عَنْ طَلْحَةَ بْنِ عُبَيْدِ اللَّهِ بْنِ كَرِيزٍ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ : وَأَفْضَلُ مَا قُلْتُ أَنَا وَالنَّبِيُّونَ مِنْ قَبْلِى لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ
Talha ibni Ubeydillah İbni Kerîz’den rivâyet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Ben ve benden önceki peygamberlerin en önemli ikrar ve çağrısı, ‘Bir olan, eşi-ortağı bulunmayan Allah’tan başka tanrı yoktur.’ sözüdür.”[1]
Öncelikle şuna işaret edelim ki, Peygamberler hidayet elçileridir. Bu sebeple de onların verdiği mesajlar gerçekten insanlığın dünya ve ahiret mutluluğu açısından fevkalade önem arz eder. Ancak yine pek tabiî olarak peygamberlerin öğretileri arasında da bir öncelik ve üstünlük sıralaması vardır. İşte hadisimiz, bütün peygamberleri kapsamak üzere bir genel tespitte bulunmaktadır: “Ben ve benden önceki peygamberlerin en önemli ikrar ve çağrısı, ‘bir olan, eşi-ortağı bulunmayan Allah’tan başka tanrı yoktur’ sözüdür.“
Bu açıklama, insanlığın en önemli davasını, Allah’ın birliği ilkesinin gönüllere yerleşmesi ve oradan da günlük hayata yansıması olarak tespit etmektedir. Şimdi bu tespite ilişkin bazı noktalara bir göz atalım.
Peygamberlerin Görevi
Allah Teâlâ bir âyette şöyle buyurmaktadır: “Senden önce hiçbir peygamber göndermedik ki biz ona, ‘Benden başka ilah yoktur; şu halde bana kulluk edin!’ diye vahyetmiş olmayalım.”[2]
Bir başka âyette de şöyle buyrulmaktadır: “Andolsun ki biz, ‘Allah’a kulluk edin ve Tağut’tan sakının.’ diye emretmeleri için her ümmete bir peygamber gönderdik.”[3]
Tağut, hakkı tanımayıp azan, sapan ve saptıran her kişi, sistem ve güç odağı demektir.
Bu iki âyette açıkça görüldüğü gibi Peygamberlerin iki temel görevi vardır:
1. Tevhid çağrısı
2. Tağuttan sakınma dâveti
Bu iki görevin yerine getirilmesi, bir yandan tevhid ilkesini anlatmaya diğer yandan da pek tabiî olarak, nesneler zıtlarıyla açığa çıkar fehvâsınca, şirk’i tanıtıp ondan sakındırmaya bağlı bir mesâidir. Bu sebeple Şah Veliyyullah, haklı olarak, “Her peygamber mutlaka şirk’in hakikatini açıklar.”[4] demektedir.
Şirk
Şirk, Allah Teâlâ’ya has olan sıfatları, ondan başkasına nispet etmek demektir. Bir başka ifade ile ubûdiyet statüsünü ulûhiyet statüsüne karıştırmaktır. Yaratılmışı, yaratıcı konumuna çıkarmaktır. Yani şirk, Allah’ı inkâr etmek değil, O’nu kabul etmekle beraber, bazı nesneleri, kavramları O’na eş-ortak kılmak demektir. Bu açıdan bakıldığında görülür ki, ebediyyen lânetlenmiş olan Şeytan da Firavn da Allah’a inanıyorlardı. Ancak Şeytan Allah emri karşısında büyüklük taslıyor, Firavn ise, kendisini tanrı ilân ediyordu.
