Muhabbetle Kalın – II
Rivayet olunuyor ki, “Eğer Allah’ı seviyorsanız Bana uyunuz.” âyeti nazil olduğu zaman münafıkların başı Abdullah b. Übeyy, “Bakınız, Muhammed kendisine itaat ve ibadeti Allah’a itaat gibi tutuyor ve bize, Hıristiyanların İsa’yı sevdikleri şekilde kendisini sevmemizi emrediyor.” demiş idi ki bunun üzerine “Allah’a ve Resûlü’ne itaat edin.” âyeti nazil oldu. Ve öyle bir şüphenin yerinde olmadığını gösterdi.
Yani Resûlullah’a uymak, Hıristiyanların Hz. İsa hakkında iddia ettikleri gibi, tanrılığa ortak olmak demek değildir. Allah sevgisini bölüp üç ayrı ortağa paylaştırmak değildir. O halde Allah’ı sevenler “Ben özümü Allah’a teslim ettim, Bana uyanlar da öyle…” (Âl-i İmrân, 3/20) diyen ve bu ilahî emri tebliğ eden Resûlullah’a karşı gelmemek ve O’nun gibi ihlâs ve samimiyetle, “Ben özümü Allah’a teslim ettim…” deyip dininde, şeriatında O’na ve O’nun öğretim ve bildirilerine uymak ve O’nu örnek almak lazım geldiğini unutmamalıdırlar. Bunun zıddı, “Ben Allah’ı severim ama emrini dinlemem, O’nun sevdiğini sevmem, O’nu sevenleri, O’nun yolunu gösterenleri, O’nun seçip gönderdiklerini sevmem, onlara benzemek istemem.” demektir ki, bu da “Ben kendimden başka bir şey sevmem, tevhit yolunda yürümek istemem.” demektir.
Hz. Muhammed’e de sırf Allah’ın Resûlü, görevlendirdiği peygamberi, dinin tebliğcisi, hidayetinin ve emirlerinin bildiricisi ve habercisi olduğundan dolayı, yine sırf Allah için uyulmalı ve O’nun izinden gidilmelidir. Birine uyarken, onun karşısında veya yanında diğer birine veya ikisine daha uymak başka şey, tek başına ve yalnızca ona uyarken, onun namına, onun bir adamını, bir görevlisini tanımak yine başka bir şeydir. Bir elçiyi tanımak, onun kendisini değil, onu görevlendirip gönderen makamı tanımaktır.[1]
Allah, Kendisinin değil de Resûl’ün örnek alınmasını istiyor. Çünkü ancak bizim gibi bir beşer, bize örneklik teşkil edebilir. Yemek yiyen, çarşılarda gezen,[2] ölümün tüm insanları bulduğu gibi, O’nu da bulacağı[3] bir beşer…
Resûlullah (sas) da insanlığın kurtuluşunun kendisine itaat ile mümkün olduğuna dikkatleri çekiyor: “Ümmetimin hepsi cennete girer ancak bundan kaçınan müstesna.” buyurdular. “Kim cennete girmekten kaçınır?” diye sorulunca: “Bana itaat eden cennete girer; Bana karşı gelen cennete girmekten kaçınmıştır.” diye cevap verir.[4] Yani Allah’ın sevmesinin öbür ismi “cennet”tir.
İmam İbn-i Kayyım el-Cezviyye, Zâdu’l Meâd adlı eserinde şunları kaydeder: “Peygamberin gerçekten peygamber olduğuna ve O’nun doğru söylediğine şahitlik eden ehl-i kitap ve müşriklerden pek çoğunun bu şahitliklerinin onların İslâm’a girmeleri için yeterli olmadığı gerçeği üzerinde düşünen herkes, İslâm’ın bunun ötesinde bir olgu olduğunu kavrayacak, sırf kuru bir tanımadan ibaret olmadığını fark edecektir. Yine, O’nun yalnız tanıma ve kabul etmeden ibaret olmadığını öğrenecek, İslâm’ın hem tanıma hem kabul etme hem bağlılık hem itaat etme zorunluluğu hem de içiyle-dışıyla boyun eğme olduğunu anlayacaktır.”
