Siyer-i Nebi Dersleri - 24: Necaşi'nin Huzurunda (Habeşistan Hicretleri II)

Kureyş Amr'a Çok Güveniyor

Amr b. Âs, Kureyş elçisi olarak Habeşistan'a gittiğinde kırk yaşlarındaydı. Habeşistan hükümdarı Necaşi ile görüşecek, Mekke'yi terk etmiş ve bu ülkeye sığınmış Müslümanların sınır dışı edilmesini ve Mekke'ye gönderilmesini isteyecekti. Yalnız değildi, Abdullah b. Ebî Rebîa da yanındaydı ama Kureyşliler en çok ona güveniyor,  Müslümanları Habeşistan’dan getireceğine kesinlikle inanıyorlardı. Zira Amr genç yaşından itibaren zekâsı, hitabeti, zorlu meseleleri çözüme kavuşturmadaki mahareti, bilgi ve kültür seviyesiyle kendisini ispatlamış, Kureyş liderleri arasında mühim bir yer edinmişti. Ayrıca uzun yıllardan beri katıldığı seyahatler neticesinde pek çok ülkeyi gezmiş, krallar ve liderlerle tanışmış, onlarla yakın ilişkiler kurmuştu. Habeşistan Necaşisi Eshame ile de samimi dostluğu vardı.

Kureyş Amr'a, Amr b. Âs da kendine çok güveniyordu. Mekke'nin ilahlarını reddeden ve yeni bir din icat eden Müslümanları Mekke’ye getirecek; böylece Kureyş'in ticarî ilişkilerine zarar verebilecek, prestijlerini sarsacak bu hicrete her ne olursa olsun mani olacaktı. Arap’ın dâhisi işini şansa bırakmıyor, hem hükümdara hem de hükümdarı etkileyebilecek danışmanlarına ve din adamlarına hediyeler götürüyordu. Hediyeler arasında Ebû Süfyân'ın verdiği, Mekke meşini diye de bilinen deriden yapılmış eşyalar da vardı. Başta Necaşi Eshame olmak üzere Habeşliler Mekke meşinine pek düşkündü ve Amr hepsini cezbedecek pahalı hediyelerle geliyordu.[i]

 

Amr b. Âs önce Habeşli yöneticileri, hükümdarın danışmanlarını ve din adamlarını ziyaret etti. Onlardan hükümdarın huzurunda kendisine destek olmalarını istedi. Aldıkları hediyelerden pek memnun olan yöneticileri ikna etmek hiç de zor olmamıştı.  Amr, Necaşi'den Müslümanları isteyecek, danışmanlar ona yardımcı olacak ve Necaşi Müslümanları hiç dinlemeden Mekkelilere teslim edecekti.

Nihayet hükümdarın huzuruna çıkıldığında Amr b. Âs söz aldı ve:

“Ey hükümdar! Bizden aklı ermeyen bazı gençler senin ülkene sığındılar. Onlar atalarının dinini terk ettiler. Senin dinine de girmediler. Bizim de sizin de bilmediğimiz yeni bir din icat ettiler. Onların babaları, amcaları ve yakın akrabaları onları geri yollaman için bizi sana elçi olarak gönderdi. Onlar bu kimselerin kusurlarını ve kabahatlerini sizden daha iyi bilirler.” dedi.

Hükümdarın adamları tam bu sırada söz aldılar:

“Bu adamlar doğru söylüyor. Kavimleri elbette ki onların durumunu bizden daha iyi bilirler.  Onları bu elçilere teslim edelim, kendi ülkelerine götürsünler, zaten onlar senin dininden de değiller.”[2] diyerek Amr'a destek oldular. Kureyş heyeti, Necaşi'nin Müslümanlarla görüşmesini asla istemiyorlardı. Zira onların sözleri Necaşi’yi etkileyebilirdi. Tarihler ve mekânlar değişse de zalimlerin Müslümanlara bakışı hiç değişmiyor, onlara söz hakkı verilmesini dahi kabul edemiyorlardı.