Şirk, bir âyette belirtildiği gibi “Gerçekten büyük bir haksızlıktır.”[5] Bağışlanması mümkün olmayan yegâne büyük günahtır. “Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışındaki hataları dilediği kimseler için bağışlar. Allah’a ortak koşan kimse büyük bir günah ile iftira etmiş olur.” [6]
İlkel Şirk
Şirk, peygamberlerin karşısına putperestlik olarak çıkmıştır. Bu sebeple puta tapıcılık ilkel şirktir. Zira putperestler, taştan, tahtadan yonttukları putları, Allah katındaki şefaatçileri olarak niteliyor ve onlara tapınıyorlardı. Bazıları da şirkte kendileri için izzet arıyor, şeref olsun diye putçuluk yapıyorlardı.[7] İlk örneklerine Hz. Nuh döneminde rastlanan puta tapıcılık, zaman içinde varlığını sürdüredursun, bir yandan da yeni şirk çeşitleri ortaya çıkıyordu: Ateşe tapınma, insana tapınma, aya yıldıza tapınma. Günümüzde ise şirk sistemleşmiş, ilkeselleşmiş ve kavramsallaşmıştır.
İlkesel Şirk
İnsanlar bugün bazı kavramları, ilkeleri ve sistemleri, tartışılmaz, eleştirilmez, sadece gereği yerine getirilir ve önünde boyun eğilir konumda görmekte, öyle algılamakta ve uygulamaktadır. “Yaptığından sorumlu tutulamayan” yegâne kudret sahibi, Allah Teâlâ iken, bazı düşünce, kavram ve sistemler böylesine bir tartışılmaz ve dokunulmaz konumda görülüyorsa, işte bu noktada yeni bir şirk türü ile karşı karşıyayız demektir. Bu ilkesel, sistemsel ve kavramsal şirktir. Müşrik, putunu kendi yapar, kendi tapar. Putları yontup isimlendirenler ile bazı kavramları icad edip putlaştıranlar arasında tam bir amaç ve eylem birliği bulunmaktadır. Şu âyet herhalde günümüzdeki çağdaş şirk türünü ve ona sahip çıkmaya çalışanları uyarmaktadır: “Haklarında Allah’ın hiç bir delil indirmediği, sadece sizin ve atalarınızın taktığı kuru isimler konusunda benimle mi tartışıyorsunuz?”[8]
Peygamberlerin Mücadelesi
Peygamberler, ağırlıklı olarak nefis terbiyesi ve ümmetin idaresi ile ilgili konulara eğilmişlerdir. Bu iki nokta ile alakalı olmayan konularla meşgul olmamışlardır. Onlar hidayet öncüleri idi. İnsanların doğruyu bulmalarına vesile olabilecek kadar değişik konulardan söz etmişlerdir. Hitapları, hiç bir tahsile ihtiyaç hissettirmeyecek açıklık, sadelik ve mantık dokusuna sahiptir.[9]
Peygamberler yukarıdan beri sıralamaya çalıştığımız prensipler çerçevesinde tevhid eksenli aydınlatma ve iman çağrısı görevlerine başlayınca karşılarında toplumların ileri gelenlerini, yöneticilerini (mele’) buldular. Çağdaş ifadesiyle bir anlamda o toplumların aydınları da demek olan yöneticiler, öncelikle peygamberlerin şahıslarına yönelik her türlü yıldırma, tehdit ve baskıyı uyguladılar. Peşinden de peygamberlere inanan sade vatandaşları uğursuz saymak, akılları ermez, ayak takımı gibi sözlerle aşağılamak, alay etmek, ekonomik ambargo uygulamak, kişisel ilişkileri kesmek, toplumdan dışlamak, boykot etmek, işkenceye tabi tutmak ve memleketten sürmek, göçe mecbur etmek gibi ellerinden gelen her türlü insanlık dışı işlemleri yaptılar ve peygamberleri yollarından çevirmeye çalıştılar; kendi yanlışlarına ve bâtıllarına yardıma kalkıştılar. İnsanlık tarihi, bu saydığımız eylemlerin acı örnekleriyle doludur.