Sevgi çift yönlüdür. Resûl’e itaat ederek Allah’a olan sevgisini ispatlayan kulunu Rabbi de sever (Vedud): “Allah onları sever, onlar da Allah’ı.”(5 Maide 54)[5] Allah bir kulunu sevince bakın neler olur: “Allah bir kulu sevince Cebrail’i çağırıp: ‘Ben falanı sevdim, sen de sev!’ der. Cebrail de onu sever. Sonra insanlar da onu severler.”[6]“İman eden ve salih amel işleyenler için Rahman bir sevgi yaratacak.” (19/Meryem, 96). Eğer Allah gönüllere muhabbet koymuşsa hiçbir güç o sevgiyi oradan söküp alamaz. Çünkü kalpleri evirip çeviren sadece Allah’tır: Mukallibu’l-Kulûb
“Allah bir kulunu sevdi mi onun gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, yürüyen ayağı olur. Bu kul, Allah’tan bir şey dilese dileği kabul edilir. Allah’a sığındığında da Allah onu korur. Allah, velisine düşman olan kimselere harp ilan eder.”[7] Yani kul, Allah’ın görmesini istediği şeyi görür, işitmesini istediği şeyi işitir, tutmasını istediği şeyi tutar… Daha açık ifadeyle Allah sevdiği kuluna daima razı olduğu işleri yapmayı nasip eder.
Kur’ân-ı Kerim’de nerede Allah’ın sevmesinden söz etse orada rahmet ve bağışlamasına işaret ediliyor.[8] Artık o kişiye korku ve üzüntü yoktur: “İyi bil ki Allah’ın dostlarına/sevdiklerine korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.” (10 Yunus 62).
Allah kimleri sever? “Allah güzeldir, güzeli sever.”[9] Takva sahiplerini (3 Âl-i İmrân, 76), sabredenleri (3 Âl-i İmrân, 146), muhsinleri (2 Bakara, 195), tevbe edenleri ve temizlenenleri (3 Âl-i İmrân, 159), adil olanları (5 Maide, 42), kendi yolunda, kenetlenmiş gibi saf bağlayarak savaşanları (61 Saff, 4).
“Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki Allah kâfirleri sevmez.”
Gönderdiği elçiyi tanımayanlar, Allah’ı tanımıyor demektir. Allah’tan yüz çeviren ise hevasını tanrı edinmiş demektir. Allah, kendisine duyulan sevginin yanında başka sevgi istemiyor. “İnsanlardan öyleleri vardır ki, Allah’tan başkasını O’na endâd edinir; Allah’ı sever gibi onları severler. İman edenlerde ise, Allah sevgisi daha fazladır.” (2 Bakara 165).
Allah’tan yüz çevirenin ilk kaybettiği ise “sevgi” oluyor. Allah’ın sevgisini kaybedince devamı da geliyor. Sevgiden mahrumiyet, mağfiretten, rahmetten mahrumiyettir.
Allah’tan başka çareniz varsa buyurun!
Nazarımızı maziye doğru çevirirsek: Cenâb-ı Hakk’ın gösterdiği yolu tutmayan, peygamberlerin sözüne kulak vermeyen milletlerin, sonunda ne ağır bir zillete mahkûm olduklarını, ne acıklı bir sefalet içinde çalkanıp gittiklerini görürüz: Âd, Semud, Nuh kavimleri, İsrailoğulları, Hıristiyanlar ve Asr-ı Saadet sonrası Müslümanlar. Ve sonra: “Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse bilsin ki Allah öyle bir kavim getirecektir ki Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler.”(5 Maide 54)
“Allah’ım! Seni sevmeyi ve Seni seveni sevmeyi ve Senin sevgine Beni yaklaştıracak şeyi sevmeyi Bana nasip et. Ve Senin sevgini Bana kendimden, ailemden ve (sıcak ve hararetli günde) soğuk sudan daha sevimli kıl.”[10]
Muhabbetle kalın…
[1] Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, II/304-305.
[2] Furkan sûresi, 20.
[3] Zümer sûresi, 30, Enbiya sûresi, 34.
[4] Buharî, İ’tisam, 2.
[5] Bakınız: Buruc sûresi, 14.
[6] Buharî, Bed’ü’l-Halk 6, Edeb 41, Tevhid 33; Müslim, Birr 157; Tirmizî, Tefsîru Sûre 19; Muvattâ, Şi’r 15; Ahmed bin Hanbel, II/267, 341, 413.
[7] Buharî, Rekaik, 38; İbn Mâce, Fiten, 16.
[8] Bakınız: Hûd sûresi, 90; Burûc sûresi, 14.
[9] Müslim, İman 147; İbn Mâce, Duâ 10; Ahmed bin Hanbel, IV/133, 134, 151.
[10] Tirmizî, Deavât, 72, 73.