Davete Giriş

“(İnsanları) Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle davet et. Onlarla mücadeleni en güzel (tarik) hangisi ise onunla yap. Şüphesiz ki Rabbin, O, yolundan sapan kimseyi en çok bilendir. O, hidayete ermişleri de en iyi bilendir.” (Nahl, 125)

Âyet-i kerimede davet etmek ”Rabbinin yoluna davet et!” ibaresi” emir kipiyle gelmektedir.  Kur’an’da geçen ve emir kipiyle gelen filler genellikle zorunluluk ve mecburiyet ifade etmektedir. Bu ayette de Cenâb-ı Allah, davetin bir gereklilik olduğunu Müslümanlara bildirmektedir.

Âyetin muhtevasında insanların neye davet edilecekleri de açıklanmıştır: Rabbinin yoluna; yani Rabb’imizin dinine, İslam’a, şeriatullaha, Allah’ın ortaya koyduğu “Sırat-ı Müstakim”e. Başka bir yola değil. Cemaate, gruba, partiye, mezhebe din içindeki fırkaya değil. Doğrudan Allah’ın dinine, Kur’an-ı Kerim’e, sünnete, İslam’a davet. “Rabb’inin yolu” böyle anlaşılmalıdır.

Bu âyette davetin şekli de yine açıkça izah edilmektedir. Allah, peygamberine insanları iüç temel şekilde; yani hikmet, güzel öğüt ve mücadelelerin en güzeli ile davet etmesini emir buyurmuştur. Kur'an-ı Kerim davetin temellerini ve ilkelerini bu esaslara dayandırmış ve bunlarla kullanılabilecek yöntemleri belirlemiştir.

  

    HİKMETLE DAVET VE HİKMETE BAKIŞ 

Hikmet; bir şeyi yerli yerince yapmak, taşı gediğine koymak, sözde ve anlamda isabet, Allah adına anlama yeteneği, sıhhatine aklın şehadet ettiği şey anlamlarına gelir.  Ayrıca Kur’an, Kur’an’la amel, sünnet, haşyet, akıl ve sağlamlık olarak da manalandırılmıştır.

Hikmet ile davet, muhatapların durumlarını ve şartlarını göz önünde bulundurmayı, her defasında ne kadar anlatılmasının uygun geleceğine, ağır gelip gelmeyeceğine dikkat etmeyi; insanların ruh ve fikir dünyaları hazır olmadan sorumluluklar yüklememeyi gerektirmektedir. Ayrıca davetin yöneltildiği kişilere nasıl hitap edileceğini iyi seçmeyi, şartlara ve durumlara göre bu hitap yöntemlerini ve yollarını çoğaltmayı içerir. Acelecilik, duygusallık ve tepkisellikle işi zora koşup, bu konuların hepsinde ve diğer konularda sınırları aşmamak da hikmet ile davet yolunun önemli bir parçasını teşkil etmektedir.

Hikmet, hitap edilen kişinin zihin, yetenek ve şartlarının göz önünde bulundurulmasını ve Mesajın bu şartlara uygun bir şekilde iletilmesini sağlamaktadır. Bundan başka aynı metot herkese veya her gruba uygulanmamalı, aksine önce muhatabın hastalığı teşhis edilmeli, ona göre zihin ve kalp uyarılarak tedavi edilmelidir.

Bir şeyin içinde gizlenen ve sonuç bakımından ortaya çıkacak olan fayda ve iyiliğe o şeyin hikmeti denir. Dolayısıyla hikmet ayrı bir birikimdir.  Bir işi körü körüne değil de önünü sonunu düşünerek ve ondan doğacak bütün tehlikeleri bertaraf etmeyi gözeterek yapmaya hikmet denir.

