Sabredin Ey Yâsir Ailesi!

Yâsir b. Âmir, Yemenliydi. Mekke’ye gelmiş, Mahzumoğullarından Ebû Huzeyfe’nin himayesine girmiş ve onun cariyesi Sümeyye ile evlenmişti. Yâsir ve hanımı Sümeyye, oğulları Ammâr’ın davetiyle Müslüman olmuş, iman kervanına diğer oğulları Abdullah da katılmıştı. 

Kureyş’in en zalim kabilesi Mahzumoğulları kendi himayelerindeki Yâsir ailesinin Müslüman oluşuyla âdeta kahroldu. Mahzumoğullarının lideri, ümmetin Firavunu Ebû Cehil kudurmuş bir köpek gibi saldırdı Yâsir ailesine. Ne zulümler ne eziyetler yapıldı onlara! Müslümanlar çaresiz, hüzünle seyrettiler yaşanan acıları.

Allah Rasûlü, Yâsir ailesinin yanına vardığında yüreği yandı, gözyaşlarını tutamadı. Yâsir, Ya Rasûlallah, bu eziyetler daha ne kadar sürecek, diye sorduğunda Muhammed aleyhisselam onları sabretmeye, direnmeye çağırdı.

“Allahım, sen Yâsir ailesini bağışla!” diyerek dualar ediyor;[i] “Sabredin ey Yâsir ailesi, size müjdeler olsun! Sizin mükâfatınız cennettir.” sözleriyle onlara moral veriyor, teselli ediyordu.[ii]

Allah’ın Sevgili Elçisi’nin şefkat dolu sözleri, emsalsiz müjdeleri Yâsir ailesinin gücüne güç kattı. Onlar Ebû Cehil ve diğerlerinin karşısında yalçın dağlar gibi durdular. Fakat bitip tükenmek bilmeyen işkenceler, dayanılmaz baskılar yaşlı Yâsir’in vücudunu perişan etmişti. Kardeşini bulmak için geldiği Mekke’de Rabbini bulmuş, Allah Rasûlü’nün dostluk ve sevgisine mazhar olmuştu. Zulme boyun eğmeyen yüce sahabi Allah yolunda, “Rabbim Allah’tır!” diyerek şehit oldu.[iii]

Zulüm ve isyanda Nemrutlarla yarışan Kureyş liderleri Yâsir’in şehadetinden kısa bir süre sonra oğlu Abdullah’ı da bir okla şehit ettiler.[iv]

İslam’ın İlk Kadın Şehidi

mutlu binici siyer asrı saadet sahabe işkence mekke devri yasir ailesi sabır sabredin ey yasir ailesi

Hz. Sümeyye’ye gelince, onun imtihanı bambaşka oldu. Yaşlı ve zayıf kadın, kocasının ve oğlunun gözünün önünde şehid olmasına, Ebû Cehil’in ahlaksız iftiralarına ve nice acılara sabretti. Belki de kimse onun kadar acı ve ızdırap çekmedi. Onun gibi çilekeşi bu yeryüzü görmedi.

Ebû Cehil ne kadar vahşi, nasıl da zalimdi! Sümeyye’nin direnişine, sabrına, sınırsız imanına tahammül edemedi. Kudurdukça kudurdu. Nihayet Sümeyye’nin bir bacağını bir deveye, diğer bacağını da diğer bir deveye bağlayıp develeri zıt istikametlere sürmeye başladı. Artık Sümeyye parçalanmak üzereydi. Ateşe atılan İbrahim gibi sonsuz bir iman ve tevekkül sahibiydi. Tam bu sırada Ebû Cehil yanına geldi son bir defa onu putlara tapmaya, acıklı bir ölümden kurtulmaya çağırdı. Ama olmadı. Sümeyye bir kez daha “Allah!” dedi. Ebû Cehil iyice öfkelenmiş, kontrolünü kaybetmişti. Sümeyye’nin iffetine, namusuna hakaretler etmeye, çirkin küfürler savurmaya başladı. Sümeyye son anda Ebû Cehil’in suratına tükürdü. Aşağılık adam hemen bir mızrak alıp Sümeyye’nin karnına sapladı. Sümeyye İslam’ın ilk kadın şehidi olmuştu.[v] Onun şanlı direnişi ve şehadeti Mekke sokaklarında başlayan ve kıyamete kadar yaşayacak olan bir destana dönüştü. Efendimiz Sümeyye’yi unutmamış, Bedir Ovası’nda öldürülen Ebû Cehil’i gördüğünde Ammâr b. Yâsir’e: Allah, anneni öldürenin hakkından geldi, buyurmuştu.[vi]

Ebû Cehiller helak oldu, cehennem yurdunda karınları ateşle doldu.  Yâsir ailesine gelince onlar İslam’ın iftihar tablosu, sonsuz cennet yurdunda Yüce Rasûl’ün komşusu oldu.

