Hz. Şuayb aleyhisselâm

Allah’ın kullarına rahmet olarak gönderdiği peygamberler, kavimlerini küfür ve günah bataklığından imanın aydınlığına, Allah’a itaatin verdiği huzura çağırmışlar; toplumları fesada sürükleyen kötü davranışlarla mücadele etmişlerdir. Ölçüde ve tartıda hile yaparak insanların mal emniyetini bozan, yol keserek can güvenliğini tehdit eden kalpazan bir topluma Allah Teâlâ Şuayb aleyhisselâm’ı peygamber olarak göndermiştir. 

Şuayb aleyhisselâm’ın İbrahim (as)’in soyundan geldiği; (Taberi, Tefsir, c.8 s.237)  bir başka rivayete göre ise Lut (as)’un torunu olduğu ifade edilmiştir. 

Şuayb (as)’ın Hz. Musa’nın kayınpederi olduğu görüşü olmakla birlikte İbn Sa’d onun Hz. Salih’ten sonra, Musa’dan çok önce gönderildiğini belirtir. (Tabakât, I, 54-55) Şuayb (as)’ın Hz. Musa’nın kayınpederi olmadığını İbn Abbas ve Hasanü’l-Basri de ifade etmektedir. (Taberi Tarihi, 1. 400)

Şuayb aleyhisselâm kuzey-batı Arabistan ve Akabe körfezinin doğu kıyılarında yaşamıştır. Medyen şehrinden Eyke olarak bilinen Tebük’e helakten sonra geçmiş, Eykelilerin helakinden sonra ise Mekke’ye hicret etmiş ve orada vefat etmiştir. (İbn Kuteybe-Maarif, s.19)

Hz. Şuayb’ın Gönderildiği Kavimler ve Özellikleri

Hz. Şuayb, Medyen ve Eyke kabilelerine peygamber olarak gönderilmiştir. Bu kavimler şirke batmış, günahları çok rahat ve pervasızca işlemiş, ölçü ve tartıda adaletsizlik yapmışlardır. Onlar halkın mallarını kötüleyip yok pahasına satın alarak insanlara zulmetmiş, yol kesip haraç almışlardır. Peygamberleriyle alay eden zalimler, halkın Şuayb’a gidip onunla görüşmesine fırsat vermemiş, Şuayb (as)’ı ve Mü’minleri ölümle tehdit ederek, dinlerinden caydırmaya çalışmışlardır. Allah’ın başlarına taş yağdırmasını isteyerek peygamberlerine meydan okumuş, kin ve nefret dolu bir hayat sürerek, imansız bir yaşantıyı hidayete tercih etmişlerdir.

Şuayb’ın Peygamber Olarak Gönderilmesi

Önceleri Hz. İbrahim (as)’in tevhid yoluna bağlı olan Medyenliler, zamanla temiz inançlarını yitirmiş,  azgınlaşarak yoldan çıkmışlardır. Allah Teâlâ; şımardıkça şımaran, sahtekârlık ve hilelerle toplumlarını sömüren ve tarihin gördüğü ilk kalpazanlar güruhu olan insanlara hak ve hakikati tebliğ için Şuayb (as)’ı göndermiştir. O, Medyen ve Eykelilere İbrahim(as)’e gelen sahifeleri okuyup, onları en güzel sözlerle uyarmaya çalışmıştır. Hitabetinin güzelliği sebebiyle Hz. Şuayb’a “Peygamberlerin hatibi” unvanı verilmiştir. (Taberi, Tarih, c.1 s. 168) 

Şuayb (as), toplum üzerinde baskı kurarak ölçü ve tartıyı istediği gibi yapmaya çalışan kavminin müstekbirlerine şu davette bulunmuştur: “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin, sizin ondan başka ilahınız yoktur. İşte size, Rabbiniz tarafından apaçık bir mucize (bir delil) gelmiştir. Sizler ölçüyü ve tartıyı tam tutun. İnsanların mallarının değerini düşürmeyin, Islah edildikten sonra yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayın. Eğer iman ediyorsanız bu, sizin için daha hayırlıdır.” (A’raf 7/85) 

“Ey kavmim, gerçekten sizler (Allah’a itimat edip güveniyorsanız), Allah’ın helalinden bıraktığı kâr, sizin için daha hayırlıdır. Fakat (şunu da çok iyi bilin ki) ben sizlerin üzerine bir bekçi de değilim.” (Hud 11/86) 

Bundan binlerce sene önce Allah, Medyen ve Eykelilerden kendisine iman edip güvenmelerini istemiş, haksız yere insanların mallarını ele geçirmekten ve sahtekârlık yapmaktan nehyederek dünya ve ahirette huzurlu bir yaşam sürmenin yollarını göstermiştir. Bugün faiz lobileriyle bütün dünya insanlığını sömürmek isteyenlerin Medyen ve Eykelilerden ne farkı vardır!

