“Oku, yaratan Rabbin adıyla/adına!
O insanı alâktan yarattı.
Oku! Çünkü Rabbin sonsuz kerem sahibidir.
O, kalemle öğretti.
O, insana bilmediğini öğretti.” (Alâk 96/1-5)
Tohum
İkra’ “oku” diye tercüme edilse de sadece yazılı bir metni okumak anlamına gelmez. Arapçada “tilavet” sözcüğü yazılı metni okumak demektir. Kur’an-ı Kerim, Hz. Peygamber’e yazılı değil de hitap olarak nazil olduğu için henüz elde okunacak bir metin yoktur. Ve unutulmaması gereken bir diğer gerçek de vahiy bu ayetle başlamıştır.Allah Teâlâ’nın insana tenezzül edip hitap ederken kullandığı ilk kelime, adeta sonradan söyleyeceklerini içinde barındıran birtohum gibi. İkra’ ile aynı kökten olan Kur’an ağacının tohumu. Bu tohumu alın. Ona uygun bir ortam sunarsanız/onu doğru anlarsanız, Kur’an’ı da anlarsınız ve böylece kurtuluşa erersiniz.
Hikmeti Aramak
Nazil olacak ayetleri okumak, her yer/şeyde Allah’ın mührünü okumak, vücuda gelmiş her şeyin sadece “kün” emriyle var olduğunu okumak, dünyanın geçiciliğini okumak, tekrar O’na döneceğimizi okumak, Allah’ın aşikâr-gizli planlarını okumak… Kısaca ‘hikmet’i okumak. Ayetleri, bilgileri toplayıp başkalarına iletmek, tebliğ etmek de “ikra” kapsamında yer alır.
Âdemoğlu, Allah’ın kendisini yeryüzünü imar etmek için halife tayin ettiğini unutmadan hayatını devam ettirmelidir ki ahirette mesud olanlardan olabilsin. Halife yani vekil, yeryüzünün mülkiyeti kendisine emanet edilen. İnsanın, emanet üzerinde sınırsız tasarruf hakkı yoktur; geri verene kadar onu istenildiği gibi koruyup gözetmekle sorumludur. İşte Allah’ın ilk emri olan “oku” bu görevi hatırlatır âdemoğluna: “Hayatı, ölümü, varlığı, dünyayı, ahireti Allah adına oku. Hayatına kendi keyfince değil Allah’ın istediği gibi istikamet belirle. O’nun adına yaşadığını unutma!” Böyle bir okuma; düşünen, insan olduğunun bilincinde olan her insanın hayatını aydınlatan bir meşale olur.
Rasûlullah’ın hayatında bu ayetin yansıması, her işe besmele ile başlamak olmuştur. “Besmele ile başlanmayan her iş sonuçsuz/güdük kalır.” buyurur.
Asgari Müştereklerden Hareketle…
Nasıl, ne adına okuma? “Allah adına” demek yerine O’nun iki sıfatı tercih edilmiş. Biri ayrıştırıcı (Rab) diğeri birleştirici, toparlayıcı (yaratan). Müşrikleri onların da inkâr edemeyeceği ortak paydaya davet ediyor: yaratan Allah. Allah’ın yaratıcı olduğunu zikretmekle birlikte onun gerçek manada tek rab olduğunu ifade ederek bizlere metot öğretiyor: insanlarla asgari müştereklerden hareketle diyaloga geçebilirsiniz. Ancak değerlerinizden taviz vermeden.
Neden Allah değil de Rab adına? Allah zâtî isimlerden; rab ise ibadet etmeyi gerektiren fiilî sıfatlardan. Rab terbiye eden, besleyip büyüten; malik ve sahip olan; melik, efendi, sözü dinlenen kişi; ıslah edip düzelten, bir şey üzerinde otorite sahibi olan anlamlarına gelir ve Kur’an’da Allah’ın en çok geçen sıfatı özelliğini taşır. (903 kez geçer.)
Müşrikler Allah’ın sadece yaratan ve rızık veren olduğuna inanıyorlardı. Allah’ı rablik fiillerinden neredeyse tamamen tecrid etmişlerdi. İnsanlarla ilgi ve alakasını kesmiş bir Allah inancına sahiplerdi. Allah, putlara isnad edilen rab sıfatını, asıl sahibine iade etmeleri gerektiğini vurgular adeta.
