“İsmail’i de zikret. O vaadine pek sadıktı.”
(Meryem Sûresi 19/54)
BABANIN DUASI
Hz. İbrahim’in, yıllar geçmesine rağmen bir evladı olmamıştı. O, ellerini kaldırarak Rabbine şöyle dua ediyordu: “Ya Rabbi! Bana salihlerden olacak bir evlat ver!”[1] Duasının üzerinden yıllar geçmiş, İbrahim aleyhisselâm ve eşi Hz. Sâre’nin hicreti Mısır’a kadar uzanmıştı. Bir müddet burada kalan güzide insanlara Hacer isminde birisi daha katılmıştı. Bir rivayete göre o bir kral kızıydı. Başka bir rivayete göre ise Mısır’ın doğu illerinden koparılmış ve Mısır sarayına gönderilmiş bir cariyeydi. İşte bu cariye, Hz. İbrahim’in eşi olmakla şereflenmişti. Peygamber Efendimiz (s.a.s) Hacer validemize hürmet gösterilmesini, Mısır’ı fethettikleri zaman Hz. Hacer validemizin hatırına Mısırlılara iyi davranılmasını ashabına ve Müslümanlara özellikle tavsiye etmiş ve şöyle buyurmuştu: “Eğer Mısır’ı fethederseniz, halkına iyi muamele ediniz. Çünkü onların bizde hakları ve bizimle akrabalıkları vardır.” Kendisine akrabalık sorulunca: “İsmail’in annesi onlardandır.” cevabını vermişti.[2]
Yıllar sonra Yüce Rabbi, Hz. İbrahim’in duasını kabul etti: “İşte o zaman biz onu uslu bir oğul ile müjdeledik.”[3] Çocuğa İsmail ismi verildi. Arapça bir kelime olmayan İsmail’in aslının “İşmavil” olduğu ve Allah’a itaatkâr manasına geldiği nakledilmiştir.[4] Hz. İbrahim’in yaşı bir hayli ilerlemişti. Bir rivayete göre 86 yaşlarındaydı. Ateşte canı ile sınanan Hz. İbrahim şimdi cânanı ve ciğerparesi ile imtihan ediliyordu. İlahî fermanla onları Filistin yurdundan almış, uzun ve meşakkatli bir yolculuktan sonra bugünkü Kâbe’nin yakınlarında bir ağacın altına bırakarak dönmüştü. Hz. İbrahim (a.s), Seniyyetü’l-Veda tepesine gelince Mekke’ye doğru dönmüş, ellerini Rabbine açarak şöyle niyazda bulunmuştu: “Ey Rabbimiz! Ailemden bir kısmını, senin hürmetli evinin yanında, ekinsiz bir vadiye yerleştirdim. Namazlarını beytinin huzurunda dosdoğru kılsınlar diye. Ey Rabbimiz! Sen de insanlardan mümin olanların gönüllerini onlara meylettir. Onları meyvelerle rızıklandır ki, onlar da nimetlerinin kadrini bilip şükretsinler. Ey Rabbimiz! Şüphesiz ki Sen, gizlediğimizi de, açığa vurduğumuzu da bilirsin. Ne yerde ve ne gökte hiçbir şey Senden gizli kalmaz.”[5]
ZEMZEM (Bİ’R-U İSMAİL)
Hz. İbrahim aleyhisselâm, Hz. İsmail (a.s) ve annesini Mekke topraklarına getirip yapayalnız bırakarak gitmişti. Yiyecek ve içecekleri bitince Hz. Hacer’i bir telaş aldı. Telaşı kendi nefsi için değil; susuzluktan ağlayan biricik yavrusu içindi. Ağlamasına dayanamadığı için yanında duramıyordu. Çölün ortasında bir su kaynağı bulma umuduyla Safa’ya çıktı. Çevreyi gözledi. Merve’ye koştu. Etrafı kolaçan etti. Gitti ve geldi. Tam yedi