İslam öncesi Medine’nin sosyal yaşantısına göz attığımızda karşımıza Araplarla birlikte yaşayan üç Yahudi kabilesi çıkmaktadır: “Benî Kaynukâ, Benî Nadîr ve Benî Kureyzâ”. Bu etnik grupları incelemeden önce Yahudilerin kökenine değinmekte fayda olacağını düşünüyorum.
Yahudilerin menşeîni incelediğimizde atalarının Hz. İbrâhim, Hz. İshak ve Hz. Yâkub’a dayandığını görmekteyiz. Bu semâvi dinin tam olarak şekillenmeye başladığı dönem ise İbrani kabilelerini birleştiren, Kur’an’da da Yahudilerin en büyük peygamberi olarak bildirilen Hz. Musa dönemidir. Yahudi şeriatının temel ilkelerini, Hz. Musa’ya verilen “On Emir” oluşturmaktaydı. Hz. Musa’dan sonra ise İsrâiloğulları, en parlak devrini Hz. Süleyman döneminde yaşamıştır. Kudüs’e yerleşmişler ve orada mâbet inşâ etmişlerdir.
Yahudilerin Arap Yarımadası'na ne zaman geldikleri tam olarak belli olmamakla beraber, rivayetlerin ekseriyetine göre büyük İskender’in istilâsının peşi sıra birkaç Yahudi kabilesinin Filistin’den çıkarak Arabistan’ın değişik yerlerine göç ettiği sanılmaktadır. Özellikle Yesrib, Yahudilerin yoğun olarak geldiği bir şehir olmuştur.
Medine, hicret öncesinde, yaklaşık altı bin müşrik Arap ve dört bin Yahudi’den oluşan demografik bir yapıya sahipti. Bu iki etnik grup, kabileler halinde ayrı mahallelerde yaşıyorlardı. Kaynaklarda yer alan bilgilere göre Yahudiler gelmeden önceki ilk yerli Arap kabileleri oldukça azınlıkta idiler. Yahudiler geldiklerinde Medine’ye hâkim oldular ve en verimli bölgelere yerleştiler. Daha sonra 300-450 tarihleri arasında Evs ve Hazrec Arap kabileleri gelip şehrin nüfusunu ciddi bir şekilde artırdılar.
Yahudilerin Yesrib’e yerleşmeleri, beraberinde savaş ve düşmanlığı da getirdi. Hıristiyanlar, Yahudiler’den intikam almak için sürekli saldırıda bulundular. Aynı şekilde Yahudilerin Yesrib’e yerleşmeleri Evs ve Hazrec’in de tepkilerine neden oldu. Yahudilerle bu kabileler arasında savaşlar yaşandı. Yahudiler, bu savaş ve baskılardan kurtulmak amacıyla iki kabile arasına fitne ve düşmanlık tohumları serptiler. Böylece onları birbirlerine düşürüp, arada iki tarafla da ticaret yaparak zenginleştiler.
Benî Kaynukâ, Benî Nadîr ve Benî Kureyzâ ile Arapların arasında -her ne kadar yerleşik şehir hayatı yaşasalar da- soy üstünlüğünü anlamına gelen asabiyet anlayışı hâkimdi. Otorite herkesin kendi kabilesine ait olup kabile reisi, verâsetle değil kabilenin nisbi bir seçimiyle, ileri gelenlerin akıllı, cesur, kahraman ve tecrübeli bir üye üzerinde anlaşmasıyla seçilirdi. Bununla birlikte diğer Arap şehirlerinde olduğu gibi Yesrib’deki Yahudiler ve Araplar arasında da hürler, mevâli ve kölelerden oluşan sınıf farklılıkları mevcuttu.
