“Kudüssüz ve İstanbulsuz bir aşk yoktur.” diyor Nuri Pakdil. Öpüp başımın üstüne koyuyorum bu sözü. Ve üzerine yağmur yağan bir şehrin akşamında, üzerine kurşun yağan bir şehri yazıyorum.
Üzerine kurşun yağan evet. Üzerine kurşun yağan ama kimsenin ölmediği bir şehri yazıyorum.
Gazze’de kimse trafik kazasından ölmüyor.
Hastalıktan ölmüyor. Doğal afetten ölmüyor.
Gazze’de kimse normal bir ölüm yaşamıyor.
Gazze’de kimse ölmüyor ki; herkes şehit oluyor!
Tüm halkı dünyadayken cennetle müjdelenen şehirlerden biri Gazze. Bir kısmı şehadet şerbeti içtiğinden, bir kısmı henüz günahların yazıldığı yaşa ulaşamadığından.
Gazze’de doğan bebekler, şehit olacağı müjdesiyle doğar.
Gazze’de çocuklar annesine sımsıkı sarılıp evden çıkar; öyle ya belki dönemeyecek belki göremeyecektir.
Gazze’de gençler, “Gençken yapılacak 100 şey” i bilmezler. Bildikleri tek şey vardır; tanklara karşı taş kullanmak.
Gazze’de anneler ninni bilmez, ağıt bilir.
Gazze’de babalar dünya kupası maçı izlemez; gözü pencerede, gelmesinden korkulan askerlerdedir.
Gazze’de arkadaşlar birbirine küsmez. Çünkü tekrar görüşememe ihtimalleri yaşama ihtimallerinden fazladır.
Gazze’de öğretmenler ödev vermez; öğrencilerden tek beklentileri kurşunlara denk gelmeden derse gelebilmeleridir.
Gazze’de kuşlar Ebabil gibi kanat çırpar.
Dünyanın gözü önünde bir anıt gibi, vicdan sahiplerinin kalbinde bir hançer gibi Gazze.
“Siz! Orda durun. Biz burada şerefimizle can veriyoruz!” diye haykıran şehir Gazze.
Birleşmiş Milletlerin, Amerikanın, İsrailin, omurgasını yitirmiş Müslümanların yüzüne tokat gibi çarpacak şehir Gazze.
Kurşunlarla, bombalarla yılmayan şehir Gazze.
Gözyaşının, zulmün olduğu kadar, direnişin de sembolü olan Gazze.
Bizden daha az çaresiz Gazze.
Yaşasa mücahit, ölse şehit olan insanlar diyorum; bizden daha fazla mı çaresiz sizce?
İçtiği koladan, yediği dondurmadan, taktığı eşarptan, giydiği ayakkabıdan, sürdüğü boyadan, gece uykusundan, duasından fedakarlık edemeyen bizden çaresizler mi sizce?
Bu yazı onlara ağıt değil, biz Müslümanlara yuh olsun yazısıdır.
Çöp bidonları arasında, babasının gölgesinde vurulan Muhammed’i,
Sahur sofrasında kaşığına kan dolan anneyi,
Tekerlekli sandalyesinde mücadele veren Ahmed Yasir’i,
Tankların önünde ezilen Rachel’i,
Yalın ayak, yüzü dönük Hanzala’yı,
Morga sığmayan şehit bedenlerini,
İstanbul- Mekke- Kahire düşmesin diye sımsıkı tuttukları Gazze’yi,
Hz. Peygamber’e teselli veren, ilk kucak açan, O’nu rabbiyle buluşturan Kudüs’e sahip çıkamayışımızı da ekleyelim, verilmemiş hesaplarımızın korkusuna.
Şüphesiz Gazze zaferle müjdelenecektir. Kudüs özgürlüğüne kavuşacaktır. Hak, Kitab’ında böyle buyurmaktadır.
Ancak bizim akıbetimiz beni korkutmaktadır.
Uyuyamayalım, yediklerimiz boğazımıza takılsın, gözümüzde yaş kalmasın, olağanüstü hâl ilan edilsin, tüm çocuklara Filistin anlatılsın, seccadeler dua edilmeden toplanmasın, tesbih taneleri “Ya Kahhar” la aşınsın, “İnna fetahna...” denmeden yatılmasın ki; ahirette yüzlerine bakmaya yüzümüz olsun. Allah’ın selamı, rahmeti, bereketi kardeşlerimizin üzerine olsun.
“Büyüklerin ellerinden
Küçüklerin gözlerinden
Suriye’nin toprağından
Bosna’nın bayrağından
Ebu Zer’in yalnızlığından
Bilal-i Habeşi’nin ilk ezanından
Tarık bin Ziyad’ın kılıcından
Filistinli Cafer’in haykırışından
Gazze’nin gözyaşından öpüyoruz…”[1]
Yorumlar
Birlik
Başar tarafından Per, 06/29/2017 - 11:34 tarihinde gönderildiYeni yorum ekle