“Allah, hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse, şüphesiz ona çokça hayır verilmiş demektir. Bunu ancak akıl sahipleri anlar.” (Bakara 269)

İnsanoğlu şeytani telkin ile rahmani telkini ayırt edebilmek için ilk olarak aklını ve fikrini uyanık tutmak zorundadır. Akabinde ise bu fikir, ilahi feyzin yardımıyla insanda bir meleke oluşturur ve davranış haline gelir. Hikmet, bu şekliyle sünneti ikame etme girişimidir. Bu anlamda bilgiden amele geçişte, tebliğ ve talim edilen vahyin bir meleke/istidat haline gelmesine de hikmet denir. Başka bir tarifle hikmeti, ibadetlerin/sünnetin günlük hayatta refleks haline gelmiş bir tatbiki olarak açıklayabiliriz.

Hikmet, ilmin pratiğe dönüşmesinde farkında olmadan yüklenilen söz ve eylem bütünlüğüdür. Kitabi bilginin yanı sıra usta-çırak ilişkisinde göze çarpan ve bilinçdışı bir şekilde gerçekleşen ‘’kabiliyet kazandırma’’, hikmetin aktarımında da geçerli olan bir tekniktir. Sahabenin ciddi ilim tedrisi olmamasına rağmen hikmete sahip olması ve kendilerinde görülen vahyin pratiğe dökülüşündeki doğallık, az önce söylediklerimize bir örnek olarak gösterilebilir niteliktedir.

Buraya kadar yaptığımız tanımlardan hareket ederek hikmet ile davetin ne demek olduğunu şöyle özetlemek mümkündür: Davetçinin alışkanlık haline getirdiği, meleke olarak sergilediği davranışları; bütünüyle görsel, gözlemlenebilen, hatta test edilebilen, Kur’an ve sünneti tatbik etme şekline sahip olması ve tüm bu vasıflarıyla davet eylemini gerçekleştirmesidir.

              Rabbinin yoluna hikmet ile davet et.

Hikmet hem bilgi hem de iştir. Bilmek ve bilinenle amel etmektir. Bu ikisi hikmetin çeşidi değil, parçalarıdır. Parçası eksik olanın kemaliyeti ve sürekliliği olmaz. Ayrıca uygulama alanı olmayan herhangi bir bilgi de hikmet değildir. Bu bağlamda din, davet edilebilecek en üstün icabet makamı olduğundan davetin konusu pratikte yaşanabilir olmalıdır. Bu da yine bilmeyi gerektirir.

Rabbinin yoluna hikmet ile davet et.

Hikmet aynı zamanda Allah’ın ahlakı ile ahlaklanmaktır. Bu ahlakın yaşanması yetmez. Ayrıca yaşatılması için de çaba gerekir. Allah, bu ahlakın herkesle paylaşılması, Müslümanlar arasında öngörülen İslami yaşantı ve İslami ahlakın standardının devamlı yükseltilmesi için Müslümanları ikaz etmektedir. Allah’ın ahlakına toplumun tüm fertleri hissedar olmalı, bunun için davetçi davetinde böyle bir hikmeti amaçlamalıdır.

Rabbinin yoluna hikmet ile davet et.

Hikmet kat’î delil demektir. Daveti, kesinleşmiş bilgi üzerine bina etmek gerekir. Faraziyeler, henüz kesinleşmemiş hipotezler üzerine davet bina edilmez. Bilgi, İslam ve nazarî müşahede ile hüccet haline gelir. İşte bu hüccet insanlara davet konusu olabilir.

Rabbinin yoluna hikmet ile davet et.

Hikmet aynı zamanda herkesin faydasına olan hizmet demektir. Davetçi böyle bir faydayı ortaya çıkartarak toplumun manevi terakkisi için çaba gösteren ama mutlaka toplumun içinde var olan bir kişilik tanımlamasını kabul eder.

Rabbinin yoluna hikmet ile davet et.

Hikmet bir kötülüğü önlemek veya bir iyiliği elde etmek için yapılan herhangi bir şeydir. Davetin ana sahası da bu hikmete yönelik olarak Allah tarafından “iyiliği emretmek ve kötülükten nehyetmek” olarak özetlenmiştir.

Rabbinin yoluna hikmet ile davet et.