defa… Yine de ümidini yitirmedi. İsmail’inin yanına döndüğünde aradığını bulmuştu. Hz. İsmail’in (a.s) ayaklarının dibinden mucizevî bir şekilde su fışkırmıştı. İşte bu zemzem; ya da Bi’ru İsmail (Hz. İsmail’in Kuyusu) olarak bilinecek mübarek suydu. Suya bu ismin, “bol ve akıcı olma, Cebrâil’in konuşma sesi, akarken çıkardığı ses, şimşek sesi, nereden geldiği belli olmayan ses” anlamlarındaki zemzem ile (zemzeme, zemmezem, zümmezim, zemmizem) arasında bir ilişki kurularak verildiği ya da Hz. İsmâil’in annesi Hâcer’in, uzun arayışlardan sonra İsmâil’i bıraktığı yerde suyun kaynağından fışkırarak aktığını görünce, “Yavaş yavaş ak, dur!” demesi veya etrafa yayılmaması için çevresini kumla çevirmesinden dolayı bu adı aldığı ileri sürülmüştür.[6] Gerçekten de Hz. Hacer Annemiz, dağılmasın diye onun hemen etrafını çevirmişti. Sevgili Peygamberimiz bununla ilgili olarak: “Allah, İsmail’in annesi Hacer’e rahmet eylesin! Eğer o, zemzemi kendi hâline bıraksaydı da suyu avuçlamasaydı, akıp giden bir ırmak olurdu.”[7] buyurmuşlardır.
Hz. İbrahim’in bu belde için ettiği dua kabul olmuştu. Zemzem suyunun çıkmasından sonra Yemen taraflarından gelen Cürhüm Kabilesi, Hz. İsmail (a.s) ile Hz. Hacer’in yakınlarına konaklamış ve buraya yerleşmişlerdi.
BIÇAĞIN KESMEDİĞİ KURBAN
Hz. İsmail (a.s) Cürhümîler arasında geçen uzun yıllar sonrasında koşma, oynama çağına gelmişti. Babası Hz. İbrahim (a.s) Filistin’den gelmiş, kavuşmanın heyecanıyla birbirlerine sarılmışlar ve hasret gidermişlerdi. Bu yıllar Hz. İbrahim’in (a.s) zor yıllarıydı. Ciğerparesi, duasının meyvesi İsmail’inden ve iman âbidesi, tevekkül incisi Hacer’inden uzaklardaydı. Ama bütün bunlar ilâhî bir imtihandan başka bir şey değildi. Dünya kulluk dünyası, hayat tamamen imtihandı. Kendileri en güzel örnek olan Hz. İbrahim ve beraberindekilerin yaşayarak bizlere gösterdikleri Allah’a kulluktu. Allah’ın dostları en ağır sınavlardan geçiyordu. Babası, İsmail’e yaklaştı ve şöyle dedi: “Ey yavrucuğum, seni rüyamda boğazladığımı görüyorum. Buna ne dersin?” Hz. İbrahim (a.s)’e teslimiyet abidesi halim bir oğul verilmişti. Babasına: “Ey babacığım, ne emrolunuyorsan yap! Sen, beni inşallah sabredenlerden bulacaksın” dedi.[8] Peygamberlerin rüyaları diğer insanların rüyalarına benzemez. Çünkü onların rüyaları apaçık gerçeklerin ifadesi olan bir tür vahiydir. Konuyla ilgili Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur: “Peygamberlerin gözleri uyur, fakat kalpleri uyumaz.”[9]