Biz Allah'tan Başka Kimsenin Önünde Secde Etmeyiz

Necaşi hem danışmanlarının hem de Amr'ın sözlerini hiç de doğru bulmadı. Kendisine sığınmış, adaletine güvenmiş bu insanları hiç dinlemeden sınır dışı etmek uygun olamazdı. En azından bir kez olsun onlarla görüşmeli kararını buna göre vermeliydi.[3] Muhacirlerin derhal huzuruna çıkarılmalarını emretti. Amr amacına ulaşamamış, kolayca halledileceğine inandığı mesele başını ağrıtmaya başlamıştı.

Müslümanlara gelince onlar hükümdarın davetini korku ve heyecanla karşıladılar. Onlar Amr'ı da onun hükümdarın yanındaki konumunu da çok iyi biliyor, derin bir endişe duyuyorlardı. Necaşi’nin huzurunda ne söylemeleri gerektiğini aralarında görüşmüşler ve sonucu her ne olursa olsun doğruluktan ayrılmamaya karar vermişlerdi.

Müslümanlar Habeş Hükümdarı’nın huzuruna çıktıklarında bir tarafta Kureyş elçileri diğer tarafta ise ellerindeki İncil sayfalarıyla hazır bekleyen din adamları vardı. Saray görevlileri, Müslümanlara Necaşi'ye secde etmelerini söylediğinde Müslümanların cevabı çok net oldu:

“Biz Allah'tan başka kimsenin önünde secde etmeyiz.”[4]

Müslüman böyle olmalı, hiç bir hâl ve şart altında inancından taviz vermemeliydi. Onların bu dik duruşu Amr ve arkadaşını çok sevindirdi. Necaşi bu saygısızlığı herhalde cevapsız bırakmayacaktı.

İlk sözü Mekke hükümetinin elçileri aldı:

“Bunlar atalarımızın dinini terk ettiler. İlahlarımıza hakaret edip onları alaya aldılar. Gençlerimizin inançlarını bozdular. Halkımızın arasına fitne sokup onları ikiye böldüler.”

 Amr b. Âs'ın suçlamalarını dinleyen Necaşi Müslümanlara sordu:

“Siz benim dinime ya da başka bir milletin dinine girmediniz. O halde sizi kavminizden ayıran, onlarla aranızın açılmasına sebep olan bu din nedir?”

 Söz İslam’ın

Müslümanlar adına sözü Cafer b. Ebî Talib aldı. Peygamber Efendimizin amcasının oğlu Cafer ilk Müslümanlardandı. O, kardeşi Ali'den on yaş büyük olup yirmi beş yaşlarındaydı. Allah yolunda baskı ve çilelere maruz kalmış, inancını yaşayabilmek için hanımı Esma binti Umeys ile hicret etmişti. Cafer, hükümdarın sorusuna muhteşem bir cevap verdi:

“Ey hükümdar!  Biz cahiliye zihniyetine sahip bir kavimdik. Ağaçtan ve taştan yapılmış putlara tapar, kendiliğinden ölmüş hayvanların etlerini yer, kız çocuklarını diri diri toprağa gömer, insanlık dışı bütün kötülükleri yapardık. Akrabalarımızla ilgilenmez, komşu hakkı tanımazdık. Kuvvetli olanlarımız zayıflarımızı ezer, zenginlerimiz fakirlerin sırtından geçinirdi. Hak hukuk nedir bilinmezdi.” 

“Biz bu halde iken Allah celle, bizim içimizden asil soylu, doğru, güvenilir, iffetli olarak bildiğimiz birini peygamber olarak gönderdi. O bizi bir olan Allah'a inanmaya ve yalnızca O’na ibadet etmeye çağırdı. Atalarımızdan miras kalan putlara tapmaktan bizleri kurtardı. Doğru söylemeyi, emanete riayet etmeyi, akrabalarla iyi geçinmeyi, komşuları gözetmeyi emretti. Bütün kötülük ve günahları, kan dökmeyi, yalancı şahitlik yapmayı, yetim malı yemeyi ve namuslu kadınlara iftira etmeyi ise yasakladı.”

