Muhâcirin Seyr-i Sülûkü Rabbinedir, Çölleri Gülzara Çeviren Bu Aşk-ı İlahîdir

Mekke’den Medine’ye uzanan yollar kıvrım kıvrım işlendi gönlüne… Gözü ötelere ufuklara takıldı. Orada kuracağı hayatı düşünüyordu… Her şeye yeniden başlamak âdeta yeniden doğmak gibi bir şeydi. Ama yalnız değildi. Biliyordu; Rabbinin rızası onunlaydı ve Peygamberinin (s.a.s)   tebessümlü çehresi yolunu nurlandırıyordu…

Adına muhacir dediler… Efendimizin (s.a.s) bu kutlu yolculuğa izin vermesi ile yollara düşmüş, hicrete niyetlenmişti… Günlerce sürecek bir yolculuğun gönüllüsü idi… Evini, vatanını, ailesini belki eşini, çocuğunu bırakmıştı geride…  İçindeki ıstırap bazen artıyordu… Lakin gördüğü eziyetlerin artık hayatını devam ettirmeye engel olacak düzeye erişmesinin ardından verilen bu emir bir rahmet olarak belirivermişti…

 Ancak taşıyabilecekleri vardı yanında. Kimseler fark etmesin gidişini diye sessiz, gizli ve belirsiz adımlarla düşmüştü yollara… Yesrib’in kumları yakıyordu ayaklarını… Lakin gönlünde bir huzur ve rahatlık hissediyordu… Hicreti; Rabbinin Medine’de tecelli eden dünya ve ahiret selametine doğru idi…

Mekke’de, o günlerde insanların imanları hatta hayatta kalabilmeleri ve en mühimi de İslam’ın geleceği tehlike altında idi… Dinin yaşanıp korunması artık imkânsız hale gelmişti. Fakir ve kimsesiz Müslümanlar için çok önceden beliren bu kara tablo, onların Habeşistan’a hicretleri ile aralanmıştı. Lakin artık tüm müminler için hem kendi varlıklarının hem de dinlerinin muhafazası mümkün görünmüyordu. İşte tam bu sırada hicret emri gelmişti. Böylece artık sabır nihayete eriyor, cihad için olgunlaşan şartlar belirmeye başlıyordu.

Muhacir, sabredendi… Yapılan baskı, eziyet ve işkencelere göğsünü geren, Rabbine sığınarak yardım dileyen bir yiğitti… Yardım ise gecikmemiş, hicret ile imdada yetişmişti.  Böylece inananlar artık bir devlet kuracaklardı. Birlik olup büyük bir güç haline dönüşeceklerdi. Tevhidin hayata yansıyan bu büyük kuvveti ile cihad temayüz edecek ve tebliğ mücadelesinin farklı bir metodu ortaya çıkacaktı. Lakin şimdi Müslümanların birlik olup tek bir yumruk gibi kenetlenmeleri gerekiyordu… Yok olma, yitip gitme, eriyip kaybolma tehlikesi belirdiğinde başka bir yerde yeniden neşv ü nema bulmak gerekiyordu. Bu önemli sebep ile hicret o dönemde imanın ta kendisi olmuştu…

Yesrib “ay doğdu üzerimize” şarkıları eşliğinde pırıl pırıl parlıyor, emre hazır bekliyordu…

Aslında hicret; sadece Mekke’den Medine’ye giden muhacire ait bir kavram değildi…

Muhacirin İslam bayrağını teslim aldığı atası Hz. İbrahim de (as) hicret etmişti… Babasının kendisine yaptığı tehditlere karşı “Sizden de, Allah’ın dışında taptığınız şeylerden de uzaklaşıyor ve Rabbime yöneliyorum.” (Meryem 19/48) diyerek batıl olan her türlü inanç ve hayat tarzından uzak olduğunu ifade ediyordu. Hicret, İbrahim’in de (as)  sünneti idi.

Hz. Yusuf kaldığı evin hanımının kendisine yaptığı teklif karşısında bu çirkin işe asla dâhil olmayacağını ifade etmiş ve Rabbinin rızasını kaybetmekten korkacağını açıklamıştı. Yusuf’un gönlü Rabbine doğru idi.  Onu Rabbinden uzaklaştıracak her türlü işten ve herkesten yüz çevirmişti. “Bilin ki, ben Allah’a inanmayan ve ahiret gerçeğini tanımaktan ısrarla kaçınan bir toplumun hayat tarzını terk ettim.” (Yusuf 12/37) Yusuf’un hicreti Rabbine idi…

Nice yiğit gençler vardı… Mağara ehli diye tanıdığımız bu gençler, Allah’a olan imanları sebebiyle pek çok eziyete uğramışlardı. Ancak onlar Rablerinin rızasına giden yoldan asla dönmeyerek O’ndan yardım dilemiş ve bir mağaraya sığınmışlardı. “Mademki onlardan ve onların Allah’ın dışında tapmakta oldukları varlıklardan uzaklaştık, o halde mağaraya sığınalım ki, Rabbimiz bize rahmetini yaysın ve işimizde bizim için fayda ve kolaylık sağlasın.” (Kehf 18/14) Onların da hicretleri Rablerine idi… ”Bunun üzerine biz de o mağarada onların kulaklarına nice yıllar perde koyduk (yüzyıllarca uykuya daldırdık).” (Kehf 18/11)