Hz. İbrahim, Hz. İsmail’i (a.s) alıp Mina’da kurban edeceği yere götürdü. Ve çocuğunun ellerini ayaklarını bağlayıp şakağı üzere yatırdı. Hz. İbrahim’in ve Hz. İsmail’in bu samimi teslimiyetleri ve itaatleri Rabbimiz tarafından kabul gördü. Ve onlara şöyle seslenildi: “Ey İbrahim! Gerçekten rüyanı doğrulayıp onayladın. Biz iyilik yapanları işte böyle ödüllendiririz. Bu gerçekten çok açık bir imtihandır.”[10] Her ikisi de Allah’ın bu teslimiyet imtihanını kazanmış oldular. Buna karşılık Allah onlara katından Cebrail ile bir kurban gönderdi… “Biz oğluna bedel ona büyük bir kurban verdik. Geriden gelecekler arasında ona iyi bir nam bıraktık. İbrahim’e selam, dedik. Biz iyileri böyle mükâfatlandırırız. Çünkü o bizim mü’min kullarımızdandır.”[11]
Sevgili Peygamberimiz (sas), atası Hz. İsmail aleyhisselâmın ve babası Hz. Abdullah’ın[12] Allah yolunda kurban olmaya âmâde oluşlarını: “Ben iki kurbanlığın oğluyum”[13] buyurmak sûretiyle yâdetmiştir. Böylece O (sas), hem soyundan geldiği bu mübarek insanlar üzerinden gerçek bir kul duruşunu hatırlatmış; hem de Kendisinin de gerektiğinde ataları gibi Allah yolunda bütün varlığını feda etmekten çekinmeyeceğini ihsâs ettirmiştir.
Hz. İbrahim (a.s) ile Hz. İsmail’in (a.s) namı bize kadar gelmiştir ve kıyamete kadar da devam edecektir. Hz. Ebû Muhammed Ka’b bin Ucre (r.a) şöyle anlatır: “Bir gün Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yanımıza gelmişti. Kendisine: “Ya Rasûlallah! Sana nasıl selam vereceğimizi öğrendik, ancak sana nasıl salâvat getireceğiz?” diye sorduk. O da şöyle cevap verdi: “Allahım! İbrahim’e ve âline salât ettiğin gibi Muhammed’e ve âline de salât et. Allahım! İbrahim’e ve âline hayır ve bereket lütfettiğin gibi Muhammed’e ve âline de hayır ve bereket ihsan et. Şüphesiz övülmeye layık olan sensin ve yücesin!” deyiniz.[14]
Hz. İsmail (as)’in Allah yolunda kurban edilmeyi, Hz. İbrahim (a.s)’in de canından çok sevdiği oğlunu kurban etmeyi tereddütsüz kabullenişi, onların Allah’a olan eşsiz itaatlerini göstermesi yanında; Hz. İsmail (a.s)’in hem Allah’ın emrine hem de babasına teslimiyetini de gösteren çok güzel bir örnektir. O günden kıyamete kadar kurban ibadeti ile bu büyük itaat ve teslimiyet eylemi dâima beraber yâd edilecektir.
HZ. İSMAİL’İN (A.S) GENÇLİĞİ
Hz. İsmail (a.s), Cürhümîler arasında gelişip büyüdükçe dikkatleri üzerine çekecek kadar güzelleşti. O onların arasında Arapçayı, ok atmayı, ata binmeyi ve avlanmayı çok iyi öğrenmişti. Hz. İsmail (a.s) uzun boylu, güzel yüzlü, kırmızımsı tenli, kalın boyunlu, geniş omuzlu, elleri ve ayakları uzun, güçlü ve kuvvetliydi.[15] Bir gün Allah’ın Rasûlü ashabının ok attıklarını görünce onları harbe şöyle teşvik etmişlerdi: “Ey İsmailoğulları! Ok atınız! Sizin atanız İsmail de iyi bir ok atıcısı idi.”[16] Diğer Peygamberler gibi çobanlık da yapan Hz. İsmail (a.s) ayrıca vahşi atları ehlileştiren birisi olarak biliniyordu. Hz. İsmail (a.s) Cürhüm kabilesinden bir kızla evlenmişti.
