Davet ve Gerekliliği

Muhammed Fesih KAYA - 

 mfesihkaya@hotmail.com  

“Rasûlüm de ki: İşte bu, benim yolumdur. Ben insanları Allah’a körü körüne değil bir basiret üzere davet ediyorum. Ben de bana tabi olanlar da böyleyiz.”[1]

Davet: Davet kelimesi دعو “deave” fiilinden gelen bir mastar olup sözlükte; çağırmak, seslenmek, nida etmek, dua ya da beddua etmek, adlandırmak anlamlarına gelmektedir. İsim olarak davet; çağrı, nida, dava, verilen söz, yemin ve ziyafet gibi anlamlara da gelir. Kur’an-ı Kerim’de bu fiil, yardım istemek, bir işe teşvik manalarında da kullanılır.

İslam literatüründe ise davet; İslam’a, Allah’a çağrıyı ve İslam’ı insanlara anlatarak benimsetmeyi ve uygulamasını sağlamayı ifade eder. Bu anlamda davet; insanları hakka, hidayete, Allah’a ve O’na kulluğa bir çağrının yanında Allah’a yakarıştır.

İslamî davetin ilgi alanı bütün insanlıktır. İslam’ın kapsamı içerisinde olan bütün din ve dünya işleri de davetin kapsamı içerisindedir. Münafıklara, kâfirlere ve hiç bir şeyden haberi olmayan kimselere davet götürülebileceği gibi İslam’a teslim olmuş Müslümanlara da davet götürülebilir. Çünkü Kur’an’ın davet ettiği hidayet yani en doğru yol, her insan için gereklidir.

Davet; iman etmeye, imanı yaşamaya, günahlardan kaçınmaya ve iyi davranışlara yönelik olabilir.

Davet; bir açıdan nasihat, bir açıdan irşat, bir açıdan da marufu emretmek, münkerden sakındırmaktır. Bu noktadan hareketle davetin hedefinin aslında, İslam’ın inanç esasları ve değerlerinin kabul edilerek uygulanmasının sağlanması olduğunu, dolayısıyla Müslüman veya gayrimüslim ayırımı yapmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.

Tebliğ, irşat, vaaz, emr-i bi’l-maruf, nehy-i ani’l-münker, inzar, tebşir gibi kavramlar sözlük anlamları farklı olsa da faaliyet alanları ve amaçları yönünden bazen aynı bazen de yakın anlamlarda kullanılagelmiş kavramlardır.

Davet kavramıyla kast edilen; kişilere, gruplara veya din adına sonradan ortaya çıkmış olan şeylere değil, Allah’a, ayetlerine ve O’nun Rasûlü’ne bir çağrıdır. Ancak mezhepler, hizipler ve benzerleri, bu çağrıya özgür iradesiyle karar vermiş kişinin tercihine kalmış değerlerdir. Elbette ki bunlar da İslam’ın içerisinde olan olmazsa olmazlardandır.

İyinin, güzelin, adaletin, insanlığın ve buna bağlı değerlerin kaynağı İslam’dır. Kur’an, insanları bu değerlere çağırır ve salih ameller işleyen bu kimseleri doğru sözlü sadıklar olarak nitelendirir. “İnsanları Allah’a çağıran, İyi işler yapan ve ‘Ben Müslümanlardanım.’ diyenden daha doğru sözlü kim olabilir.”[2]

Allah Teâlâ’nın bildirdiği şekilde davet edenlerin başında Allah’ın elçileri gelir. Onlar insanları Allah’a ve O’na kulluğa çağırmışlardır. Onların çağrısı insana/insanlığa hayat veren şeyedir. “Ey iman edenler Allah ve Rasûlü sizi size hayat bahşedecek olan şeylere çağırdığı zaman hemen onlara icabet edin.”[3]

