“Kureyş’e kolaylaştırıldığı, evet, kış ve yaz seyahatleri kolaylaştırıldığı için onlar, kendilerini açlıktan doyuran ve her çeşit korkudan emin kılan şu evin Rabbine kulluk etsinler.” (Kureyş 106/1-4)
“Bilakis kim yüzünü ‘muhsin’ olarak Allah’a döndürürse onun ecri Rabbi katındadır. Öyleleri için ne bir korku vardır ne de üzüntü” (Bakara 2/112)
***
Etrafında olduğumda huzur bulduğum, etrafımda olduğunda güven duyduğum, uzak düştüğümüzdeyse, sonsuzlukta birlikte olmanın hayalini kurduğum kıymetlim, biricik yarenim merhaba…
Cennetle ilgili ayetleri okuduğumda gönlüme ferahlık veren muhayyel manzaraların ilki, sonsuz bir yeşillik kenarındaki su görüntüsü. Su, temizlik; su, bereket; su, yumuşaklık yani letâfet, asâlet, her şeyin kaynağı; bağışlanma, arınma, durulma…
Suyun öte yanında saçlarını yere uzatmış salkım söğüt ağaçlı gölgelikler, rengârenk çiçeklerle bezeli uçsuz bucaksız bir bahçe. Ağaç, ana baba sevgisi; ağaç, köklere bağlılık; ağaç dayanıklılık hem de cesaret, mahremiyet, her şeyin sınırı; verimlilik, cömertlik; ellerini göğe doğru kaldıran çınardan yükselen tövbe, semadan avuçlara dökülen İlahi merhamet.
Salkım söğüdün perçemleri tatlı bir meltemin eliyle aralandığında görünen, yüz görümlüğü olarak sadece imanlı bakışları isteyen başka güzellikler; köşkler, döşekler, ipekten, kadifeden, atlastan elbiseler. Bunlar ziynet, bunlar kıymet, bunlar ışıltılı süsler ve göz şenliği elbet.
Ardından ikramlar; meyveler, yemişler, kuş etleri sonra kristal kadehlerde çeşit çeşit içecekler, şerbetler, baldan-sütten nehirler, kim bilir daha neler neler... Dünyadakine benzer, bir kısmını hatırlatan ama yine de farklı lezzetler.
Meleklerin selamı, tertemiz eşin kelamı. Sadece iyi duygulardan mamul bir sevgi yumağı. Tahtlar üzerinde söyleşen, devamlı gülümseyen cömert yürekler. Güldükçe genişleyen çatılar, salih amele ardına dek açık kapılar…
Fakat en güzeli, cennet deyince en özeli ne dersen, hani Rabbimizin “bir de fazlası” buyurduğu, Kur’an âlimlerinin “Allah’ın rızasıdır” diye yorduğu o müthiş huzur duygusu var ya; emniyet, işte o.
Korkulardan emin; umduğuna, umduğunun fazlasına nail olmuş mutmain kulun sonsuz saadeti. ‘”Onlar mahzun olacak değillerdir.” “Orada duyacakları tek söz ‘selam selam’dır.” gibi müjdeleyici kelamın işaret ettiği o ebedi cennet hayatı. Hastalıktan, beladan, düşman saldırısından, sıcaktan, soğuktan, hayvanlardan, insanlardan, yerdeki, gökteki görünen, görünmeyen her türlü yaratılmıştan sığındığımız, o emin melce’e dönüş. Ve bir daha oradan kopmama. Endişesiz, vehimsiz, tasasız bir keyfiyet. Gözlerin görmediği, gönüllerin bilmediği bir kemmiyet. Rızayla, yalnızca rızayla sarmalanmış bir ebediyet.
Ürkütüyor bu dünya beni, korkutuyor. Ulaşma gayreti en zoru. Ulaştığını zannedip olduğun yerden de aşağıya düşme. Her şeye yeniden başlayıp didinip tırmanma ve kibrinle yüzleşme. O yüze bakıp kendini beğenmeye devam etme. O yüzden tekrar düşme.
Nefse hoş gelen, cennette mükemmel aslı dururken, fanisinde beka aradığım gölge lezzetlere takılmak. Tökezlemek. Ayağımın burkulması, burnumun yere sürtmesi.
Acılarla boğuşmak. Bu güreşte tuş olmak. Tam kadere teslim bayrağı çekip müslim olacak, müslim ölecekken isyana rota çizmek. Böylece yolun şaşması, gözün gönlün hududu aşması, sabrın taşması…
İnsan olmak, ‘ihsan sahibi’ bir kul olmaya çalışmakla ilgili korkular, kaygılar işte. Ben sızlanmadan, ağlamadan önce derdimi anlayıp dualarına alıverdin beni yine değil mi?
Sevdiğim, düşünce kalkmama yardım eden güvendiğim kıymetli dost, huzurun kaynağına, mutlak güven duyulana, el Mümin’e döneceğimiz güne dek O’na ol emanet.
Add new comment