Ammâr Tepeden Tırnağa İmanla Doludur

Ammâr’ın yaşadıklarını akıllar almaz, kalemler yazamaz. Babası ve kardeşi katledilmiş, annesi gözünün önünde vahşi bir şekilde öldürülmüş Ammâr’ın ızdırabını anlamak mümkün müdür? Müşrikler, ocağını söndürdükleri zavallı müminin çektiği çileyi yeterli görmez, azabın en çetinini, en zorlu işkenceleri uygularlar üzerinde.

Bir defasında Peygamber Efendimiz, Ammâr’ı ağlarken görür: “Ne oldu, niçin ağlıyorsun?” diye sorduğunda Ammâr zalimlerin vücudunu ateşle dağladıklarını anlatır. Allah Rasûlü, Ammâr’ın gözyaşlarını siler, onu teselli eder.[vii] Başka bir gün mübarek elini Ammâr’ın ateşte dağlanan başına koyar ve şöyle buyurur: Ey ateş! İbrahim’e serin ve selametli olduğun gibi Ammâr’a da serin ve selametli ol![viii]

Kureyş’in, Ammâr b. Yâsir’i rahat bırakacağı yoktur. Başını suya sokup nefessiz bırakır ve bağırırlar: Muhammed’i terk edinceye, Lat ve Uzza’ya tapıncaya kadar bu durumdan kurtulamayacaksın.[ix]

Ammâr ölmek üzeredir. Kızgın kumlar, demir zırhlar, açlık, susuzluk, dayak ve kırbaçlar,  nihayet nefesini kesen kuyular, artık tahammül edecek gücü kalmamıştır. Tam boğulup öleceği sırada müşriklerin istediği sözler çıkar ağzından. Mekkeliler yakasını bırakır, dağılıp giderler başından.

Şehrin sokaklarında kara bir haber yayılır. Ammâr dinden dönmüş, yeniden putperest olmuş, diye. Allah Rasûlü buna ihtimal bile vermez. Ammâr tepeden tırnağa imanla doludur, buyurur.[x] Sevgili Efendimiz, Ammâr’ı görünce çok duygulanır. Üstü başı toz toprak içinde, hıçkıra hıçkıra ağlamaktadır. O sözleri söylerken kalbin nasıldı, diye sorar Ammâr’a. Çilekeş Müslüman, yüreğim imanla doluydu Ya Rasûlallah, deyince Muhammed aleyhisselam onu teselli eder: Bir daha sana böyle yaparlarsa kurtulmak için yine aynı sözleri söyle.[xi] Ammâr’ın hüznüne yer gök ortak olur. Âlemlerin Rabbi ayetleriyle kuluna rahmet indirir, teselli verir.[xii]

Bu sözler Ammâr’ın ağzından işkence gördüğü ilk gün çıkmadı. O zoru görür görmez teslim olma yolunu seçmedi. Yıllar boyu tarifsiz ezalar çekmiş, babasını, kardeşini ve sevgili annesini işkenceler altında kaybetmişti. O Allah ve Rasûlü’ne bağlılığını sayısız defalar ispat etmiş, Rasûl-i Ekrem onun imanının yüceliğine bizzat kefil olmuştu. O güzel sahabiyi yalnızca tam öleceği sırada zorla söylediği cümlelerle zikretmek, hayatının sadece bu anıyla onu hatırlamak insafa sığar mı? Ya da Allah yolunda başına ufacık bir sıkıntı gelen bir Müslüman’ın bu sıkıntıyı göğüslemek ve direnmek yerine taviz vermesi, dünyevî bir nimete erişmek için dinini feda etmesi ve bunu yaparken Allah Rasûlü’nün çilekeş dostunu kendine delil göstermesi ayıp değil mi? Hz. Ammâr’ın hayatının sonraki döneminde eriştiği hiç bir dünyevî nimet, makam mevki olmadı. Mücadele dolu uzun ve şanlı bir ömrün sonunda anne babası gibi şehadet mertebesine nail oldu.[xiii]


 


[i] İbn Sa’d,Tabakat,III,249.

[ii] İbn Hişâm, Sire,I,342; Hakim, Müstedrek,III,432.

[iii] İbn Esir,el-Kâmil fi’t-Tarih,I,588; Halebi, İnsanu’l-Uyun,I,483.

[iv] Belâzurî,Ensâbu’l-Eşrâf,I,160.

[v] İbn Sa’d,Tabakat,VIII,264-265; Aynur Uraler,Sümeyye b. Hubbat,DİA,XXXVIII,134.

[vi] İbn Hacer, El-İsabe,IV,335.

[vii] İbn Sa’d,Tabakat,III,248.

[viii] Zehebi,Siyeru A’lam,I,410.

[ix] Belâzurî,Ensâbu’l-Eşrâf,I,159.

[x] Zehebi,Siyeru A’lam,I,413; Ebu Nuaym, Hilye,I,140.

[xi] İbn Sa’d,Tabakat,III,249; Belâzurî,Ensâbu’l-Eşrâf,I,160.

[xii] Nahl Suresi 16/106.

[xiii] Mustafa Fayda,Ammâr b. Yâsir,DİA,III,75.

Yazar: 

Yeni yorum ekle

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.