Yalnız ve kimsesizdi. Kabilesinin eşkiyalığına, saldırganlığına dayanamamış yurdunu terk etmişti. Kendisine sığındığı dayısının da yanında duramamış, Mekke yakınlarında çölün bir köşesine çekilmişti.
Bu satırlar yazılırken, Filistin halkı Mescid-i Aksa’yı koruyor. On beş – on altı yaşındaki delikanlılar, beli bükük ihtiyarlar, çoluğunu çocuğunu bırakmış camiye gelen kadınlar, hepsi Mescid-i Aksa’yı canları pahasına savunuyorlar. Onlar Senin ilk kıblene, miraca çıktığın mukaddes beldeye ve elbette Sana vefa gösteriyorlar.
Efendimiz aleyhisselam’ın Hılfu’l-Fudûl teşkilatına katılması, O’nun halkın arasında bulunduğunu, insanların sorunlarıyla ilgilendiğini, çevresinde cereyan eden hadiselere sorumluluk bilinci içerisinde aktif olarak müdahale ettiğini gösterir.
Adam hikayesini bitirmiş, başını yere eğmişti. Muhammed aleyhisselâm, bir zamanlar sevgili kızını acımasızca öldüren, şimdi ise yüreği İslam nuruyla yumuşamış gözü yaşlı sahabisine baktı ve şöyle buyurdu: “Allah cahiliye devrinde yapılan kötülüklerin sorumluluğunu kaldırmıştır. Haydi, sen hayata yeniden başla.”
Bir çift güvercin ve örümcek ağı… Ölümle arasında bu ikisinden başka bir şey olmayan, düşmanlarıyla burun buruna geldiğinde arkadaşına “Korkma, Allah bizimle beraberdir,” diyerek moral veren Sevgili Peygamberimiz, çölün çile dolu yollarında Süraka’nın tehditlerine ve yolun güçlüklerine boyun eğmeden....
Efendimiz aleyhisselam’a en çok Abdullah b. Mesud’un benzediği söylenirdi. Aslında Abdullah zayıf, çelimsiz biriydi. Ama namaz kılışı başta olmak üzere her türlü davranışıyla Efendimiz aleyhisselam’ı andırırdı. Bu hiç de garip değildi. Zira o, Müslüman olduğu andan itibaren...
Mekke’nin firavunları, aldıkları bu kararla Hâşimoğullarıyla olan tüm akrabalık bağlarını koparıyor; ekonomik, sosyal ve psikolojik açıdan Hâşimoğulları’nı çökertmeyi ve onları Muhammed aleyhisselâm’ı teslime mecbur etmeyi düşünüyorlardı.
Peygamber Efendimiz (as)'in: "Ey Bilal! İslam'da işlediğin ve en ziyade ümit beslediğin ameli bana söyle. Çünkü ben bu gece (rüyamda) cennette önümde senin ayak seslerini işittim. "[2] sözleriyle henüz hayattayken cennetle müjdelenen Bilâl-i Habeşî ne bahtiyar bir kimsedir.
Saadet günlerinde hiç bir şehidin emaneti, hiç bir yetim kimsesiz ve sahipsiz kalmadı. Efendimiz aleyhisselâm Zeyd’in, Mus’abın, Hamza’nın çocuklarına yetim kalmanın, yalnız olmanın acısını yaşatmadı. Medine sokaklarında hiç bir çocuk, çaresiz ve ümitsiz olmadı.