Yüreğinde Ne Taşıyorsun?

Arnavut taşlı yolu kim bilir kaçıncı kez adımlıyordu. Esen rüzgârın yüzünü okşayışı pek de hoşuna gidiyordu.  Hafifçe üşümenin güzelliği ile ellerini cebine sokarken mantosuna biraz daha sokuldu. Bu mevsimde İstanbul… Ne kadar da güzeldi…  Evlere takıldı gözleri… Her birinde farklı bir hayat, farklı bir hikâye yaşanıyordu mutlaka. Düşünceleri kendi hayat öyküsüne, gençliğine kayıverdi.

Büyülü şehir İstanbul’da rüya gibi bir gençlik… Dimağında unutulmaz bir haz... “Ah! O zamanlar, gençliğin yelleri ve bir de heyecanlar” dedi kendi kendine.  Yine kalbinin bir başka çarptığını hissetti. “Hayatın dönemeçlerinde savrulurken kalbim, en çok da geçici sevdalarda yoruldun” dedi… Ve içinden kendine seslendi: Dünya adına peşinden koştuğun, kazandığın ya da kaybettiğin her şey, gün gelip de önemini yitirmedi mi? Her yitip gidenin ardından bakakaldığında, yanında sadece Rabbin vardı, bir “O” var, dedi. İçi biraz daha huzur doldu, sığındı Rabbine, gönlünde bir sıcaklık, bir mutluluk… 

Hayat mücadelesinde devirdiği yıllara geri döndü hayalinde… “Ne insanlar tanıdım, kimler girdi hayat hikâyeme; kimi vefalıydı, candan, samimi; kimi de vefasız, nicelerinde maskeli yüzler…”

İş hayatı, arkadaşlıklar, dostluklar… Birbirinden değişik nice insan, nice hikâye… Bu farklılıklardan geriye kalan tortuda gizliydi hayatın anlamı ya, biraz burkuldu içi… Yaşanmışlıklar; mor lacivert rengiyle geçmişin dumanı olarak tütüyordu hafızasında… Ve düşünceler birbiri ardına sıralanıverdi:

“Biraz araştırsam hafızamın kayıtlarını, neler bulurum o arşivde… Başarıyı çekemeyen dost yüzlü düşmanlar… -Onda olmasın ben de olsun- diyen, hırsla kuşanmış, insan suretindeki sırtlanlar… Yüze gülerken arkadan konuşan, yüreksiz adamcıklar… İnsanları aralarına yerleştirdikleri fitnelerle birbirine düşürürken, kendisini yüceltmeye çalışan zavallı kimsecikler… Bugüne onlardan ne kaldı?  Koca bir hiç… Çünkü onlar dünyanın müflisleri olarak ahirete gidecekler… Ne acı ki; yaşarken düşünmüyor insan, geriye ne bıraktığını, bir gün helalleşmesi gerektiğinde dile gelemeyen iç burkan kötü hatıraları nasıl sileceğini…

 İnsanların ellerinde bulunanı hazmedemeyenler, kendisinde olanın da başkasında olmadığını aklına getirmeyenler… Mutluluk Kaf dağının ardına mı kaçtı?  Başkalarının nasipleri karşısında al al mor mor olmuş yüzler… “Kalpte olan yüze yansıyor” diyebilmek isterdim onlara…

Allah’ın mülkü bâkidir, benim elimdekilerin ise yok olması mümkündür. Verilene şükür, verilmeyene sabır çok mu zordu hayatta? Ey kalbim, hazmettiklerinle edemediklerinin muhasebesidir hayat…  Vazgeç dünyadan derken; kazandıklarını ziyan etmen istenmedi ki senden.  Zühd hayatını seçmen demek, helali haram kılman da değildi.  Yanlış anladın, yanlış değerlendirdin, yanıldın. Dünyaya itibar etmemek, maddi değil, kalbî idi.  Ne fakirlik ne de miskinlik işi değildi bu… Mesele; dünyevi sevgileri kalpten çıkarmak da gizliydi.

Tüm hayatı, dünya üzerine kurmamaktaydı sır… Zikirle yoğrulup, fikirle olgunlaşmak ve şükürle ebediyete uzanmaktı mesele…

Hırs ve tamah sahibi olup dünyaya kopmaz bağlarla bağlanmak insana gerçek mutluluğu tattırmıyordu ki. Sonu olmayan bir oyalanmaca diyarında vakit geçirmekten öte ne anlam ifade ediyordu?”

 Ayağı takıldı taşa, yalpaladığında kendine geldi birden… “Ah bu düşüncelerde boğulup kendini müstağni görme hali, hataların en büyüğüdür, düşme kalbim sakın tuzaklara” diye düşündü.  “Unutma ey gönlüm” dedi kendi kendine; sahip olduklarının muhabbeti sarmışsa içini, bu dünya seninle Hâlik’ın arasında bir perdedir.  Bağlanma gönlüm, bağlanıp aldanma…

Açık bir pencereden dışarıya süzülüverdi nağmeler: Cahildim dünyanın rengine kandım…  Türküyü mırıldanmaya devam etti: “…Evvelim sen oldun, ahirim sensin…”  Ve düşündü: İnsan değer verdiğini yüreğinde taşır.  Evvelden ahire ne taşıdığına dikkat et…

Aklına Peygamber Efendimizin, “Ey Allah’ın Rasûlü, bana öyle bir amel göster ki onu yaptığımda Allah da insanlar da beni sevsin” diye soru soran bir sahâbîye verdiği cevap geldi. Şöyle buyuruyordu gönüllerin Sultanı (sas): “Dünyaya rağbet gösterme ki Allah seni sevsin ve insanların ellerinde bulunanlardan yüz çevir ki insanlar seni sevsin.” (İbn Mâce, Zühd,1)

Kesif bir iyot kokusu onu düşüncelerinden arındırdı. Gözlerinin önünde, İstanbul boğazının eşsiz manzarası; kulaklarında martıların çığlıkları, gönlünde ise sevdasına düşülecek bu eserlerin sahibine duyduğu derin bir hamd vardı. 

Yazar: 

Yeni yorum ekle

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.