***

Öyle bir devirde yaşıyoruz ki din, âdeta her gün biraz daha hayatın dışına çıkarılıyor. Kâfirler haricinde, Müslüman olduğunu iddia edenler tarafından da dine saldırılar yapılmaktadır. Orta seviyedeki Müslümanlar bir tarafa, dindar ve onların seçkinleri olarak gösterilebilecek kimseler bile farzları ve vacipleri terk eder hale gelmiş durumdadır. Namazın, orucun terk edilmesi bir yana yüz binlercesi bilerek veya farkında olmayarak şirkin ve küfrün içerisine dalmış bulunmaktadır. Haram olan işlerin, kötülük ve günahların yayılması ve çok açık bir şekilde herkesin görebileceği ortamlarda işleniyor olması hepimizin malumudur.

İlim ehli olan seçkin âlimlerin, hatta hocaların bile halktan uzaklaşması ve bunun kaçınılmaz sonucu olarak halkın dine ve din ilimlerine yabancılığını artırmaktadır. Halk, “Anlatan ve doğru yolu gösterecek kimse yok.” derken, ilim erbabı da “Dinleyecek ve kaale alacak kimseyi bulamıyoruz.” diyerek kendilerini savunmaktadır. Bu tür mazeretlerin Allah katında hiçbir geçerliliğinin olacağını sanmıyorum.(En iyisini Allah bilir.)

Kim bu davetin gerekliliğini ve onun peygamberlerden bize bırakılan bir görev olduğunu hatırlayarak bu sorumluluğu deruhte edecek?

Kim insanları “kendilerine hayat sunacak olan şeye” çağıracak?

Kur’an’ın bu çağrısına “İşittik ve itaat ettik.” diyerek “ben” diyecek kimselerin yapılacak olan davet çalışmalarında, içinde bulunduğumuz çağı ve çağın insanını göz ardı etmemesi gerekir. Hızla değişen ülke ve dünya siyaseti içerisinde belki de yok olup gitmeye yüz tutmuş ve kırıntı haline gelmiş “İslami Davet” çalışmalarına yeni bir yüz, yeni bir biçim verilmesi gerekir.

İslami davetin içeriği, asli konuları vahiyle ilintili olduğu için herhangi bir değişime ihtiyaç göstermez. Zira hangi yönelişin ve uygulamanın ilahi rıza kapsamında olduğu; nelerin bizleri ilahi azaba sürükleyen hususlar olduğu yer ve zamana göre değişiklik göstermez. Ancak ne söylendiğinin yanında kimin, nerede ve nasıl bir söylemle bu dini vazifeyi yerine getirdiği de önem taşımaktadır.

Günümüzde gelişen teknoloji, bireysel ve kitlesel iletişim kanallarının tüm dünyaya ulaşılabilecek bir hâl alması davet kapısını alabildiğine açık hale getirmiştir. Artık küçük veya ayrıntılı bir mesaj, küçük çabalarla milyonlara iletilebilmektedir. Yine TV kanalları, bilgisayar ağları vs. ile mesajımız, davetimiz kısa bir zaman içinde tüm dünyaya iletilebilmektedir.

Tüm bu yöntemler, yer/zaman şartlarıyla tedricen uygulanabilecek fert-cemaat-toplum-ümmet skalasında ortaya konulacak davet çalışma biçimleri olarak önümüzde durmaktadır. Yapılacak küçük çalışmaların, dünyalık imkânsızlıklara rağmen, “bizi ummadığımız yerden rızıklandıran” Allah (c.c.)’ın bereketiyle tahmin edemeyeceğimiz boyutlara ulaşacağı gerçekliği ise bu çalışmaya enerji veren ve ruh katan en büyük hakikattir.

Başarıyı ihsan eden sadece Allah (c.c.)’tır.


 


[1] Yusuf Sûresi 12/108.

[2] Fussilet Sûresi 41/33.

[3] Enfal Sûresi 8/24.

Yeni yorum ekle

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.