Hikmetten maksat, Allah’ın kitabı ve Resulullah’ın (s.a.v.) sünnetidir. Davetin konusu ve içeriği kitap ve sünnetle çizilmiştir. Hangi çağda ve hangi bölgede olursa olsun İslam’ın davetçileri bu iki ana unsuru referans alırlar ve bu iki kaynak çerçevesinde davetlerini ulaştırırlar. Kur’an ve sünnet sınırları dışına çıkan her türlü tez, nazariye, düşünce, ideoloji ve ritüel İslam’ın davet konusu olamaz. Davet metodu içerisinde referans kaynağı olamaz.

Rabbinin yoluna hikmet ile davet et.

Hikmet öğretilebilir. İbrahim (A.S.), kendinden sonra gelecek peygamber                                (Hz. Muhammed s.a.v.) için yaptığı duada insanlara hikmeti öğretmesi için Rabb’ine duacı olmuştur (Bakara 129). Kâinat bir hikmet kitabıdır. Kur’an da bir hikmettir. Sadece Kur’an, hikmeti ilahi bir lisanla beyan eder.

Davetçi her iki hikmeti insanlara öğretmek için seferber olmuş kişi demektir.

GÜZEL ÖĞÜT İLE

Taberi, âyet-i kerimede zikredilen "güzel öğüt”ten kastın, "Allah’ın beyan ettiği deliller ve ibret alınması gereken hadiseler" olduğunu söylemiştir.

Güzel öğüt, yumuşak şekilde kalplere girmeye; tatlılıkla, duyguların derinliklerine inmeyi ve bunu yaparken gereksizce azarlama ve zorlamaya başvurmamayı gerektirir. Bilgisizlikten veya iyi niyetten kaynaklanmış olabilecek hataları yüze vurmamayı, bunları hoşgörü ile karşılamayı zorunlu kılar. Zira öğüt vermedeki yumuşaklık, çoğu zaman katı kalpleri bile doğru yola iletir, birbirinden nefret eden gönülleri kaynaştırır. Neticede azarlama, çıkışma ve rencide etmekten daha iyi sonuçlar doğurduğu aşikardır.

Kişi muhatabını sadece mantıki ikna metotlarıyla değil aynı zamanda duygularını cezbedecek yöntemlerle de davet konusuna bağlamalıdır. Aynı şekilde kişi sadece sapıklık ve kötülüklerin yasak olduğu konusu üzerinde durmamalı; insan doğasında var olan kötülük aleyhtarı tutumu karşısındaki insanda da uyandırmaya çalışmalıdır. Bu kötülüklerin sonuçlarıyla da muhatabını uyarmalıdır. Bunun yanı sıra kişi karşısındakine hidayetin ve iyi amellerin mükemmel ve doğru olduğunu mantıken kabul ettirmeye çalışmakla kalmayıp aynı zamanda onu sevdirmeye de çalışmalıdır.

Öğüt, karşıdakinin mutluluğu ve refahını düşündüğünü gösterir bir tarzda olmalıdır. Öğüt verenin karşısındakini küçük gördüğünü veya kendi üstünlüğü ile övündüğünü gösterecek bir davranış tarzına dönüşmemeli; aksine karşıdaki kimse, öğüt verenin kendisini düzeltmeye ve mutluluğa ulaştırmaya çabaladığını hissetmelidir.

Öğüdün özünü şu cümleyle ifade edebiliriz: Öğüt, her insana durumuna uygun düşen hitap tarzıyla daveti ulaştırmaktır. İpuçları ve ikna delilleri insanların anlayabilecekleri halde, fehmedecekleri düzeyde, aynı dilde, aynı ortamı soluyarak gerçekleşmelidir. Aynı zamanda kırıcı olmadan, yüreklerini yaralamadan; mantıklı, ilmi, nakle dayalı aklın sınırları içinde, oturaklı ve de ikna edici bir üslupla anlatılmalıdır. Bu öğüt vermede hakikatleri eğip bükmemek, polemiğe girmemek, tezini güzel sunmak, muğlâk ifadelerden kaçınmak gibi unsurlar da önemli bir yer tutmaktadır. Hakaret, çekişme ve polemik ise davetin uzağında olan konulardır.