Şirke düşüp, ölçü ve tartıyı bozan, keyiflerine göre ölçüp-tartan, toplumlarını fesada sokan Medyen ve Eykelilerin insafları yok olmuş; doğru düşünebilme, doğru görebilme anlayışları bozulmuştu. Onlar böylesine güzel ve mutluluk verici daveti, çeşitli mazeretlerle reddetmişlerdi. Hâlbuki Şuayb bir toplumda her şeyden önce güven olması gerektiğini vurgulamış, kavminin tek güven kaynağı olan Allah’a dönmelerini istemişti.

Şuayb’ın Davet Üslubu ve Uyarıları

Şuayb (as), kavminin nasıl bir anlayışa sahip olduğunu çok iyi biliyordu. Onları bu kötü ve felakete götürücü durumdan kurtarmak için davetinde gayet veciz bir üslup kullanıyordu. “Ey kavmim! Allah’a ibadet edin, ahiret gününe umut besleyin, (bunun için de) yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın.” (Ankebut 29/36; A’raf 7/85; Hud 11/85)

“Ey kavmim! Siz Allah’tan korkmalı değil misiniz? Şüphe yok ki ben size gönderilmiş emin bir peygamberim. O halde Allah’a karşı saygılı olun. O’nun vereceği cezadan sakının. Bana itaat edin. Ben yaptığım bu görev karşılığında sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbi Allah’a aittir.” (Şuara 26/176-184) 

“Bundan böyle ölçüyü, tam ölçün, eksiltenlerden olmayın. Dürüst terazi ile tartın, insanların mallarını değersiz hale getirip ucuza kapatmayın. Ve netice olarak yeryüzünü fesada vermeyin. Gerek sizi ve gerekse sizden evvelki ümmetleri yaratan Allah’tan korkun.” (Şuara 26/176-184)

“Ey kavmim (sözün kısası) Allah’a kul olun. Ona ibadet edin. Ahiret gününe umut bağlayın, yeryüzünde fesatçılar olarak bozgunculuk yapmayın, dedi.” (Ankebut 29/36) 

Davete Tepkiler 

Kötülük için organize olan zorbalar, kurdukları düzenle hep kazanıyor, hiç kaybetmiyorlardı. Bugünkü kapitalizm düzeninde de olduğu gibi zengin daha zengin, fakir ise daha fakir oluyor;  para üç-beş kişinin elinde dönüp dolaşıyordu. Medyen’i ellerinde tutan bu azgınlar, rant düzenlerinin bozulacağından, bütün imkanların ellerinden giderek sıradan bir insan konumuna düşmekten korkuyor ve Allah’ın insanlığa rahmet olarak gönderdiği Şuayb (as)’a şiddetle karşı çıkıyorlardı. “Ey Şuayb! Sen ancak sihir yapılmış, büyülenmiş kişilerdensin ve sen peygamber değil, bizim gibi bir insansın. Biz elbette seni yalancılardan biri zannediyoruz.” (Şuara 26/185-187)

Ey Şuayb Sana Namazın mı Emrediyor? 

Medyenliler Şuayb’ın davetinin etkili olmasından endişeye kapıldılar. Onun sade bir vatandaş olarak varlığından rahatsız olmayanlar, Şuayb’ın uyaran ve hakka çağıran Müslümanca tavrından, hatta ibadetlerinden endişe duymaya başladılar. “Ey Şuayb! Atalarımızın taptığı şeylerden yahut mallarımızda neyi dilersek onu yapmamızdan vazgeçmemizi sana namazın mı emrediyor? Hâlbuki sen yumuşak huylu, aklı başında bir adamsın.” (Hud 11/87) dediler.  

