Hac, birçok yönüyle insanın dünya serüveninin en estetik tasvir ve temsilidir. Hz. İbrâhim (as), Hz. Hacer, Hz. İsmâil(as) bu temsilin kahramanlarıdır. Varlık sahnesinde insanın üç büyük rolü, onların şahsında resmedilmiştir. İnsan ya İbrâhim’dir ki babadır, ya Hacer’dir ki annedir veyahut İsmâil’dir yani oğul. Bir dostluk ve kahramanlık kümesidir bu üçlü. Sahnenin diğer oyuncusu,doğruyu ifsat eden bir düşman rolündedir. Bu üçlünün Hakk’la irtibatını bozmaya çabalar durur. Düşmandır apaçık, tecrübeli, hilekâr ve uslanmazdır. Adı, kovulmuş şeytandır. Hz. İbrâhim ise pes etmez bir babadır, mücadelecidir. Bir baba olarak İsmâil’ini çok uzaklardan bir tohum gibi getirip ekmiştir Mekke toprağına.Tarihin anlam veremediği bir şekilde. Zatenİbrâhim (as) akılların almadığı bir adamdır, akıllar-üstü bir kahraman.
Hz. İbrâhim (as) henüz emzikli bir döneminde bırakmıştı Hz. İsmâil’i (as) Mekke’ye. Annesi kalmıştı onunla ve bir de can suyu olarak bir tulum vardı yanlarında. İsmâil tohumunu bu kadarcık su yeşertebilir miydi? Neresiydi burası? Suyun olmadığı taşlık bir yer. Taş ve su... Âlemde bu iki nesne çok uzaktı birbirine. Akmak ve durmak kadar uzaktı. Akışkanlık hayattı; donukluk ve durağanlık ölüm. Mekke ise o gün taş hükmünde idi. İsmâil(as) ise bu katılığı yumuşatacak ve taşı yaracak bir tohumdu. Hatta bu tohum suya vesile olacaktı, su gelecekti ayaklarına kadar İsmâil’in. Çünkü su hayattı, candı. Öte yandan tarih ölçeğinde baktığımızdaHz. İbrâhim (as), insanlığın hikâyesini Mezopotamya’dan Arap yarımadasına kaydırmıştı. Hz. İbrâhim’in (as) gayesi ettiği duada gizliydi.[1] Allah’ın emriyle tarihe müdahale ediyordu. Oraya bıraktığı İsmâil tohumu, bir ağaç olacak ve yıllar sonra bu ağaç Muhammed (s.a.s) meyvesini verecekti.
Hac bir insanlık serüvenidir. Hac’da yapılan bütün fiillerde en yüksek remizler gizlidir. Hac sırasında Hacerulesved’in öpülmesi veya selamlanarak tavafa başlanması, Allah’la yapılan biati tazelemeyi; Kâbe’yi tavaf, ilâhî kanunlara boyun eğmeyi sembolize eder. Yine sa‘y, hervele ve zemzem Hâcer olayını, anne sevgisini, Allah sevgisini ve ilâhî nusreti simgelemekte; Mina’da kurban kesmek Hz. İbrâhim’in oğlu İsmâil’i kurban etmesini, ilâhî emre koşulsuz teslimiyeti ve yeri geldiğinde Allah yolunda canını feda etmeyi anlatmaktadır. Şeytan taşlamak ise Hz. İbrâhim, Hâcer ve İsmâil’in şeytanın mümin akla yönelik saldırılarına ve gönlü Hakk’tan çevirmeye yönelik çabalarına itiraz etmek, vesvese ve kışkırtmalarına kapılmamayı remzetmektedir. Hac’da ne varsa, insanda bu tasvirin devam eden bir temsili vardır. Biz bu yazımızda bütün bu remizlerden sadece şeytan taşlama fiilini ele alıp değerlendirmeye çalışacağız.
Öncelikle taş ve suyun hikâyesidir hac. Mekke taştır, zemzem ise hayat. Bu hikâye, suyun taşa hayat bahşetmesi ve yumuşayıp toprak olan taşın da hayat olması demektir. Taş Mekke’dir bütün ihtişamıyla. Su ise zemzem, serinlik ve esenlik... Çöle ve iklime direnmenin, hayatta kalmanın adıdır su. Taşın damarlarına hayatı taş/ıyandır, taşı medeniyet kılandır. Hacer ve Hz. İsmâil’in (as) kimselerin olmadığı ve ekinin bitmediği bir yere bırakılması taşa bırakıldığını gösterir. Ekin yoktur çünkü, su yoktur. Taşın hükmü hâkimdir ve Hacer, Safa ve Merve arasında koşar da koşar. Hacer de korkudan taş kesilmiştir. Çünkü biriciği, İsmâil’i vardır.