Okuma fiili ile Rab sıfatı birbirinden ayrılamaz. O’nun onayından geçmeyen her okuma/bilgi, zannî olacaktır. Kişi eğer ilmini Allah’a bağlamıyorsa -bilgisi ne kadar çok olursa olsun- onun kitap yüklü merkepten bir farkı yoktur.
“Rab” sıfatıyla insana; kendisini terbiye eden, dünyaya getirip büyüten, her türlü nimeti sunan Allah’a karşı nankörlük etmemesi gerektiği, bu kargaşada sığınılacak en güvenilir limanın Allah olduğu ve eğer Rabbi adına okursa bundan sonra da O’nun, kulunu Rabbanî bir eğitimle koruyup kollamaya devam edeceği hatırlatılır. Zira Allah Teâlâ tüm mahlûkatın, var oluşundan varacağı son noktaya kadar her aşamada Rabbidir.
Kır Elindeki Baltayla Tüm Putları
Müşrikler de okumayı teşvik ediyor, okuyanları kıymetli addediyorlardı. Bu sebeple Allah Teâlâ sadece “oku” diye hitap edip bırakmamıştır. Oku! Kendi adına veya onun bunun adına değil Rabbin adına oku. Aslında Rabbi adına okumakta da problem yok onlar açısından. Herkesin, hayatını kendisi adına tanzim ettiği bir rabbi/terbiye edicisi, hüküm koyanı, efendisi var. Allah, putlarını yerle bir eden darbeyi indiriyor: “yaratan Rabbin” adına! Yani yaratıcı olarak kabul ettiğiniz Allah’ın adına. Hayatın dışına öteledikleri Allah, artık hayatın tam da merkezine iniyor. Artık O’ndan geleni oku, O’ndan medet umarak oku. Acizliğini ve O’nun yardımı olmadan hiçbir şey yapamayacağını, var olan gücünün de O’nun ikramı olduğunu bilerek oku.
Allah’tan geleni okumak hakikate ulaşmak için yeterli olmayacaktır. O’ndan geleni sadece ama sadece O’nun rızasını kazanmak için, amele dönüştürmek için, O’nu tanıyabilmek için okumak. Kur’an-ı Kerim, okuma fiilini genellikle davranışa dönük bir okuma anlamında kullanır. Müzzemmil Suresi 20. ayette: “Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun.” buyrulur. Burada kasıt tilaveti zor olanı okumaktan ziyade pratiğe aktarılması zaman almayan, uygulaması kolay olanı okumak. Öyleyse okumaya akıl, dil, kalp ve azalar iştirak edecek; okumalarımız bizi değiştirecek, dönüştürecek ki maksat hâsıl olsun.
Allah Rasûlü daha önce bu şekilde okumamıştı. İnsanoğlu hakiki manada okuyabilmek için Allah’a muhtaç: “Sen kitap nedir, iman nedir bilmezdin.” (Şura 42/52) “Sen bundan önce bir kitap okumuyordun.” (Ankebut 29/42)
Ne idik, Ne Olduk, Ne Olacağız?
“O insanı alâktan yarattı.” Alâk, bir yerde asılma, tutunma (Anne karnında asılıp tutunduğu için embriyo bu adı almıştır.); kan emen asalak (sülük); sevgi, ilgi ve şefkat manalarına gelir. İnsanın yaratılışını düşündüğümüzde bu üç manaya gelmesi de mümkün. Kitabullah’daki mana zenginliğini bu ayetle müşahede edebiliriz.
İnsanın biyolojik kökeni embriyodur. İnsan, en aşağı mertebeden Rabbimizin keremiyle en yüce mertebeye ulaşmıştır. Bu, hiçbir insanın inkâr edemeyeceği bir gerçektir. Allah, âdemoğlunu basit bir akıl yürütmeye davet ediyor: Yaratıldığınız şeyin basitliği ve şimdiki durumunuzun (akıl-ruh-beden-kalpten müteşekkil) karmaşıklığı/yüceliği ortada. Tüm bunların üzerinde bir gücün/amacın/planın olması gerekir. Tesadüfen oluşmuş olması mümkün değil. Bu da ancak yaratıcı olarak kabul ettiğiniz Allah’tır. Kendinizi O’na teslim edin, Müslüman olun artık!
Evveliniz alâk, ahiriniz toprak. Rabbinize bu tekebbür niye? Tüm insanlar aynı özden yaratıldığı için birbirinize bir üstünlüğünüz olmadığına göre insanlara karşı bu kibir niye?