 “Allah'ın kendisine meliklik (hükümdarlık) vermesi sebebiyle (azarak) Rabbi hakkında İbrahim ile tartışan kimseyi görmedin mi? İbrahim (a.s) (ona): “Benim Rabbim ki O, diriltir ve öldürür, demişti. (O da): “Ben de diriltir ve öldürürüm, dedi. İbrahim (a.s): “Öyleyse muhakkak ki Allah, Güneş'i doğudan getiriyor, haydi sen de onu batıdan getir, dedi. O zaman (Allah'ı) inkâr eden kimse şaşırıp kaldı (cevap veremedi). Allah zalimler kavmini hidayete erdirmez. ( Bakara 258 )

İbrahim aleyhisselâmın bu âyette beyan edilen hükümdarla (bir rivayette Nemrut) çekişmesi ve tartışması bir polemik örneği değildir. Bu tartışmayı Hakk’ın açığa çıkartılması veya bir sonraki maddede açıklanacak “mücadele” olarak okumak gerekir.

Öğüt verilirken şeâir-i İslam, Allah’ın ulûhiyet ve rububiyeti ve dinin özü olan hükümler tartışmaya açık değildir. Sevdirmek, ısındırmak için İslam’ın yüceliğinden, bütünlüğünden ve kutsallığından taviz verilemez.

Kısaca “güzel öğüt” muhatabı ikna etmek için ipuçları bırakmak olarak ifade edilebilir.

 

EN GÜZEL BİÇİMDE MÜCADELE

Bu ayetteki inceliklerden birisi, Cenâb-ı Hakk'ın "Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle davet et" buyurup da hak dine daveti, bu iki kısma hasretmiş olmasıdır. Mücadeleye gelince, bu davet babından olmayıp, aksine bununla, bu davete aykırı olan başka bir maksat kastedilmiştir ki, bu da ilzam ve susturmadır. İşte bu sebepten ötürü Cenâb-ı Hak, "Rabbinin yoluna, hikmet, güzel öğüt ve en güzel mücadele ile çağır" buyurmamış, aksine mücadelenin hak dine daveti gerçekleştiremeyeceğine, mücadeleden maksadın başka şey olduğuna dikkat çekmek için, mücadeleyi, hak dine davet etme metodundan ayrı zikretmiştir. Gürültü koparanlarla da en güzel ve en mükemmel olan “mücadele” yoluyla konuşmak gerekir.

Dil ile davet ve delillerle tartışma dairesi dışına çıkılmadığı sürece, davetin metodu ve ilkeleri “hikmet” ve “güzel öğüt” ile davettir. Ama davet edenlere saldırı yapıldığında durum değişir. Saldırı sıcak bir savaşı ifade eder. Hakkın onurunu korumak, batılın üstünlüğünü bertaraf etmek için aynısı ile karşılık vermek gerekir.

“Şüphesiz ki Rabbin, O, yolundan sapan kimseyi en çok bilendir. O, hidayete ermişleri de en iyi bilendir.”

Sen, bu üç yol ile Allah'a davet etmekle mükellefsin. Sen davet etmene, tebliğ etmene, mücadelene bak. Bütün insanların hidayete ermesini sağlayamasın. Hidayetin gerçekleşmesi işinin seninle direkt alakası yoktur. Çünkü Allah Teâlâ, sapıtanları ve hidayete erecek olanları en iyi bilendir.

Son sözü Allah söylemektedir. İhtilafları, polemikleri, çekişmeleri, saldırıları siz sonuçlandıramazsınız. Siz davet edin. Ahireti de kuşatan bir hükümranlığa ve otoriteye sahip Allah, davetinizin karşılığını da, davet ettiğiniz kişilerin hükmünü ve akıbetini de elbette adil bir şekilde verecektir.

Allah en iyi bilendir.

 

Yeni yorum ekle

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.