Mevsimlik Değiliz
Manevi çöküntü ve ağırlaşan şartlar karşısında gizli bir savunma taktiği olarak ‘ahir zaman’ adı altında zamanı kınamanın yersizliğine ve ‘ahir zaman’da elde edilebilecek büyük güzelliklere işaretler…
Neylesin Ahir Zaman?
Dünya çok değişti. İsimlerden başka her şey değişti. Bir iki oda ve salondan oluşan bir ev; bu evde baba-oğul, gelin-kaynana, dede-torun beraberce yaşanıyordu. Mutfak, oturma odası, yatak odası, banyo… Her şey aynı yerde idi. İnsanlar böyle bir evde yaşıyor ve mutlu olabiliyorlardı.
Şimdi evler bölündü; baba bir evde, oğul başka evde. Evler gibi evin içi de bölündü; oturma odası, yemek odası, yatma odası, çocuk odası… Her yer ayrıldı. Geniş ve masraflı evler geldi, huzur ve rahatlık gitti. Suçlu belli: Ahir zaman!
Ulaşmak için yürümekten başka çare yoktu. Bir okka tuz için güneş doğarken yola çıkılır, batarken dönülürdü. Yük sırtta, belki de ayak çıplak gidilir gelinirdi. Ama yemekler tatlı, gıdalı ve zevkli idi. Azla doyuluyor, doyulana hamd ediliyordu. Bolluk geldi. Kazanlar taştı. Çok yemek dert oldu. Aşırı beslenme bela getirdi. Var, hem de gerekenden fazlası var.
Bolluk geldi, bereket gitti. Karınlar şişti, gözler doymadı. Suçlu belli: Ahir zaman!
Okuyacak kitap, yazı yazacak kâğıt yoktu. Okumak için ışık yoktu. Buna rağmen insanlar okudular; kendileri öğrendikleri gibi gelecek nesillere okyanuslar gibi ilimler bıraktılar. Bildikleri ile amel ettiler. Şimdi kitap bol, kâğıt çok… Okuyan az, anlayan kıt. Anladığı ile amel eden nadir. Suçlu belli: Ahir zaman!
Uzak-yakın insanlar dostlarına, yakınlarına bağlıydılar. Severler, sevilirlerdi. Garipler bilinir, hastalar aranırdı. Cenazeler beraber, düğünler beraberdi. Zengin de insandı fakir de. Küçüğün küçüklüğü, büyüğün büyüklüğü belli idi. Bir örf vardı. Nesep belli soy belliydi.
Şu kadar yıl aynı binada oturup birbirini tanımayanlar, bakıp görmeyenler, varlığı yokluğu gibi olanlar geldi. İnsan gitti para geldi. Ruh gitti ceset kaldı. Zevk gitti şekil kaldı. Sabır yok sebat yok. Aceleci ve bitkin bir nesil yetişti. Suçlu belli: Ahir zaman!
Hayat değişti; bakışlar, düşünceler, emeller değişti. Her şey değişti. Değişmek bile değişti. Sadece isimler kaldı. İsim var, müsemma yok. Suçlu belli! Suçlu bir dile gelse diyeceği bellidir:
“Güzel iken iş bu insan, güzel idi her zaman;
Şimdi insan fitne oldu, neylesin ahir zaman?”
En Bereketli Dönem, Saadet Asrıdır
Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemin zamanı zamanların en hayırlısı, o nesil de nesillerin en hayırlısı idi. Bu tartışmasız bir gerçektir. Zaten hadis-i şerifler de bu hakikati teyit etmiştir. Vahyin indiği günleri yaşamaları, risaleti omuzlayıp yaymaları, Kur’an ve Sünnet’e hizmetleri, Allah yolundaki eşsiz cihadları ve diğer farklılıkları ile o dönemin müminleri ‘en iyi zamanın en iyileri’ olma vasfını hak etmişlerdir. Onların bütün zamanların en iyileri olduğu kesindir. Onların en iyi olmaları, daha sonraki nesillerde ve zamanlarda bir hayır olmadığı anlamına gelmez. Onlar en iyi ve ilk iyiler özelliği ile bilinmişlerdir. İyi olma vasfı kıyamete kadar bütün müminler için bakidir. Zamanın gitgide kötüye kayması, kulluk imtihanının ağırlaşması başka şey, asırlar öncesinden bitmiş bir yarışa katılmak başka şeydir. Şartlar ağırlaşmış, iyi mümin olmak zorlaşmış; ama fırsatlar tükenmemiştir. Bilakis, zamanın ve şartların ağırlaşmasına karşılık Allah’ın kullarına ihsanı olan ecri de artmıştır. Aza çok verme gibi bir lütufta bulunmuştur. Gidenle gelen arasında rahmani bir denge kurulmuş, kulun emeği ve samimiyeti zayi edilmemiştir.