Hicret, Rabbin rızasına mahsus olunca rahmet, mağfiret ve yardım kula ulaşıyordu…

Efendimiz de (s.a.s) Medine’ye gitmeden önce çok seferler hicret etmişti. Evvela Erkam’ın (r.a) evini zikredebiliriz. İslam’ın tebliği ve selameti için buraya yerleşmişti. Taif’e gitmişti bir başka zaman… Bu dine destek verecek insanlar aramıştı. Taşlanmış, kovulmuş, horlanmıştı. Ama tüm bu hakaretlere aldırmamış; gönlünü, varlığını Rabbine sunmuş ve O’ndan yardım dilemişti. Evi ablukaya alınıp artık hayatı tehdit altına girdiğinde Yesrib’e yönelmişti. Erkam’ın evi, Taif, Yesrip… İstikamet hep Rabbin rızasına ulaşmak ve onun rıza ve mağfiretini kazanmak idi…

Bu niyet ile yapılan her fiil, atılan her adım ve dahi her niyet hicret idi. Ve sevaba münhasırdı…

Muhacir; coğrafi olarak beldeler değiştirenin yanında, gönlünü bu değişmez istikametin sahibine bağlayıp O’nun rızası doğrultusunda iş yapan herkes idi… “Hicret ikidir, biri kötülüklerden hicret, diğeri de Allah ve Rasûlü’ne hicrettir.”

Gönül, yaratıcısını tanır; O’nun buyruğu doğrultusunda hareket eder; tek korkusu ve utancı O’nun hoşlanmayacağı bir amelin tuzağına düşmek olursa, yapılan her türlü iş kişinin hicretidir. Ve bu kutlu muhacir hicret sevabına nail olur. “Hakiki muhacir, Allah’ın yasakladığı şeylerden kaçan onları terk eden kimsedir.” (Buhari, İman 4 (1,9)

Hicret, zamanımızda genel bir kavrama dönüşmüştür. “Hakiki muhacir Allah’ın üzerine haram kıldığı şeyleri terk edendir.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned 3,412) Fudeyh Ebu Beşir ez-Zebîdî (r.a) Rasûlullah’a (s.a.s) gelerek : “Ey Allah’ın Rasûlü! İnsanlar zannediyorlar ki, hicret etmeyen helak olmuştur, (bu doğru mu?) diye sorar. Rasûlullah şu cevabı verir: “Ey Füdeyh! Namazı kıl, zekâtı ver, kötülüklerden hicret et, ondan sonra yeryüzünde de dilediğin yerde otur.”

Zannediyorum ki; artık Rabbimizin övdüğü amelleri yapmak hicret niteliğindedir. Büyük bir sevap elde ettirir. Ve bu uğurda hareket eden ise muhacirdir.

Mümin, seyri sülûkunda Rabbinin rızasına niyetlenir, sevgisini talep eder… Bu sebeple dünya hayatını hicret kaidesine göre şekillendirmelidir. Günahtan kaçarken, haramdan uzaklaşırken, mümin kardeşine yaklaşıp onunla bir araya gelebilmelidir. Münferit imanlar ve gayretler yerine birlik olmanın güzelliğini, gücünü ve bu büyük kuvvetin imkânlarını yaşamalıdır. Zira sahabe efendilerimiz Rasûlün (s.a.s) gösterdiği yolda bir olabilmenin en güzel örneğini verdiler. İnananlar artık benliklerinden Rablerine hicret edebilmelidir. Dünyevî telaşlardan sıyrılıp gittiği yolun rotasını rızayı ilahiye çevirebilmelidir. Bu dünya çölünde muhacir olduğunu unutmayıp, hissetmeli ve bu zorlu yolculuğun bir gün Yesrib’in aydınlığı gibi gönlünü ışıtacak nura vesile olacağını bilmelidir. Hicret, Rabbi uğruna evinden, yurdundan, sevdiği insanlardan vazgeçebilmenin imtihanıdır. Muhacir bu zorlu sınavı aşan kutlu yolcudur… “İman edip de hicret edip mallarıyla canlarıyla Allah yolunda cihad edenler, Allah katında en büyük dereceye sahiptirler. İşte bunlar murada ermiş olan mutlu kullardır.” (Tevbe 9/20)

Ya Rab! Bizim seyri sülûkumuz Sanadır… Senden gayrısına aldanışımız boşunadır… Gönüllerimizi ve niyetlerimizi kaydırma ya Rabbi… Katında; meleklerinin “Ömrü boyunca rızan uğruna muhacir oldu.” kaydını düştüğü kulların arasında anılmak istiyoruz. Nasip eyle Allah’ım…

 

          

Yazar: 

Yeni yorum ekle

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.