Onların sözü namaza getirmeleri de ilginç bir durumdur. Namaz Allah’a kul olmanın, zamanı O’nun huzurunda geçirmenin, yüce bir güce boyun eğmenin ve O’nun emirlerine göre bir hayatın adamı olmanın en açık görüntüsüdür. O, kulluğun zirve noktasıdır. Kavminin, zulüm düzenine karşı çıkışı ve olaylara müdahalesinin tek sebebini namaz olarak dile getirmesi enteresandır. Kavmi Şuayb hakkında: “Oysa sen (ey Şuayb!) yumuşak huylu ve akıllı bir insansın.” diyerek ondan böyle bir çıkışı beklemediklerini hayretle belirtiyorlar. Sözde şaşırmış gibi davranan bu ileri gelenler, namazın böylesine korkusuz bir insan yetiştireceğini, hatta bu insanın sistemlerine müdahale edeceğini tahmin etmemişlerdi. Hâlbuki gerçek namaz kılanlar için Allah şöyle buyurmaz mı? “Muhakkak ki namaz kötülüklerden ve fuhuştan alıkoyar.” (Ankebut (29/45) 

Şuayb’ın namazından şunları öğreniyoruz: Namaz müminleri, pasifize eden ve uyuşturan bağlardan kurtarıp hayata müdahale edecek aktif bir yapıya kavuşturan ve kötülüklerden, çirkin işlerden insanları alıkoyan, toplumsal dayanışmaya insanları yönlendiren zirve bir ibadettir. Namaz insanı sosyalleştirir ve onu tarih yazmaya hazırlar. Sosyo-ekonomik düzenleri adalet ölçüsünde paylaşmaya, dayanışmaya ve yardımlaşmaya sevk eder. Allah’ı birleyen tevhit eylemini teorik düzlemden, pratik bir şekle büründürür. Düşünceyi eyleme dahası salih amele dönüştürür.     

“Eğer senin cemaatin (rahtın) olmasaydı muhakkak ki seni taşlardık.” Şuayb (as) yumuşak huylu ve tatlı dilli bir peygamberdi. O insanlara gayet yumuşak konuşuyor, güzel bir şekilde hitap ediyordu. “Sözlerimi iyi dinleyin ve bana uyun.” (A’raf 7/86) Bu davet etkili olmaya başlayınca Medyen ve Eyke’nin ileri gelen şımarıklarının etekleri tutuşmuş, ellerinde tuttukları imtiyaz ve gelir kaynaklarının kaybolmasından endişeye kapılmış ve Şuayb ile ona inananları taşlamakla tehdit etmişlerdi. Bir hakikat var ki toplumu haksız yere sömüren eşkıyalar, her zaman bir güçten korkmuşlardır. Zira mülkün gerçek sahibi olmadıkları için toplumun fesadını istemiş, istikrarını asla istememişlerdir.

Kalplerinde taşıdıkları bu korkunun aslında Allah korkusu yanında bir hiç olduğunu fark edemeyecek kadar beyinsiz oluşlarını Allah bizlere şöyle haber veriyor:  “Şuayb (as) onlara: ‘Ey kavmim! Sizler Allah’tan korkmuyor da kavmimden mi çekiniyorsunuz. Ey milletim! Demek benim cemaatim (ailem-rahtım)sizin nazarınızda Allah’tan daha mı kıymetli ki siz O’nun buyruklarını arkanıza atıverdiniz. Ama şunu hiç unutmayın ki Rabbim, yaptığınız bütün şeyleri ilmi ile kuşatmaktadır.” (Hud 11/92)

Kâfirler, küçük bir topluluğu tehdit unsuru olarak görüp en ufak bir hareketlerinde onlara gözdağı verirken Allah’ın varlığını hesaba katmadıkları için imansızlık hastalığına düşerek azabı ve helaki hak ederler. 

Müşrik toplumlarda ileri gelenlerin temel felsefeleri şudur: Yasaları biz yaparız, insanlar bizim emirlerimize uymak zorundadır. Bu topraklarda otorite yalnızca biziz. Buna karşı çıkanlar kesinlikle kendi başlarına bırakılamazlar. Ya kesin teslimiyet ya da sürgün.