Hz. İbrahim, zaman zaman Mekke’ye gelip Hz. İsmail’i ziyaret ederdi. Yine bir defasında Hz. İbrahim (a.s) Hz. İsmail’i (a.s) ziyarete gelmiş fakat onu evde bulamamıştı. Bu arada, kendisini tanımayan gelinine geçimleriyle ilgili bazı sorular sormuş, onun Allah’a karşı şükürsüzlük ve kocasına karşı nankörlük kokan sözlerinden hoşlanmamıştı. Bunun üzerine ona, kocası eve dönünce, “evinin eşiğini değiştirmesi” mesajını iletmesini söyleyerek Mekke’den ayrıldı. Hz. İsmail (a.s) eve dönüp de bunu öğrenince eşini boşadı. Hz. İbrahim (a.s) bir zaman sonra tekrar Hz. İsmail’i (a.s) ziyarete geldiğinde yine onu evde bulamamıştı. Bu arada Hz. İsmail (a.s) Cürhüm kabilesi liderlerinden Amr oğlu Mudar’ın kızıyla evlenmişti. Hz. İbrahim kendisini tanıtmadan bu yeni gelinine de geçimleriyle ilgili sorular sordu. Aldığı cevaplardan onun şükür sahibi, kanaatkâr, vefalı iyi bir insan olduğunu anladı ve çok memnun oldu. Gelininden, eşi Hz. İsmail döndüğü zaman ona evinin eşiğini hoş tutup muhafaza etmesini söylemesini istedi. Hz. İsmail (a.s), bunu öğrenince eşine: “O kişinin babası olduğunu ve eşikten kastettiğinin hanımı; yani kendisi olduğunu ve babasının onu bırakmayıp elinde tutmasını emrettiğini söyledi.” İşte Hz. İsmail (a.s)’in bu mübarek eşinden çocukları dünyaya gelmiş ve zürriyeti bunlarla devam etmişti.[17]
Hazreti İbrahim (a.s) eşi Hz. Hacer ve oğlu Hz. İsmail’i ziyaret için tekrar Mekke’ye gelmişti. Ama Hz. Hacer’in vefat ettiğini, Hicr denilen yere defnedildiğini öğrendi. Oğluna sarıldı, ağladı. Daha sonra bir gün oğlundan Allah’ın mabedinin yapımında kendisine yardım etmesini istedi. Hz. İsmail (a.s) babasının isteğini derhal kabul etti.
Hz. İbrahim, Allah tarafından kendisine gösterilen yüksekçe bir yeri Hz. İsmail’e gösterdi ve sonrasında hemen işe koyuldular.[18] Kabe’nin dört bir yandaki temellerinin yeri iyice belirgin hale gelince Hz. İsmail (a.s), Allah’ın evi için taş taşımaya İbrahim (a.s) de duvarları örmeye başladı. Hz. Âdem (a.s)’den Hz. Şis (a.s)’e, ondan da Hz. Nuh (a.s)’a kadar gelen, fakat Nuh tufanı ile kaybolmuş olan bu temellerin yeri Hz. İbrahim’e gösterilmişti.[19] Duvarlar yükselince düzgün ve büyükçe bir taş getiren Hz. İsmail (a.s), babasının onun üzerine basarak işine devam etmesini istemişti. Daha sonra bu iskele görevi gören taş, “Makam-ı İbrahim” diye anılmıştır. Onlar duvarları yükseltirken ikisi birlikte Allah’a şöyle dua ediyorlardı: “Ey Rabbimiz! Tarafımızdan kulluk armağanı olarak sunulan şu hizmeti, kabul buyur! Şüphe yok ki, her şeyi hakkıyla bilen Sen’sin, Sen. Rabbimiz! İkimizi de yalnız Sana boyun eğenlerden eyle! Soyumuzdan da Sana boyun eğecek bir ümmet çıkar! Bize ibadet yer ve usullerimizi göster ve tevbemizi kabul buyur! Çünkü tevbeleri çok kabul eden ve çok merhamet eden sadece sensin.”[20]
Bu güzel insanlar gelecek nesillere dualar ediyor ve onları Allah’a kulluğa davet edecek eserler bırakıyorlardı. Allah’ın izniyle öylesine geniş ufuklu bir bakış açısı ortaya koydular ki, o günden binlerce yıl sonra bugün hâlâ milyonlarca insan bu Peygamberlerin inşa ettiği mabedi tavaf ederek Allah’a kulluklarını ifa ediyorlar.