“Biz de onu doğruladık ve ona iman ettik. Allah'tan ona gelenlere tabi olduk. Sadece Allah'a ibadet ederek O'na hiç bir şeyi ortak koşmadık. Onun haram kıldıklarını haram, helal kıldıklarını ise helal bildik. Halkımız bu sebeple bize düşman oldu, bize zulmettiler. Allah’ı bırakıp eskisi gibi putlara tapmamız ve önceden yaptığımız kötülükleri yeniden işlememiz için bize işkence ettiler. Hayat bizim için çekilmez bir hale geldi, dinimizi yaşayamaz olduk. Baskı ve zulümler dayanılmaz bir noktaya geldiğinde senin ülkene sığındık. Seni başkalarına tercih ettik. Senin himaye ve komşuluğuna can attık. Ey hükümdar, biz senin yurdunda hiç bir kötülüğe maruz kalmayacağımızı ümit ediyoruz.”[5]

Meryem Oğlu İsa Kimdir?

Cafer'in konuşmasını sükûnet içerisinde dinleyen Necaşi: Allah tarafından Peygamberinize gönderilen vahiyden ezberinde bir şey var mı, diye sorduğunda Hz. Cafer; Hz. Yahya ve Hz. İsa'nın doğumları ile ilgili ayetleri ihtiva eden Meryem Suresi’nin ilk bölümünü okudu. Cafer radıyallahu anh okurken Necaşi ağlıyor, gözyaşları sakalını ıslatıyordu. Hükümdarın yanındaki din adamları da ağlıyor, gözyaşları mushaflarına dökülüyordu.

Necaşi heyecanla: “Allah’a yemin ederim ki bu sözler Hz. Musa ve Hz. İsa'ya gelen vahiylerle aynı kaynaktandır.” dedi ve Mekkeli elçilere dönerek: “Siz ikiniz gidin artık. Vallahi, ne ben onları size teslim ederim ne de kimse onlara dokunabilir.” sözleriyle taleplerini reddetti.[6]

Müslümanlarda sevinç, müşrik elçilerde ise öfke ve hayal kırıklığı vardı. Fakat Amr b. Âs mağlubiyeti kabul edemez, davasından vazgeçemezdi. Kureyş'e söz vermişti, bu adamları mutlaka Mekke'ye geri getirecekti. Arkadaşı Abdullah b. Ebî Rebîa'ya “Hükümdara yarın öyle bir şey söyleyeceğim ki, onların köklerini kazıyacağım.” dedi. Abdullah b. Ebî Rebîa da Kureyş'in elçisiydi ancak arkadaşındaki bu öfke ve nefreti anlayamıyordu.

“Sakın böyle bir şey yapma. Muhalifimiz dahi olsalar onlar bizim akrabalarımız.” dediyse de Amr b. Âs'ı ikna edemedi. Amr insaf ve merhametini kaybetmiş, gözünü hırs bürümüştü. Amr'ın kökünü kazıtmak istediği Müslümanlar arasında kardeşi Hişâm b. Âs da vardı ancak Amr bunu düşünecek hâlde değildi.[7] Ertesi gün yeniden hükümdarın huzuruna çıktı:

“Ey hükümdar! Onlar Meryem oğlu İsa hakkında ağır sözler söylüyorlar. İstersen onları çağır da İsa hakkında ne düşündüklerini sor.” dedi. Bunun üzerine Necaşi, Müslümanları yeniden huzuruna çağırdı. Bu ikinci davet Müslümanlara öncekinden daha büyük bir korku vermişti. Necaşi Müslümanlara sordu:

“Söyleyin bakalım, Meryem oğlu İsa hakkında ne düşünüyorsunuz?”