Yesrib’de yaşayan Yahudiler, şehre yerleştikten sonra bölgeye “Beytü’l -Midras” adını verdikleri eğitim ve ibadet müesseseleri yapmışlardı. Bu Midraslar’da Yahudi şeriatını öğreten, dini ahkâma vakıf, Yahudiler arasında ortaya çıkan meseleleri halleden din adamları mevcuttu. Aynı zamanda din ve dünya işleri yine din adamlarının denetiminde yürütülüyordu. Yahudiler din adamlarına, faziletli kimse anlamına gelen “Ahbar“ tâbirini vermişlerdi. Ahbarların çoğu iki kabileye mensuptu: Benî Nadîr ve Benî Kaynukâ. Yahudiler, ehli kitaptan olmaları hasebiyle Arapların putperest inancından tamamıyla farklı bir inanca sahiptiler. Şöyle ki Midraslar’da tek bir ilaha dua ediliyordu. Bununla birlikte Yesrib’deki her Yahudi kabilesi şahsi problemlerini, anlaşmazlıklarını kendi ahbarlarına arz ediyordu. Bu sebeple ahbarlar, Yahudiler arasında oldukça etkin bir konumda idiler.
Yesrib’de oturan Yahudilerin, müşrik Arapların putperest akideden uzaklaşmaları için herhangi bir girişimde bulunup bulunmadıklarını bilemiyoruz, fakat putperest Araplar arasında zamanla semavi dinin akideleri olan haşr, hesap, kaza vs. ilkeler yayıldı. Kaynaklarda Bazı Arapların, Yahudilerin kendilerinden daha fazla ilim sahibi olduklarını düşünerek sonradan Yahudi olduğu zikredilir. Yesrib’deki Yahudiler, Arap elbiselerini giydiler, onlarla akraba oldular. Hatta Arap kızlarıyla, Araplar da Yahudi kızlarıyla evlendiler.
“Kuyumcu” anlamına gelen (Benî) Kaynukâ kabilesinin geçim yolları umumi ticaret ilişkileri, kuyumculuk ve silah imâlatıydı. Yazıda İbrânî harflerini kullanmalarına karşılık Arapça konuşuyor, hatta çocuklarına Tevrat’ta geçen isimlerin yanında Arapça isimler de veriyorlardı. Benî Kaynukâ, Hz. Peygamber’in hicretten sonra Medine’de yaptığı barış içerisinde birlikte yaşama anlaşmasına -Medine Vesîkası- katılmıştı. Fakat Müslümanların Bedir Gazvesi’nde kazandıkları başarı onları rahatsız etmiş, anlaşmayı ihlal edip, taşkınlık göstermişlerdi. Şöyle ki Benî Kaynukâ çarşısına giden bir Müslüman kadın tâciz edilmiş[1] ve çıkan olayda karşılıklı kan dökülmesi anlaşmanın bozulmasına sebep olmuştu. Yaşanan bu olaydan sonra Hz. Peygamber, Kaynukâ mahallesini kuşattı ve on beş gün sonra teslim aldı. Ardından üç gün içerisinde Medîne’yi terk etmelerini emretti.
Yahudiler arasında en kalabalık grup, “yeşil, çiçekli bitki” anlamına gelen (Benî) Nadîr, büyük hurma bahçeliklerinin sahibi olarak bilinmekteydi. Bu kabile, soylarının Hz. Harun’dan geldiğini iddia emekteydi. [2] Nadîroğulları ile Araplar arasında ilk başlarda dostâne ilişkiler sürülmüş, aralarında ticaret, izdivaç gibi hukuki muâmelatlar yaşanmıştı. Ama daha sonraki zamanlarda Nadîroğulları burada rahat durmadı, Evs ve Hazrec’i sürekli birbirine düşürdü. Peygamber Efendimiz, Medine’ye geldiği esnada, bu iki kabilenin arasını düzeltti. Yahudilerden ortak düşmana karşı birlikte savunma yapacaklarına dair söz aldı. Fakat onlar bu durumu içlerine sindirememişlerdi. Fırsat kolluyorlardı. Diğer Yahudi kabilesi olan Benî Kaynukâ anlaşmayı bozmuştu. Bu olayların akabinde Müslümanların Uhud Savaşı’nda mağlup olmaları Nadîroğulları Yahudilerinin iştahını kabarttı. Kendilerini güçlü hissettiler ve Hz. Muhammed’e suikast yapmaya teşebbüs ettiler. Bunun karşılığında da şehirden sürgün edildiler.