Şuayb (a.s) onların bu düşüncesine karşı çıkarak “Biz istemesek de mi?” sorusuna olumlu bir cevap alamayınca onlara şu hakikati hatırlatıyor: “Eğer, Allah bizi sizin dininizden kurtarmışken, tekrar o şirk ve zulüm dinine dönersek, Allah’a yalan yere iftirada bulunmuş oluruz. Rabbimiz olan Allah’ın dilemesi müstesna, sizin dininize dönmemiz asla mümkün değildir. Rabbimizin ilmi her şeyi kuşatmıştır. Biz sadece Allah’a dayanırız. Ey Rabbimiz! Bizimle kavmimin arasında hak ile hükmü ver, sen hüküm verenlerin en hayırlısısın.” (A’raf  7/88–90) Şuayb (a.s), kafirlerin görmek istemediği yüce gücün Allah olduğunu hatırlatıp onların tehditlerine aldırmadıklarını ifade ederek  dik bir duruş sergiler.

Medyen ve Eyke’nin Helaki

Şuayb (a.s)’ın bu samimi kulluk teklifine karşı Medyen ve Eykeliler zulüm ve şirk düzenlerinden vazgeçmediler. Şuayb’den Allah’ın rahmetini istemek yerine azabı getirmesini istediler: “Üzerimize gökten bir parça düşürüver, eğer doğru söyleyenlerden isen !” (Şuara 26/177) Bunun üzerine Şuayb “Rabbim yaptıklarınızı daha iyi bilir.” dedi.(Şuara 26 /182)

Allah Teâlâ, azap isteyen bu şımarıklar için verdiği hükmü Kur’an-ı Kerim’de şöyle ifade eder: “Derken onları şiddetli bir deprem (recfe) yakalayıverdi de evlerinde dizüstü çöke kaldılar. Böylece Şuayb’ı yalanlayanlar sanki orada hiç safa sürmemiş gibi oldular. Asıl hüsrana uğrayanlar, Şuayb’ı yalanlayanlar olmuştu. Şuayb onlardan öteye döndü ve ‘Ey kavmim! Allah’a ibadet edin de son güne ümit besleyin. Bozgunculukla yeryüzünü berbat etmeyin. Allah biliyor ki, size Rabbimin mesajını ilettim size öğüt de verdim şimdi kâfir bir kavme nasıl acırım.” dedi. Onları bir ses (sayha) yakalayıverdi. Yurtlarında çöküp kaldılar. Sanki orada şenlik kurmamışlardı. Bak işte Semud gibi Medyen de defolup gitti.” (A’raf 7, Hud 92-93)

Eykeliler de Şuayb’ı yalanladılar. Hâlbuki Şuayb (a.s) onlardan da imanlı, güvenilir insanlar olmalarını doğru terazi ile tartmalarını, halkın eşyalarını değerinin altına düşürerek almamalarını, yeryüzünde anarşi ve fesat çıkarmamaları, yol kesmemelerini Allah’tan korkmalarını ve ahiret gününe ümit beslemelerini istedi. İstediği bu şeyler bu günün insanlarına ne kadar garip gelir. Hepsi ne güzel şeyler. Ama yalanladılar. Belalarının gökten bir parça ile verilmesini istediler. Çok geçmeden onlara çok sıcak günler musallat oldu. Sıcaklardan bunaldılar. Kırlara çıktılar. Allah bir bulut gönderdi. Onlar da bu bulutun gölgesine sığınarak serinlemek istediler. Ancak buluttan bir anda şimşekler ve ateşler çıkmaya başladı ve hepsini helak etti. Gölge günü azabı Eykeliler üzerinde gerçekleşti. (Hicr 15/78-79: Sad 38/13-14; Kaf 50/14)

Onların helaki Lut, Semud ve Tubba kavimlerinin helaki zikredilerek anlatılmıştır. Allah Şuayb’ı ve inanan müminleri kurtardı. İnkârcıları günahları ve isyanları yüzünden helak etti. Bütün bu hakikatler bizlere şunları söyler: Allah her kavme bir ecel vermiştir. Onlara verilen bu mühlet bizi şaşırtmasın. Allah mühlet verir ama asla ihmal etmez.

Her dönemde toplumlara hak ve hakikati söyleyen özgürlük öncüleri gelecek ve onları korkusuzca uyaracak. Bugün de durum böyledir. O inançsızlar, peygamberlere karşı çıktıkları gibi böylesi davetçilere karşı çıkarlarsa Allah onları helak ederken inananları koruyup kurtaracaktır. Şuayb’ı ve inananları kurtardığı gibi… 

Yazar: 

Comments

cok guzel anlatmissiniz tesekkurler

Add new comment

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.