Fitne Fesat Artarak Devam Edecektir
Enes bin Malik radıyallahu anh diyor ki: “Her gelen zaman öncekinden daha beter olacaktır. Ta ki Rabbinize kavuşuncaya kadar! Bunu Peygamberiniz aleyhisselamdan duydum.” Nübüvvet çağından uzaklaşıldıkça her geçen günün daha kötü olacağı genel bir kural gibidir. Olan da budur zaten. Başka bir hadiste de Peygamber aleyhisselam efendimiz İslam’ın garip başladığını ve yine garipleşeceğini haber vermiştir. O günlerden itibaren tarih hızlı bir şekilde gözden geçirildiğinde şerrin artarak devam ettiği gözle görülebilir. İnsan nüfusunun arttığı gibi şer de artmıştır. Fakat bu artış, artık şerrin hayrın kapılarını tamamen kapatabileceği, hayır adına bir şeyin kalmayacağını ifade etmez. Fesadın artması, fitnenin gündüzü geceye çevirecek kadar yaygınlaşması, ölüm vakalarının çoğalması, toprağın altının üstünden hayırlı gibi görülmesi ve benzeri hadiseler, mümin insanı zihnen çökerten manzaralar son değildir. Her şeyin ters gittiği, şerrin kabardığı görüntüler müminlerin zamanı kınamaları hakkını doğurmaz. Bulunduğumuz yerküre bir imtihan yeridir. İmtihanın yer ve zamanı hakkında seçim yapmamız mümkün olmadığı gibi, bizim payımıza düşen zamanın öncekilerin yaşadığı zamana göre ecrimizin değerlendirilemeyeceği bir zaman olduğunu da iddia edemeyiz. Aynı iman esasları ve aynı amellerle aynı cennete davet edilmiş bulunuyoruz.
İlklerin Gireceği Cennetle En Sondakilerin Cenneti Aynıdır
Allah’ın kulları arasındaki adaleti de mutlaktır. Mümin zamanı tahkir etmek yerine değerlendirmekle kazanabilir. Zamanı tahkir, işten kaçmak ve mazeret üretmektir. Önümüzdeki zamana ait kötümser tablo birdenbire karşımıza çıkmamıştır. Bugünleri hatta bugünlerden daha vahim günleri Peygamber aleyhisselam efendimiz önceden bildirmiş, ümmetini uyarmıştır. Böyle fitne fesat zamanlarında müminin önceliğinin neler olması gerektiğini de öğretmiştir. Özür beyanı, gayret pintiliğinden başka bir şeyi belgelemez. Zaman ister evvelinde isterse ahirinde olsun, müminin namazı namaz, orucu oruçtur. Sadakası sadakadır. Cihadı aynı cihaddır. Allah kimsenin amelini zayi etmemektedir. Bilhassa, böyle zamanlarda kenara çekilmeyip gayretkeş tavırlar sergileyenler, ilk nesillerin gördüğü mazhara layık görülmüşlerdir. Zamanı değil kendini irdeleyenler, her şeye rağmen çalışıp çabalayanlar ‘ilkler’ gibi fazilet yarışını sürdürmüş olmaktadırlar. İlk zamanı yaşayanlar bir Ebû Cehil fitnesi yaşadılar. Fakr-u zaruret içinde, aç çıplak çalıştılar. Ölümle kol kola günler geceler geçirdiler. Sabredip yılmadılar. Onların kazanması gereken imtihanın şekli öyle idi. Sonraki zamanlarda yaşayanlar fakirlik yerine zenginliğin imtihanı ile karşılaştılar. Ebû Cehil gitti, yerine siyasi bir makam geldi. Çıplak, aç açık kalma tehlikesi gitti; mal ve refah imtihanı geldi.
Özür Üretmek Beceri Değildir!
Müslüman’ın aile içindeki dirayetsizliği, evlat yetiştirmedeki başarısızlığı, ibadet eksikliği, cemaatleşmedeki sıkıntılara tahammülsüzlüğü ‘ahir zaman’a yüklenemez. İslam eksenli oluşumlar, cemaatler de başarısızlıklarını ‘ahir zaman’a yıkamazlar. Bu tam anlamı ile hesaptan kaçmak veya hesabı ucuza kapatmaktır. Daha geniş bir açıdan bakıldığında ‘Böyle kötü bir zamanda ben çok bile yaptım.’ gibi bir felsefenin arkasında kendini övmektir. Böyle bir zamanda cihadın ve ilmi çalışmaların zorluğunu görüp, rahatı tercih etmek için de ‘ahir zaman’ bir maske olarak kullanılmaktadır. Hayır! Herkes yaşadığı zamanı kötülemiştir. Öncekilerin daha şanslı olduğu vehmine dayalı bu felsefe, Allah’ın kuluna yüklemiş olduğu çalışmalardan kaçmaktan başka bir şey değildir.
