Gecenin karanlığında ilerleyen üç karaltı bir mağara yakınlarına kadar geldi. Belli ki geceyi geçirmek için bir yer arıyorlardı. Kendilerine uygun bir sığınak olarak gördükleri mağaradan içeri girdi üç yoldaş. Burası geceyi geçirmek için idealdi. Zaten gün boyu yol almaktan yorgun düşmüşlerdi. Tek istedikleri bir kenarına ilişip dinlenmekti. Fakat o da ne? Deprem mi oluyor? Bu gürültü nedir? Eyvah, mağaranın girişi kapandı. Nedir bu şimdi? Heyecan ve korkuları biraz yatışınca mağara ağzına doğru yöneldiler. El yordamıyla inceleyince girişi kapatanın, muhtemelen dağdan koparak düşen, bir kaya olduğunu anladılar. Ne yapıp ne edip bu kayayı oynatmalı, kurtulmalıydılar bu dar yerden. Var güçleriyle kayayı itmeye başladılar. Ama nafile, kayanın yerinden oynadığı yoktu. Kan ter içinde kalan üç yoldaş yapabilecekleri bir şey kalmadığını düşünerek, çaresiz bir şekilde oldukları yere oturdular. Kapana kısılmışlardı ve kuvvetleri buradan kurtulmaya yetmiyordu. Bu ıssız yerde havasızlıktan öleceklerdi. Ölümle burun buruna gelinen son noktada hayatları geçti gözlerinin önünden… Yapıp ettikleri… Sevabıyla günahıyla bir ömür…
Kelimenin tam anlamıyla dardaydılar. Ve darda kalanın tek sığınağına yönelmekten başka çareleri kalmadığını biliyorlardı. Ümitsizliğin en zirve noktasında, Rabblerinin onları duyacağı ümidi ile yüzleri aydınlandı birden. Karar verdiler; herkes sırayla, Hak katında makbul olduğuna inandıkları bir amelini vesile kılarak dua edecekti.
Birincisi öne çıktı, ellerini açtı Rabbine ve sessizce kalbinden şunları geçirdi: “Allah’ım benim çok ihtiyar annem ve babam vardı. Onlardan evvel ne çocuklarıma ne de hayvanlara bir şey içirmezdim. Günün birinde odun toplamak için uzaklara gitmiştim. Onlar uyuyuncaya kadar da dönemedim. Akşam kahvaltılarını hazırladım, fakat onları uyumuş buldum. Onları uyandırmayı veya onlardan evvel ailece akşam sütü içmeyi uygun görmedim. Çanak elimde olduğu halde onların uyanmalarını bekledim. Nihayet sabah ışıdı. Çocuklar ayaklarımın altında açlıktan ağlıyorlardı. Derken annem, babam uyandılar ve akşam sütlerini içtiler. Allah’ım! Eğer bu işi Sen’in rızan için yapmışsam bu kayadan çektiğimiz belayı bizden uzaklaştır.”
Diğerleri de ümitle mağara girişine doğru yüzlerini çevirmişlerdi. Arkadaşlarının sessizce yaptığı dua kabul olacak mıydı? Evet, işte kaya kıpırdamaya başladı. İşe yaradı galiba… Ama yok, kaya biraz kıpırdadıktan sonra durdu. Nefes alabilecekleri kadar bir aralık oldu şükürler olsun ama çıkabilecekleri kadar bir boşluk değildi bu.
Bu sefer, ikincisi daha büyük bir ümitle, ellerini açtı Rabbine ve sessizce o da kalbinden şunları geçirdi: “İlahi! Amcamın herkesten çok sevdiğim bir kızı vardı. Onunla birlikte olma teklifimi kabul etmedi. Birkaç sene sonra bir kıtlığa uğrayınca bana başvurdu. Yüz yirmi altın karşılığında teklifimi yineledim. Kabul etmek zorunda kaldı ama sonra bir fırsatını bulup “Allah’tan kork da haksız yere bana dokunma” deyince insanlar arasında en çok sevdiğim kimse olduğu halde onu bıraktım, verdiğim altınları da ona bağışladım. Ey Allah’ım, eğer bunları senin rızan için yapmışsam, içinde bulunduğumuz beladan bizi kurtar.”
Evet, kaya yine kıpırdamaya başladı, biraz daha aralandı. Denediler, ama çıkmaları için yine yeterli değildi.
Son bir ümitle sonuncu ellerini açtı ve diğerleri gibi sessizce içinden şunları geçirdi: “Allah’ım! Ben işçiler çalıştırıyordum. Ücretlerini de derhal veriyordum. Ancak bir tanesi ücretini almadan gitti. Ben de onun parasını onun adına işletip kâr ettirdim. Öyle ki çok malı oldu. Derken yıllar sonra çıkageldi ve “Ey Allah’ın kulu, bana olan borcunu öde!” dedi. Ben de: “Bütün şu gördüğün sığır, davar, develer senindir. Git bunları al götür!” dedim. Adam: “Ey Allah’ın kulu, benimle alay etme!” dedi. Ben tekrar: “Ben kesinlikle seninle alay etmiyorum. Git hepsini al götür!” diye tekrar ettim. Adam hepsini aldı götürdü. Ey Allah’ım, eğer bunu senin rızan için yaptıysam, bize şu halden kurtuluş nasip et!”
Tam duasını bitirmişti ki, kaya şiddetli bir şekilde sarsılmaya başladı ve kapattığı mağaranın ağzından kaydı gitti. Üç yoldaş sevinçle kendilerini dışarı attılar. Rablerinin sonsuz keremiyle darlıktan feraha kavuşmuşlardı. (07.12.09)
*Bu hikaye Peygamber Efendimiz(sas)’in “mağara hadisi” diye bilinen hadisinden uyarlanmştır. [Buhârî, Enbiya 50, Büyû 98, İcâre 12, Hars 13, Edeb 5; Müslim, Zikr 100, (2743); Ebu Davud, Büyû' 29, (3387) ]
Add new comment