Ezrakī’nin rivayetine göre Hz. İbrâhim ile oğlu İsmâil’in yaptığı binanın duvarları harçsız olarak üst üste konulan taşlarla örülmüştü ve kuzeydoğu duvarı 32 zirâ, güneybatı duvarı 31 zirâ, güneydoğu duvarı (Hacerülesved ile Rüknülyemânî arası) 20 zirâ, kuzeybatı duvarı ise (Rüknülırâkı ile Rüknüşşâmî arası) 22 zirâ uzunluğunda idi. 9 zirâ yüksekliğindeki binanın biri şimdiki kapının yerinde, diğeri onun karşısında olmak üzere yer hizasında iki kapısı vardı; üzeri açıktı ve içine mahzen olarak bir çukur kazılmıştı (Ahbâru Mekke, I, 64)[21]
Kaynaklar, Hacerülesved'in Hz. İbrahim tarafından Kâbe'nin inşası esnasında tavafın başlangıç noktasını belirlemek amacıyla yerleştirildiği konusunda ittifak etmekle birlikte bu taşın menşei, tarihçesi ve mahiyeti hakkında, birçoğu zayıf isnatlara dayanan, bazıları aynı zamanda sembolik bir anlam taşıyan çeşitli rivayetler nakledilmiştir.(Ezraki, I, 62- 66, 322-329; Fakihl, ı. 8 ı -97; Süheylî, ıı. 270-275).[22]
HZ. İSMAİL’İN PEYGAMBERLİĞİ VE HACCA DAVET
Allah’ın peygamberi Hz. İbrahim (a.s)’in oğlu Hz. İsmail (a.s) annesiyle bu beldeye yıllar önce bırakılmıştı. İşte bunun hikmeti tecelli etmiş, öncelikle Hz. İbrahim ve oğlu Hz. İsmail’den, Allah’ın Beyti’ni temiz tutup hac için hazırlamaları istenmişti. İlk olarak kendileri Hz. Cebrail’in gösterdiği şekilde hac farizasını yerine getirmişler sonra da haccı ilan etmişlerdi. Bütün insanlığı hacca davet etmeleri Allah tarafından emir buyrulmuştu: “Sakın bana hiçbir şeyi ortak koşma; Beyti’mi de, tavaf edenler, Allah’ın huzurunda duranlar, rükû ve secde edenler için tertemiz yap! İnsanları hacca davet et ki, bir kısmı yaya olarak, bir kısmı da uzak yollardan develer üzerinde sana gelsinler.”[23] Ayrıca Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır: “Biz Kâbe’yi insanlar için toplanıp sevap kazanma yeri ve güvenli bir mekân yapmıştık. Siz de İbrahim’in makamını namazgâh edinin. Zaten İbrahim ile İsmail’e şöyle emretmiştik: Tavaf edenler, ibadet etmek maksadıyla orada kalanlar, rükû ve secde edenler için evimi temiz tutun.”[24]
Hz. İbrahim (a.s) oğlu Hz. İsmail’i (a.s) Mekke’de bırakarak Filistin’e dönmüştü.[25] Böylece Hz. İsmail (a.s) ömrünün sonuna kadar insanlara haccı yaptırmış ve Allah’ın emirlerini insanlara emretmekle görevlendirilmişti.