Baş, Ayakların Üstünde Durur
Zamanın bozulduğu, ahir zaman atmosferinde yaşandığı söylemlerinin en çok etki altında tuttuğu vakıa yöneticilerin bozulması olayıdır. Müslümanları yöneten kadroların fesadı, dünyevileşmenin en belirgin bir şekilde onlarda görülmesi, şerrin yayılıp güçlenmesinde onların -en iyi deyimle- ihmalinin bulunması, kimi Müslümanlar tarafından zamanın kötülüğüne, ahir zamanın hayata damgasını vurmasına hamledilir. Gerçek böyle değildir. Bir defa, Allah’ın kulları üzerindeki hükümranlığında şu zamana veya bu duruma göre diye bir ayrım anlamsızdır. Bütün zamanlar ve bütün mekânlar O’nun için aynıdır. O’nun hükmünün önünde engel yoktur. İkinci olarak da İslam şu kuralı getirmiştir: ‘Nasılsanız öyle idare edilirsiniz.’ Bilhassa, hak ve hürriyetlerin, kendi kendini yönetmenin putlaştırıldığı bir asırda konuşulacak şey yoktur. Baş, ayakların üstünde duruyor.
Ahir Zamanın da Güzel Yanları Var
Bu ümmetin kıyamete kadar kalması kesindir; kökten bir azapla -eski ümmetlerde olduğu gibi- helak olup gitmeyecektir. Düşüp kalksa da yığılıp kalmayacaktır. Ümmet ahir zamana rağmen korunmuş bir ümmettir. Beytülmakdis’ini yeniden fethedecek, Deccal’ı öldürecek, izzetini yeniden canlandıracak kadroları muhakkak gelecektir. Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdular ki: “Ümmetim yağmur gibidir. Başı mı hayırlıdır sonu mu bilinmez.”
Ahir Zaman İçin Reçete
1- “İman”ın şuurunda olmak… Ona bir bedel kabul etmemek gerekmektedir.
2- Bu imanı amelsiz bırakmamak, söz konusu olan Allah için yapılacak bir amel olunca “ertelemek” gibi bir illetten uzak kalmak gerekmektedir.
3- İman ve amelden sonra, imanlı ve amellilerle bir arada olmak, öyle olmayanlardan uzaklaşmak gerekir. Cemaatsiz, kardeşsiz kalmaktan ürkmek gerekir.
4- İmanımızı, amellerimizi, koruması için Rabbimize samimi dua etmek, zikir, vird sahibi olmak gerekir.
5- Kur’an’sız bir gün geçirmemek gerekir (okumaktan, anlamaya kadar her yönü ile). Muhakkak bir ilim meclisi bulup o meclisi izlemek, beşikten mezara kadar ilim prensibini uygulamak gerekir.
6- Günahların yıpratıcılığına karşı, eskilerinden tevbe ederek, yenilerine de bulaşmamak için azami gayret sarf ederek tedbirli olmak gerekir. Günahlar kadar, günaha zemin oluşturan nesnelere karşı dikkatli olmak, mesela, gözü haramdan sakındırmak… Vücuda haram ve şüpheli şeylerin girmemesi için ciddi gayret etmek gerekir.
7- Hakk’ı tavsiye için, yaşanan çağın gerektirdiği metotları ve imkânları kullanmak, “ehl-i sünnet” bir gurubun samimi bağlısı olmak gerekir. Şeytan “yalnız” ve “ortalıkta”kilere pek hayrandır.
8- Öncekilerin, ateşe atılan İbrahimler, taşlanan Nebiler, hızar altında doğrananlar ve açılmış çukurlarda alevlenmiş ateşlere atılan “ashab-ı uhdûd” ve benzerlerinin bilgilerini defalarca düşünmek gerekir. İnsan aynı insan, dünya aynı dünya, imtihan aynı imtihan, cennet aynı cennet değil mi?
9- Sabrı en büyük silahımız olarak yerli yerine oturtmadan, onu kuşanmadan yol alınamayacağını iyice idrak etmek gerekir.
10- Ahir zaman reçetesinin özeti dört şeydir: İLİM, İBADET, SABIR VE CEMAAT.