Ramazan ayının Müslümanlar nezdinde diğer aylara nazaran güzîde bir yeri vardır. “On bir ayın sultanı” olan bu mübarek ay, Allah Teâlâ’nın mü’minlere bir ihsanı ve lütfudur.
İtikâfla Ramazan-ı Şerifin son on günü kesiliyoruz günün programından. Kimsenin hesabı olmuyor üzerimizde. Eşin, öğretmenin, çoluk-çocuğun, patronun, nefsin. Başka sağ’lar için sağ olmuyoruz. Allah için sağ’lığımız, dirliğimiz, varlığımız. Üzerimizdeki tek hesap O’nun hesabı oluyor.
Kim bir oruçluyu iftar ettirirse bu, onun günahlarının bağışlanmasına ve cehennemden kurtulmasına sebep olur. İftar ettirdiği Müslüman’ın aldığı sevaptan bir şey eksilmeksizin onun kazandığı kadar da ayrıca sevap kazanır.”
Ramazan geldi, sadece Rabbe yöneleceğimiz ve her şeyimizi O’na hasredeceğimiz vakitler getirdi bize. İtikâf günleri kıymetini bilenler için Allah’a adanmış zikir ve fikir günleri olacak. Kıyamla, rükûyla, secdeyle yeniden kendimize geleceğiz.
‘Oruç’ ile ‘imam'ın ortak oldukları anlam ve fonksiyon, korumak”tır. Birincisi ferdi, kendisine sıkıntı veren bir takım duygu ve isteklerin baskısından ve olumsuz etkisinden koruyan bir kalkan durumundadır, ötekisi de millet ve ümmeti, düşmanların verebilecekleri maddî ya da kültürel zararlardan koruyan...
Efendimizin bugün bize ulaşabilmiş iki hırkası var. Biri yaygın ismi ile Hırka-i Şerif ki Veysel Karani’ye bıraktığı hırkasıdır. Diğeri ise Topkapı Sarayı’nda bulunan Hırka-i Saadet’tir. Hırka-i Şerif şu anda Fatih’te kendi adı ile anılan camide Ramazan ayında ziyarete açılmaktadır.
Eski Sûfiler her varlık gurubunun bir imamı, bir başkanı olduğuna inanırlardı…
Bu yüzden yeryüzündeki hiçbir su, Zemzem’in faziletine ve sırrına erişemedi…
Hiçbir taş, Haceru’l-Esved’le boy ölçüşemedi.
Ey Yakıcı! Yak bizi ateşinle! Günahlarımızı yakıp kül et kavurucu ikliminde! Sen yak ki, yanmayalım huzuru ilâhîde! İsyan utancının Cehennem’inde.. Hakk’a lâyık kul olamamanın nedâmet ateşinde...