Sosyal Kirlenme
Tevhidin zedelenmesi, tevhid inancının bir şekilde yara alması, şirke bulaştırılması sonucu ortaya çıkan sosyal kirlenmenin her çeşidini temizlemek için hangi peygamber olursa olsun, hep aynı noktadan, aynı çağrı ile işe başlamıştır: Tevhid telkini…
Allah’ın birliği inancının kabul edilmesi için uğraşmakta bütün peygamberler ortaktır. Bu ortak hidayet çağrısı göstermektedir ki, her türlü sapıklığın ve kirlenmenin Allah inancı ile fevkalâde sıkı hatta ayrılmaz bir ilgisi vardır. Çünkü insanların dünya görüşleri, Allah inançları çevresinde oluşur. Pek tabiîdir ki, dünyayı değerlendirmek de dünya görüşüne göre olacaktır. Bu açıdan bakıldığı zaman, hadisimizde ortaya konan gerçeği anlamamız çok daha kolaylaşmaktadır: “Ben ve benden önceki peygamberlerin en önemli ikrar ve çağrısı, ‘Bir olan, eşi-ortağı bulunmayan Allah’tan başka tanrı yoktur.’ sözüdür.”
Asıl kirlenme kalblerdeki, gönüllerdeki kirlenmedir. Asıl çağrı da gönüllerdeki kirlenmenin temizlenmesine yönelik olarak ortaya konan çağrıdır. Hadisimiz işte bu noktayı vurgulamaktadır. Nitekim Rasuller dizisinin son incisi Sevgili Peygamberimiz peygamberlik süresinin tam yüzde ellisini, 11,5 yılını sadece tevhid inancını yerleştirmek için harcamıştır. Mekke döneminde İsrâ ve Mi’rac olayına kadar, sadece ve sadece Allah’ın birliğini, mutlak kudretini ve putların daha doğrusu şirk unsurlarının hiçliğini anlatmaya çalışmıştır. Bu husus yüce kitabımızın Mekkî surelerinde açık seçik görülmektedir.
Ehl-i arz’ı ehl-i arş’a bağlayan tevhid inancı ve çizgisi, nedense insanlar tarafından hep yanlış ve hoyrat yorumlarla bir takım putlar, kavramlar ve sistemler adına saptırılagelmiştir. Bu sebeple de insanlık tarihi, tevhid – şirk, iman – küfür mücadelesi tarihi olmuştur.
İki Ortak Sünnet
Peygamberlerin verdiği tevhid mücadelesinden günümüze ve gündemimize düşen iki önemli ve ortak tavır bulunmaktadır. Birincisi, Kur’an-ı Kerîm şehadet etmektedir ki, hiç bir peygamber, toplumun yöneticileri istemiyor, tehdit ediyor diye hiç bir mü’mini, -sosyal durumu ne olursa olsun-, etrafından uzaklaştırmamış, kovmamış aksine inananlara kol kanat germiş, onları korumuş, desteklemiş, inananlardan yana tavır almış, ağırlık koymuştur. Hz. Nuh’un şu sözü, bütün peygamberlerin konuya ait tavırlarının belgesidir: “Ben iman edenleri kovamam… Ey milletim, ben onları kovarsam, beni Allah’ın azabından kim koruyabilir? Düşünmüyor musunuz?… Sizin gözlerinizin hor gördüğü kimseler için, “Allah onlara asla bir hayır vermeyecektir.” diyemem. Onların kalblerinde olanı, Allah daha iyi bilir. Onları kovduğum takdirde ben, gerçekten zalimlerden olurum.”[10]
O halde günü, gündemi etkilemek, kirlenmenin her türlüsünü toplumdan temizlemek, insanlığa yön vermek isteyenler, tevhid eksenli olarak düşünüp, inananlardan yana tavır almak, inananlara destek olmak zorundadırlar. Çünkü tevhid eri olan mü’min, yalnız başına bir erdem ve iyilik kaynağıdır. Dünya ve ahiret mutluluğunun olmazsa olmaz şartını yakalamış, Kur’ânî ifâdesiyle urvetu’l-vüska’yı[11] ele geçirmiş, kopmaz kulpa yapışmış demektir.
Günün şartları, görüntüsü ve gidişi ne olursa olsun, inanandan yana tavır almak, peygamberlerin ortak sünneti olarak Müslümanların en temel görevleri ve imanlarına karşı ertelenemez, vazgeçilemez yükümlülükleridir.