Safa ve Merve de taşlarla ilişkili iki nitelik taşır. Donukturlar (cemadat) , sabittirler, taştır, tepedirler. Ama unutulmamalıdır ki taş ta Hakk’ındır. Onlar da Hakk’a dair bir bilgi taşır. “Şüphe yok ki, Safâ ile Merve Allah'ın nişâneleri, alâmetlerindendir.”[2] Peki, nedir taştaki hakikat? Taşın doğası yere ait olmaktır. Tabiatı gereği yükselemez taş, kendi başına hareket edemez. Hareket ancak bitkiler, hayvanlar ve insanların özelliğidir. Yükseğe çıkarılırsa ve kendi doğası ile baş başa bırakılırsa aşağıya düşer taş, aslına meyleder. Bu kulluğa ne güzel bir örnektir, meylini ve acziyetini bilmektir. Belki de bu yönelişleri sebebiyle Allah taşlardan söz ederken “Onların bir kısmı Allah korkusundan düşerler.”[3] buyurmuştur. Taş kendindeki donukluk, eksiklik karşısında Allah’ın yüceliğini mi biliyor da korkuya kapılıyor? Gerçi bu taşların menzili, bizim taşlaşmış kalplerimizden de yücedir belli ki. Öte yandan hakikatte, el-Âlî (Yüce) olan Allah’tır. Belki de taş, yükseklikte Hakk’tan çekinir de yere meyleder. Allah da onun bu tavrını korkmaktan saymıştır. Çünkü taş Allah’tan korkuyorsa kendini biliyordur, aslındaki keyfiyetleri âgâhtır. Nitekim Allah başka bir yerde “Allah’tan kendini bilen kullar korkar.”[4]buyurur. Yaratılışındaki hakikatini bilen, aslındaki bu hakikatten ayrılmayandan daha güzel bir kul olabilir mi!
Allah, taşları suların çıkış yeri yapmıştır. Su, tabiatta ki bütün varlıkların hayat kaynağıdır. Bu sebeple Allah taşı seçmiş, ondan suyu ve hayatı fışkırmıştır. “Taşların bir kısmından da sular fışkırır.”[5] Taştaki kasvet ve katılık karşısında sudaki letafet ve akışkanlık... Ne enteresandır ki taş bulunduğu yerden ayrılmak istemeyen katı bir varlık iken hayat membaı oluyor demek ki. Taş korkuyor, düşüyor merkezine, aslına ve su/hayat da çıkıyor ondan. Yine ayetin tarifiyle insan da korkuyor Hakk’tan ve ancak bu yolla kendini biliyor. Demek ki hakkıyla korkmak taş gibi olmak, taş kesilmek iken, insan da böyle olunca, ondan da su ile remzedebileceğimiz bilgi ve hayat fışkırıyor. Ne veciz metaforlar: taş-su, donukluk-hayat, korku-bilgi.
İşte Hz. İbrâhim (as), Hz. Hacer ve Hz. İsmâil (as)’in hikâyesi taş ve suyun hikâyesidir. Taş ve su birleşmiş, önce harç sonra Beyt (ev) olmuştur, mabed olmuştur, bilgi ve hayat olmuştur. Kâbe’ye koydukları her bir taş ve zemzemin her damlası bu hakikatleri taşır. Bize de İslam maneviyatının ve medeniyetinin temellerindeki kurucu ögeleri öğretir. Demek ki maddî hayatın kaynağı su, manevî hayatın kaynağı da Allah’tan korkmaktır. İbadet ve mabedler, bu korkunun forma sokulmuş sistemleridir. Asıl olan bu haşyeti yakalamaktır. Kâbe, kaskatı ve simsiyah formuyla Allah korkusu, haşyet ve heybetten başka neyi kuşanmıştır! Bu gözlerle bakınca ne de güzel yakışıyorlar birbirlerine! Kâbe, zemzem ve Mekke… Mekke ki yeryüzünün haşyetten taş kesilmiş şehri, şehirlerin anası, İsmâillerin Hacer’i.