“Kurayza”, deri tabaklamaya yarayan bitkiye verilen isimdir. Medine’de kalan son Yahudi kabilesi Benî Kureyzâ, dericilikle meşgul idiler. Medine sınırları içerisinde, müstahkem bir kalede yaşıyorlardı. Önceleri Nadîroğulları, kendilerini Kureyzâlılardan daha değerli görür ve üstün tutardı. Ayrıca Kureyzâoğullarının kan bedeli, Nadîroğullarının kan bedelinin yarısı kadardı. Şayet bir Kurayzâlı, bir Nadîrliyi öldürse, kısas edilir; şayet Nadirli bir Kureyzalı’yı öldürse o halde diyetle yetinilirdi. Hazret-i Peygamber, Medine’ye teşrif ettiğinde bu eşitsizliği kaldırdı. Aslında Medine Vesikâsı ile Kureyzâoğullarının da canları, malları ve inanç hürriyetleri garanti altına alınmıştı. Ama Kureyzâlılar sonradan nankörlük ettiler. Nadîrliler anlaşmayı bozduğunda, Kurayzâlılar yardım etmiş; Nadîrliler sürüldüğü halde, Kurayzâlılar affedilmişti. Buna rağmen Hendek Savaşı’ndan önce sözleşmeyi bozarak Mekkelilere yardım ettiler. Medine’ye baskın düzenlemek üzere hazırlandılar. Bu ciddi bir ihanet ve arkadan vurmak demekti. Ancak hesapları ters tepti ve savaşı kazanan taraf Müslümanlar oldu. Sonrasında Allah’ın emri üzerine Cibril, Peygamber’e zırhını çıkarmadan Benî Kurayzâ üzerine sefer etmesini bildirdi. Sefer sonrasında kale düştü. Benî Kurayzâ erkek ve kadınları esir oldu. Kendilerine bir hakem seçmeleri teklif edildi. Onlar, eskiden beri dostları olan Medineli Sa’d b. Muaz’ı hakem seçti. Sa’d, Tevrat’ı da iyi bilirdi. Bunlara Tevrat’a göre hükmetti. Kurayzâlıların itiraz edemediği bu hüküm gereği erkekler idam edildi. Geri kalanlar esir alındı.
Görüldüğü üzere Medine’de yaşayan Yahudi kabilelerin İslam’dan önceki yaşantılarıyla ilgili ayrıntılı bilgiler çok fazla değildir. Rivayetlerin çoğu hicretten sonraki döneme aittir. Yahudilerin Medine’ye yerleşmelerinden sonra Araplardan hem dini hem sosyal açıdan etkilendikleri bir gerçektir. Hatta İslam’ın az öncesinde bu Yahudiler artık Araplaşmış durumdaydılar. Arapçayı kendi dilleri olarak kullanıyorlardı. Çocuklarına Arap adı veriyorlardı. Kabileleri bile Arapça isimler taşıyordu.[3] Hicretten sonra Peygamber Efendimizin talebi üzerine aralarında anlaşma yapıldı. Fakat bu üç Yahudi kabilesi belli aralıklarla anlaşmayı ihlal ederek Müslümanlara savaş açtılar. Barış ve kardeşlik içerisinde Müslümanlarla yaşamayı değil, ihaneti tercih eden Yahudiler Medine’yi terk etmek zorunda kaldılar.
Yorumlar
Erol
Yunus tarafından Per, 04/16/2020 - 14:25 tarihinde gönderildiYeni yorum ekle