İnsan, adından bile söz edilmezken Allah onu, ilgi göstererek sevgisiyle yarattı. İnsan varlığını bu alakaya borçlu. Ve onu sevgi, ilgi gibi manevi değerlerle donattı. Tüm yaratılmışlara üstün kıldı.
O’nun İkramlarını Oku!
“Oku! Çünkü Rabbin sonsuz kerem sahibidir.” “Oku” emri yineleniyor. Oku, tekrar tekrar, sürekli oku. Okumak yeteneği, tekrarla kazanılır ancak. Okuduğun sürece insan olursun/kalırsın. Yapman gereken en önemli belki de tek iş okumak. Kendin için oku; başkalarıyla paylaşmak için oku. Kevnî ayetleri, Kur’an ayetlerini hepsini oku. Bütün âlem Allah’ın yazdığı bir kitap. Sen de bu kitabın kârisi.
Sen okudukça lütfedecektir Allah. Hata yapmaktan korkmadan oku. Sürekli bir arayış içinde ol. O’nun ikramlarını oku. Yanlış anlar mıyım/yapar mıyım şeklindeki korkuların senin elini ayağını bağlamasın. Zira fikrinde isabet edersen iki; edemezsen bir ecir verecek. Okudukça omuzlarındaki yük artacak ancak Rabbin yardım edecek, yollarını açacak, işlerini kolaylaştıracaktır. Kendini okumaya ve tebliğe ada.
el-Ekrem… İsm-i tafdil sigası lâm-ı tarifle gelince mutlak anlam kazanır: Herhangi bir karşılık beklemeksizin sınırsızca veren. (Bu hâliyle yalnızca Allah için kullanılır.) Peygamber göndererek insana doğru yolu göstermesi, hakiki bilgiye ulaştırması, sayısız nimetlere insanı gark etmesi O’nun cömertliğinin sonucudur. Rubûbiyeti de ekrem olmasının gereği. Sen de karşılık beklemeden ikramda bulun, Rabbin gibi.
Kalem Paylaşmaktır
“O kalemle öğretti.” “İlmin sembolü olan kalemi, hakikat bilgisine ulaşmak için takip edilmesi gereken her türlü yol ve yöntemi öğretti.” Allah Teâlâ parçayı anarak bütünü kastediyor. Kalem, insanın birikimini zaman ve mekân ötesine taşıyarak medeniyetlerin oluşumu ve insanlığın gelişiminde önemli bir rol üstlenir. Bilginin kayıt altına alınarak korunmasına işaret eder. İlim bir avdır, yazmak ise onu bağlamaktır, derler. İnsan kendi birikimlerini aktarabileceği gibi ilahî kitapları da kalemle kaydederek diğer insanlara iletebilir.
Kalem sorumluluktur. Kayıt altına alınan kelam; insanın daha dikkatli olması, ağzından çıkanı kulağının duyması gerektiğini öğretir insana. Ayrıca yapılan her işi, söylenen her sözü, hatta kalplerdeki niyetleri bile kaydeden kalemi, vahiy kalemini ve Levh-i Mahfuz’u hatırlatır insana.
Kalem, anlam yoksunluğundan kurtuluştur. Cehalet zincirini kırmak, bilgiyi öncelemek ve hakikate yelken açmaktır.
Kalem, zaman çarkının elinden bir şeyleri kurtarma çabasıdır.
Kalem paylaşmaktır. Sadece kendisi için yaşamamaktır.
Senin Bize Öğrettiğinden Başka Bilgimizin Olması Ne Mümkün!
“O insana bilmediğini öğretti.” Allah, isimleri öğrettiği için âdemoğlunu yeryüzünün halifesi kılmıştır. Allah’ın insana öğretmesi ona vahiy, duyu organları, fıtri bilgi, muhakeme yeteneği vermesi iledir. Bilgisi arttıkça tuğyanı artan kişi, hakiki bilgi sahibi değildir. Elde ettiği ilmi oranında insan, Allah’tan haşyet duyar. İlâhî bilgiden yoksun olan insanın ise kan döken ve fesat çıkaran yönü açığa çıkar, nitekim çıkıyor da.
Melekler gibi bizler de bilgimizin yegâne kaynağının Allah olduğunu ikrar edelim: “Ya Rabbi! Seni tesbih ve tenzih ederiz! Senin bize öğrettiğinden başka bilgimizin olması ne mümkün! Muhakkak ki her şeyi bilen hakîm ancak sensin!” (Bakara 2/32)
En doğrusunu Rabbim bilir.
Yeni yorum ekle