Hz. Cafer radıyallahu anh: “Biz onun hakkında Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ne söylüyorsa onu söylüyoruz: İsa; Allah’ın kulu ve Rasûlü, her şeyi bırakıp kendini Rabbine adamış Meryem'e ilka ettiği kelimesi ve ruhudur.” diye cevap verdi.

Necaşi bu cevap üzerine yerden bir çöp aldı ve “Vallahi, Meryem oğlu İsa sizin bu söylediklerinizden başka bir şey değildir. Arada şu çöp kadar bir fark bile yoktur.”[8] dedi.

Altından Dağlar Verseler

Bu sözler üzerine hükümdarın adamları homurdanmaya, rahatsızlıklarını belli etmeye başladılar. Necaşi onlara “Siz hoşlanmasanız da hakikat budur.” dedi. Sonra Müslümanlara döndü: “Gidin, siz benim ülkemde huzur ve güven içinde yaşayabilirsiniz. Size dil uzatanlar, kötülük edenler cezalandırılacaktır. Önüme altından dağlar bile koysalar, sizden birine zarar vermek istemem. Bu adamların hediyelerini de geri veriniz. Benim onlara ihtiyacım yok. Allah bana bu mülkü verdiğinde benden rüşvet mi aldı ki ben bu işte rüşvet alayım.”[9] dedi.

Amr b. Âs ve arkadaşı kınanmış, hediyeleri geri verilmiş ve talepleri reddedilmiş olarak elleri boş, perişan bir halde Mekke'ye döndüler.

Cafer b. Ebî Talib

Allah ve Rasûlü’nün düşmanları, çağın Nemrut ve Firavunları zulümde sınır tanımamış; saldırılarını, baskı ve tehditlerini denizlerin ardına, kıtaların ötesine taşımışlardı. Müslümanlara kendi memleketlerinde rahat yüzü göstermeyen, öz yurtlarında parya muamelesi yapan müşrikler yaban ellerde bile onlara bir parça huzuru çok görüyorlardı. Zira zalimlerin dünyadaki tüm Müslümanlarla hesabı vardı.

Mümin, hakkı temsil eder, onun varlığı batıla  tehdit olurdu. Allah yolunda her şeyini terk etmiş, tüm korkuları öldürmüş ve meçhule doğru yola çıkmış muhacirler bir gün geri gelecek, savaş meydanlarında destanlar yazacaklardı. Onları ne yapıp edip geri getirmeliydi. Kureyş'in Habeş’le samimi ilişkileri, Amr'ın dehası ve Necaşi ile yakın dostluğu, pahalı hediyelerle satın alınan devlet adamları Mekke için büyük avantajlar sağlarken Müslümanların durumu hiç de iç açıcı değildi.

Müslümanları temsil eden henüz yirmi beş yaşındaki Cafer b. Ebî Talib’in elçilik tecrübesi yoktu. Fakat yaptığı muhteşem konuşma ile küfrün tüm silahlarını etkisiz hale getirdi. O, konuşmasının ilk kısmında İslam öncesi cahiliye devrinin insanlık dışı hâllerini gayet özlü ve açık ifadelerle anlattıktan sonra ikinci kısımda Efendimiz aleyhisselam’ı, onun üstün özelliklerini ve getirdiği dinin güzelliklerini, İslam’ı ve temel ilkelerini anlattı. Konuşmasının üçüncü kısmında ise İslam’ı kabul ettikten sonra yaşadıkları çileleri ve şu an kendisini almaya gelen Kureyşlilerin yaptığı vahşeti dile getirdi. Onlar buraya işledikleri bir suçtan veya kaçmak zorunda oldukları başka bir sebepten değil sırf Allah rızası için gelmişlerdi. Onun konuşması, samimiyeti, İslam’ın simasına verdiği güzelliği Necaşi’yi derinden etkilemiş, ne Amr’ın Necaşi ile dostluğunun ne hediyelerin ne de başka bir şeyin önemi kalmıştı. Hele bir de Meryem suresinin salona getirdiği ruh hâli vardı ki Necaşi ve çevresindekilerin tamamı huşu içerisinde Allah'ın kelamını dinliyorlardı. Öyle ki hayranlıklarını gizleyememiş, gözyaşlarına hâkim olamamışlardı. Acaba onlar Muhammed aleyhisselam’ı Kur’an okurken dinleseler neler olurdu? Acaba sabah akşam Kur'an okuyan bu ümmet neden gözyaşı dökemiyor, yürekleri neden titremiyordu.

