı kendisi gibi narin ve zarif bir “çıt-çıt” sesi çıkarırmış. Evdeki bayanlardan biri kapıyı açarken, evdeki beyler ayakaltından çekilirmiş. Eğer en iri olan tokmak çalınırsa o zaman da evdeki hanımlar bahçeden, içeri geçerlermiş. Zira bu kez gelenin bir erkek olduğu anlaşılırmış.
Ama orta boy tokmak çalındığında kimse kapıyı açmazmış.
O zaman kocaman kanatlı kapının üzerindeki minicik pencerecik açılırmış.
Ancak bir elin sığabileceği kadar küçük bir pencere…
Orta boy tokmak çalındığında kapının ardındakilere şu mesaj verilirmiş:
“Ben MUHTACIM ve sende fazla olan şey ne ise onu istiyorum.”
Pencerecik açılır ve belki bir yumurta – ki biz bir hurma ile cenneti satın alırdık – belki bir mecidiye, belki bir elbise veya bir sıcacık ekmek… Ne varsa…
Ne veren el (yüz) alan eli (yüzü) görürmüş ne alan el (yüz) veren eli…
“Sadakayı gizli veriniz” demiş o Fahr-i Kâinat.
“Fedake ümmi ve ebi Ya Resûllulah… Emrin olur” demişler.
Düşünmüşler, düşünmüşler…
Ve öylesine yok olmuşlar ki hadiste küçücük pencereleri, sadaka taşlarını icat etmişler.
Eskiden İstanbul’un her köşe başında, her cami, türbe girişinde sıkça rastlanılan sadaka taşları artık yok.
O da ne ki derseniz anlatalım: Kocaman çukurca bir taş çanak hayal edin. Üst ağız kısmı bir demir levha ile örtün ancak birleşim yerinin bir bölümünde bir elin sığabileceği kadar açıklık olsun. Eliniz sadaka taşının içine para bırakıyor da olabilir, alıyor da olabilir. Ne var ki bunu sizden başkası bilmeyecektir. Üstelik almaya karar verirseniz, avucunuzun içine gelen kısmete de razı olmak zorundasınız. Eski İstanbullular öyle gariplerden bahsederler ki, sadaka taşından bu usulle sadaka aldığı için mahcup olduğundan eli döner dönmez aldığı miktardaki parayı aynı sadaka taşına geri bırakırmış.
Şimdilerde yolunuz Beşiktaş’taki Yıldız Parkı’na düşerse, hemen yanındaki Yahya Efendi’ye bir uğrayın. Neden mi? İstanbul’da kalan son birkaç sadaka taşından biri sizi karşılayacak orada. Ama sadaka taşı olarak değil, galoş sepeti olarak…