Allah Teâlâ Hz. İsmail’i (a.s) Kâbe’nin idarecisi olarak bu bölgeye peygamber kılmış ve Kabe’nin hac için hazırlanması vazifesini Hz. İsmail’den (a.s) istemişti. “Biz Nuh’a ve ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik. Ve (nitekim) İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a, Esbât’a, İsa’ya, Eyyub’a, Yunus’a, Harun’a ve Süleyman’a vahyettik.” (Nisa 4/163) “De ki: Biz Allah’a, bize indirilene, İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakup ve Yakupoğullarına indirilenlere, Musa, İsa ve (diğer) peygamberlere Rableri tarafından verilenlere iman ettik. Onları birbirinden ayırt etmeyiz. Biz ancak ona teslim oluruz.”[26]
Hz. İsmail (a.s) hem kendi kabilesi olan Cürhümîlere, hem de yakındaki Amalika kabilesine; ayrıca Yemen dolaylarındaki kabilelere davette bulunmuş ve daha sonra Mekke’ye dönmüştür. Hz. İsmail (a.s) bu davetinde ciddi sıkıntılarla karşılaşmıştır. İnsanların her türlü karşı koyuşuna ve eziyetlerine karşı hakkı söylemiş, onlara güzel örnek olmuş, samimiyetiyle ve sabrıyla onlara en güzel karşılığı vermiştir.
Kur’an-ı Kerim’de Hz. İsmail (a.s) bize şöyle anlatılır:
“O hidayete erdirilen ve âlemlere üstün kılınanlardandır.”[27]
“Allah’ın rahmetine kabul edilen, iyilerden ve sabredenlerden biridir.”[28]
Sözünde duran, halkına namaz kılmayı, zekât vermeyi emreden, Rabbinin hoşnutluğunu kazanmış bir rasûl ve nebidir.[29]
Hz. İsmail (a.s) hakkında hadislerde çok detaylı bilgilere rastlamıyoruz. İbadetlerini Rabbine karşı en güzel şekilde yerine getirdiği ve teslimiyetini Rabbine karşı tam gösterdiği gibi, gerek kurban konusunda gerekse Kâbe’nin inşası konusunda babasına karşı da tam bir teslimiyet gösterdiğini biliyoruz. Evlatlar içinde Hz. Nuh’un isyankâr oğlunun yanında Hz. İbrahim’in itaatkâr oğlu Hz. İsmail’in (a.s) varlığı, hidayetin tamamen Allah’ın ihsanıyla gerçekleştiğini göstermektedir. İnsana düşense sadece istemek ve gayret etmektir. Hz. İsmail (a.s) 137 yaşlarında Mekke’de vefat etmiş ve Hicr’e, annesi Hz. Hacer’in yanına defnedilmiştir.
Allah, bizlere Hz. İbrahim’in (a.s) teslimiyetini ve samimiyetini versin. Yavrularımızı da Hz. İsmail (a.s) gibi salihlerden eylesin.
Allah’ın selâmı Hz. İbrahim ve Hz. İsmail Peygamberlerin, Sevgili Efendimiz Hz. Muhammed aleyhisselâmın ve bütün Peygamberlerimizin üzerine olsun.
[12] Peygamber Efendimizin babası Hz. Abdullah, Abdülmuttalip’in bir adağı üzerine kurban edilmek istenmişse de, araya girenler ve bir kâhinin yol göstermesiyle yüz deve kurban edilerek ölümden kurtulmuş; bu olaydan hemen sonra da Hz. Âmine ile evlenmiştir. (Olayın tafsilatı için bkz.: İbn İshâk, Siyer, thk. M. Hamidullah, Konya 1981/1401, 19 ve 20. Sayfalar ; İbn Hişâm, es-Siretü’n-Nebeviyye, thk. Süheyl Zekkâr, (I –II), Beyrut 1992/1412, I, 107, 108. Sayfalar
Yeni yorum ekle