Peygamberlerden günümüze intikal eden ikinci ortak sünnet, muvahhid nesiller yetiştirme gayret ve sorumluluğudur. Bu konuda, Tâif dönüşü karn-ı seâlib denilen yerde, her ne isterse yerine getirileceği, istemesi halinde Mekkeli müşriklerin toptan helâk edileceği Cebrâil tarafından kendisine bildirildiği zaman Rasûl-i Ekrem Efendimizin söylediği, bu müşterek sünnetin dilek haline dönüşmüş ifadesi olan şu sözleri, fevkalâde dikkat çekici ve mes’eleyi bütün çıplaklığıyla gözler önüne sericidir: “Ben Rabbimden, onların yok edilmesini değil, soylarından muvahhid bir nesil getirmesini dilerim.”[12]
Doğumdan Ölüme Tevhid Telkini
İbni Abbas radıyallahu anh‘ın Hz. Peygamber’e nispet ederek bildirdiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “İlk söz olarak çocuklarınıza güzelce Lâ ilahe illallah demeyi öğretiniz!” buyurmuştur.[13] Hz. Peygamber’in bizzat kendisi de Haşimoğullarının çocukları konuşmaya başladığı zaman “Çocuk edinmeyen, hâkimiyette ortağı bulunmayan, âcizlikten ötürü bir dosta da ihtiyacı olmayan Allah’a hamd ederim.’ de ve tekbir getirerek O’nun şânını yücelt.” anlamındaki İsrâ sûresinin 111. âyetini yedi kez öğretip söyletirdi.[14]Sahâbîler de çocukları konuşmaya başladığı zaman, ilk söyledikleri söz bu olsun diye yedi kere La ilahe illallahdedirtmeyi güzel görürlerdi.[15]
Öte yandan Ebû Said el-Hudrî radıyallahu anh, Hz. Peygamber’in; “Ölmek üzere olanlarınıza La ilahe illallah demesini telkin ediniz.” buyurduğunu bildirmektedir.[16]
Bu nakiller Müslüman hayatının, doğumdan ölüme bir tevhid çizgisine sahip ve tevhid telkinine muhatap olduğunu göstermektedir. Peygamber Efendimizin bu uygulama ve tavsiyesi, muvahhid nesil eğitiminin, ne kadar öncelikli ve vazgeçilmez bir eğitim olduğunu ortaya koymaktadır.
Adına sahâbe dediğimiz o ilk muvahhid nesil sayesindedir ki İslâm, kısa zamanda dünya gündemindeki belirleyici konumunu elde etmiş ve dünya, İslâm medeniyetini tanıma şansına kavuşmuştur.
Günümüzde ve önümüzdeki yıllarda gündemi belirleme ve genel gidişatı etkileyip yönlendirme gibi bir mes’elesi olanların, ne pahasına olursa olsun, muvahhid nesiller yetiştirmekten başka çareleri yoktur. Peygamberlerin mesajını, İslâm tebliğini bütün dünyalılara çağdaş imkânlardan yararlanarak ulaştıracak muvahhid ilim adamları yetiştirmek, ümmetin ve Müslüman sermayenin önündeki öncelikli asıl mes’eledir.
[1] Muvatta, Kur’an 32, Hac 246; Tirmizî, Dâavât 122
[2] el-Enbiya 21/25
[3] en-Nahl 16/ 36
[4] Dihlevî, Hüccetullah’ıl-baliğa (Trc. M.Erdoğan), I, 224.
[5] Lokman 31/13
[6] en-Nisa 4/ 48.
[7] Meryem 1981
[8] el-A’raf 7/71. Ayrıca bk. Yusuf 12/40; en-Necm 53/23
[9] Bk. Dihlevî, Hüccetullahi’l-bâliğa(Trc. M.Erdoğan), I, 322-3
[10] Hud 11/29 – 31
[11] el-Bakara 2/ 256; Lokman 31/ 22
[12] Buhârî, Bed’ul-halk 7
[13] Musannef, IV, 334
[14] Musannef, IV, 334
[15] Musannef, IV, 334
[16] Müslim, Cenâiz 1,2; Ebû Dâvûd, Cenâiz 16; Tirmizî, Cenâiz 7; Nesâî, Cenâiz 4; İbni Mâce, Cenâiz 3
Yeni yorum ekle