Ve sahne aralanıyor İbrâhim (as) ve İsmâil’in (as) bir düşmanı var. Apaçık düşman. Neyi arzuluyor? Allah korkusunun yerine dünyevî korkular, marifetullahın yerine nefsin arzularına yönelik bilgileri koymak istiyor. Ve karşısına dikiliyor bir baba ve bir oğul. Taşlıyorlar onu, kovuyorlar yanlarından. Taş atıyorlar ona üç yerde ve yedi kez. Demek istiyorlar ki, biz Allah’a kulluk konusunda kaskatıyız, eğilmeyiz ve kullukta taş gibiyiz. Mermimiz de siperimiz de taştır. Pusulanın ibresinin kuzeye olan aşkı gibidir, taşın yerin merkezine olan sevdası. Bizim Hakk’a muhabbetimizde böyledir. Yükselsek düşeriz, başkadır bizim yükselişimiz. Bu yüzden bize secde yeri (mescid) yeryüzü kılındı ve secde yeri Allah’a en yakın olduğumuz yer oldu. Demek ki müminler, dağlardan yuvarlanan taşlar gibi secdelere inerler. Çünkü namaz müminin yükselişidir ve bizim miraç yönümüz secde yerinedir, toprağadır, aslımızadır.
Ne tuhaftır ki insan yeryüzüne, toprağa, taşa yaklaştıkça yükselir. Biz insanız ve yükselişimiz haşyetli bir düşüş, Rabbimizin huzuruna yuvarlanıştır taşlar gibi. Ve İbrâhim (as) haykırıyor: “Ey şeytan! Taş bizim aslımızdandır. Bizim taşımızın katılığı seni helak eder. Canından olursun. Kaç bizim gazabımızdan çünkü gazabımızın membaı da Allah korkusudur. Kork bizim isabetimizden çünkü biz Hakk’a dair bilgimizle halife olduk. Eşya bize âmâde ve müsahhardır. Taş bizim kardeşimizdir. Bizim için taş temizleyici kılınmıştır, teyemmümümüz kılınmıştır, mübarektir. Bizim taşımız senin helakin, azabındır.”
Taşımızın şeytana indiği ve Hz. İbrâhim’in (as) şeytanla diyalogunun geçtiği yerler Mina’dadır ve Hac’da şeytan taşlama sırasında atılan taşlara ve bu taşların atıldığı yerlere ise cemre (çğl. cemerât) adı verilir. Cemre sözlükte “kor parçası; çakıl taşı” gibi manalara gelir, temizlik için taş kullanmaya da bu köke işaretle “isticmâr” denilir. Çünkü temizleyicidir taş. Fıkhî olarak ise cemre hacıların kurban bayramı günlerinde Mina’da attıkları küçük taşların her birini ve bu taşların atıldığı üç ayrı yeri ifade eder. Cemrelerden Mina-Mekke yönündeki ilkine küçük veya birinci cemre (el-cemretü’s-suğrâ, el-cemretü’l-ûlâ), ikincisine orta cemre (el-cemretü’l-vüstâ), üçüncüsüne de büyük cemre veya Akabe cemresi (el-cemretü’l-kübrâ, cemretü’l-Akabe) adı verilir.
“Şeytan taşlama” adı verilen bu atışlarda, Hz. İbrâhim’in (as) Allah’ın emrini yerine getirme teveccühünü engellemek isteyen şeytana karşı gerçekleştirdiği fiilin bir yansıması, hatırası vardır. Şeytana ve şahsında temsil edilen saptırıcı kötülüğe karşı tepkiselliği ve direnişi temsil eden bir tavırdır bu.
Bir hadiste rivayet edildiğine göre, Hz. İbrâhim (as), Kâbe’nin inşasını tamamladıktan sonra Cebrâil’in yol göstermesiyle ilk haccını yapmış ve oğlu İsmâil’i (as) kurban etmeye götürdüğü esnada Mina’nın söz konusu üç yerinde önüne çıkan şeytanı taşlamıştır.[6] Hz. Peygamber (s.a.s) de Vedâ Hacı sırasında bu cemrelere taş atmıştır.[7] Sonuç olarak arefe günü, Arafat vakfesinden sonra Müzdelife’ye doğru yola çıkan hacılar, Mina’ya vardıkları zaman, ihrama girdiklerinden beri söyledikleri telbiye’yi kesip bu cemre için hazırladıkları yedi çakıl taşını “BismillâhiAllahuekber” diyerek teker teker atarlar.