Cafer’in Hıristiyan bir toplumun huzurunda Meryem suresini okuması, Hz. İsa'yı anlatırken karşısındakilerin memnuniyetini sağlayacak sözler yerine hakikati dile getirmesi, kendinden emin ve korkusuz tavrı ne kadar önemlidir. Hakkı haykıracak olanların kendilerini en iyi şekilde yetiştirmeleri, davalarını en güzel şekilde temsil edebilmeleri, doğruyu eğip bükmeden olduğu gibi haykırabilmeleri davalarına olan bağlılıklarının gereğidir. Cafer b. Ebî Talib, Efendimiz tarafından yetiştirilmiş ne güzel bir davetçidir! Onun ve arkadaşlarının davetiyle başta Habeş hükümdarı Necaşi Eshame olmak üzere pek çok kişi Müslüman olmuştur. Cafer ve arkadaşları Allah'ın dinini Arap Yarımadası’nın dışına, başka bir kıtaya taşıyan ilk İslam davetçileridir.

Kureyş Çıldırıyor

Habeşistan muhacirlerinin geri verilmeyişi Mekkelileri kahretti. Amr b. Âs evinden çıkamıyor; Necaşi'nin, Muhammed aleyhisselam’ın peygamberliğine inandığını söylüyordu.[10] Kureyş derin bir yara almıştı. Dostları Necaşi'nin Müslümanları geri vermeyişi, hediyeleri dahi almayıp elçilerini kovmaktan beter etmesi itibarlarını sıfıra indirmişti. Cafer'in hitabeti, Necaşi'nin muhabbeti Allah’ın salih ve sadık kulunu memnun ederken düşmanlarını çılgına çevirmişti. Kureyş yerinde duramıyor, bu yaranın acısını çıkarmanın yollarını arıyordu. Artık bu işe kesin bir çözüm bulunmalı, İslam'ın yüce davetçisi mutlaka öldürülmeliydi.

 



[i] İbn Hişâm, es-Sîre, I, 358; Vakıdî, Meğâzî,II, 742; Şâmî, Subulu'l-Hüdâ, II, 518.

[2] İbn Hişâm, es-Sîre, I, 359; İbn Kesir, el-Bidâye, IV, 181; Ahmed b. Hanbel, I, 202, 203.

[3] İbn Esîr, el-Kâmil,I, 599.

[4] Zehebî, A'lâmi'n-Nübelâ, I, 207; İbn Hibbân, es-Sîretu'n-Nebeviyye, I, 79

[5] İbn Hişâm, es-Sîre, I, 359,360; Kasım Şulul, Hz. Peygamber Devri Kronolojisi, 314, 315

[6] İbn Hişâm, es-Sîre, I, 360.

[7] Belâzurî, Ensâbu'l-Eşrâf, I, 215; Salim Öğüt, Hişâm b. Âs b. Vâil, DİA, XVIII, 152.

[8] İbn Hişâm, Es-Sîre, I, 361; Muhammed hamidullah, İslam Peygamberi, I, 300.

[9] İbn Hişâm, Es-Sîre, I, 361, 362; İbn Kesir, el-Bidâye, IV, 186.

[10] İbn Kesir, el-Bidâye, IV, 195

Yazar: 

Comments

Çok iyi bir yazı

Add new comment

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.