Taş atarken söylenilen “Allah en büyüktür” ifadesi, şuur düzeyinde idrak edilmiş ise atılan taşın isabet ettiğine işaret eder. Çünkü müminler için büyüklük Allah’a mahsustur ve müminin attığı her taşta tezahür eden de bu hakikattir. Bu taş, şeytanın can köküne inen acı bir darbedir. Yoksa hakikatte atılan taş nohuttan büyük, fındıktan küçük bir taştır ve bu taşın zahirde şeytanı korkutacak bir tarafı da yoktur. Fakat bu taşlar, “Allah’ın adı ile ve Allah büyüktür.” sözlerinin bütün ağırlığını, besmele ve tekbirin şerri kahredici bütün darbelerini taşır. Şeytanın asıl korktuğu da budur. Ancak taşa işlenen bir hakikattir bu. Dolayısıyla cemrelere atılacak nesnenin özellikle “taş” olması gerekir; demir, kurşun, tahta gibi şeyler atılamaz.
Bu konuda taş ve temizlik ilişkisine değinmiştik. Bu temizlik insan için taharet ve nezafet yönünde iken şeytan için imha yönündedir. Nitekim şeytanlarla cinlerin semâdan haber öğrenmek için kulak kabartmaları (istirâku’s-sem‘) ve bilgi hırsızlığı yapma çabaları[8] karşılığında da aynı şekilde taşlandıkları ifade edilir. Kur’an sözü edilen âyetlerde, şeytanların üzerlerine parlak ve yakıcı alevler yöneltildiğini, yıldızlar fırlatılarak taşlandıklarını, böylece göğün şeytanlardan korunduğunu ve onların yüce sakinler topluluğunu (mele-i a‘lâ) dinleyemediklerini haber vermektedir. Görüldüğü üzere şeytanlar mele-i a‘lâ’da da, delip geçen parlak bir ışık (şihâb) ile taşlanırlar. Bu taşlama ise o âlemin kendi hakikatleri ölçüsündedir.
Son olarak ifade edelim ki bir de zamansal cemreler vardır. Kış mevsiminden sonra havaların ısınmasını ve artık hayatın tabiata sâri oluşunu müjdelerler, baharı getirirler. Bunlarda yedi gün arayla sırasıyla havaya, suya ve toprağa düşerler. Tıpkı her üç şeytan taşlama yerine atılan yedi taş gibi toplamda 21 hamle. Sonrasında hayatiyet, bahar ve nimet sunulur insanlığa. Mina’da şeytan taşlayan müminler de temennilerine ve emana ermiştir artık. Bahara, rahata, umduklarına ve güvene ulaşmışlardır. Hakk’ın huzurunda olduğu için huzurda, saadettedirler. Burası cennetin numunesidir ve artık hacılar kir, toprak ve çamurdan temizlenebilirler. İhram yasakları sona ermiştir, güzel kokular sürünebilirler artık. Mina’da Hakk’ı temenni etmişler, Hakk’ta onları temenni etmiştir. Bu ne güzel bir buluşmadır.
Ey kardeşim, unutma! Sen İbrahimsin. Avucunda taş var. Vur şeytanını can evinden. Sanma bir isabet yeter. Israr et, tekrar tekrar hamleler yap. Üç cemreyi geç, yedi taşı at. Al canını şeytanın. Sonra memleketine dön. Sanma ki memleketin sadece evinin olduğu yerdir. Bütün dünya senindir ve hatta memleketin bütün aza ve cevarihiyle kendi enfüsî âlemindir. Öğrendin taş dersini. Şimdi sana düşen ödev, taşı görüp şeytanı düşünmektir. Taif anlamadı. Yazık onlara ki “rahîm” olanı[9] (s.a.s) taşladılar. Sen fikirde de isabet et. Taşı “racîm” olana at. Şimdi isabetli ve kuvvetli atış senin, derin bir ahh ise şeytanın. At, attıkça at. Unutma kuvvet atmaktır.[10]
Add new comment