Yeni yorum ekle

Siyer-i Nebi Dersleri-15: İlk Müslümanlar

Kalk ve İnsanları Uyar

Hira Mağarası’ndan evine dönüyordu. Bir ses duydu. Sesin geldiği yöne baktığında ilk vahyi getiren meleği; Cebrail’i gördü. Melek, yer ile göğün arasında kurulmuş bir tahtın üzerindeydi. İlk vahiy esnasında nasıl korkmuş ve heyecanlanmışsa aynı korkuyu yaşamaya, titremeye başladı. Hemen evine koştu ve “Beni örtün!” dedi. Muhammed aleyhisselam bu haldeyken vahiy meleği Cebrail şu ayetlerle geldi: 

“Ey örtüsüne bürünen! Kalk ve insanları uyar. Rabbinin ismini yücelt. Elbiseni tertemiz tut. Kötülüğün her çeşidinden sakın. Yaptığın iyiliği çok görerek başa kakma ve Rabbinin rızası için sabret.” [1]

Allahın son elçisi Sevgili Peygamberimiz ayağa kalktı.[2] O’nun ayağa kalkmasıyla İslam daveti başlamış oldu. Bu davete ilk icabet eden, Allah’ın dinine ilk teslim olan Muhammed aleyhisselam’dı. O Müslümanların ilki[3], insanları eşi ve ortağı bulunmayan Allah’a çağıran, çevresine nurlar saçan yüce bir davetçiydi. Atası İbrahim’in, kardeşleri Musa ve İsa aleyhisselam’ın dalgalandırdığı tevhid sancağını şimdi o taşıyordu. Efendimiz davetine en güvendiği kimselerden, en sevdiği insanlardan başladı.

Saadet Asrının İlk Yıldızı

Rasûl-i Ekrem’in en çok sevdiği ve en güvendiği Hz. Hatice idi. O, saadet çağının ilk yıldızıydı. Allah Rasûlü’nün sevgili hanımı ve en büyük yardımcısıydı. Efendimiz insanlardan uzaklaşıp yalnız kaldığında, Hira Mağarası’na çıkıp hakkı aradığında dahi Hz. Hatice onu yalnız bırakamazdı. Eşine olan nihayetsiz sevgisi sayesinde çıkılması zor dağı aşarak Hira’ya gelir, O’na yoldaşlık ederdi. Nihayet ilk vahiy geldiğinde, Efendimiz vahyin heyecanı ile titrediğinde O’nu teselli eden, yüreğini serinleten yine Hatice annemiz olmuştu. Allah’ın son elçisi yaşadıklarını anlatıp endişesini dile getirdiğinde O’na iltifatlar eden Hatice annemiz şu sözleri söyledi:

“Ey amcamın oğlu, sana müjdeler olsun! Senin bu ümmetin peygamberi olacağını umuyorum.”[4]

Hz. Hatice henüz İslam’a davet edilmeden Efendimizin nübüvvetini tasdik etmişti. İlk vahiyden sonra meleğin gelmediği, vahyin bir süre kesildiği günlerde Rasûl-i Ekrem’in hüznüne ortak olan ve Rabbin seni asla terk etmez, diyerek ona kol kanat geren yine Hatice annemizdi.

Sana Ben İnanırım

Nihayet insanları İslam’a davet etmesi emredildiğinde Muhammed aleyhisselam, sevgili hanımına sordu: “Şimdi bana kim inanır, getirdiğim dini kim tasdik eder.” Hz. Hatice hiç tereddüt etmeden şu cevabı verdi: “Hiç kimse inanmasa bile ben inanırım, seni ben tasdik ederim.” Böylece insanlar içinde Efendimize ilk iman eden, ilk Müslüman olan Hz. Hatice oldu. Hiçbir erkek ya da kadın bu en şerefli yolda onu geride bırakamadı.[5] O ilk iman eden kadın olarak tüm kadınlara önderlik ettiği için kıyamete kadar gelecek mümin kadınların sevabına da ortak oldu. Onun kazandığı sevabı ve eriştiği yüce dereceleri sadece Rabbimiz bilir.

Kuran-ı Kerim erişilmez nimetlere nail olan, peygamber hanımı olmakla şereflenen Nuh ve Lût aleyhisselam’ın hanımlarını anlatır. Fakat onlar sahip oldukları nimetin kıymetini bilememiş; Hakk’a muhalefet eden, peygamberlere düşmanlık eden nasipsizlerin içinde yer almışlardır. İnsanlardan gördükleri hakaret ve işkenceden sonra evlerine dönen peygamberlere bir anlık huzuru çok görmüşler, evlerinde dahi alay ve hakarete devam etmişlerdir.  Peygamberlere ihanet ettikleri için vardıkları yer cehennem ateşi olmuştur.[6]

Cennet Kadınlarının En Yücesi

Hatice annemize gelince o, Allah’a ve Rasûlü’ne iman etti. Allah celle, Efendimizin yükünü Hz. Hatice ile hafifletti. İnsanlar Peygamber Efendimizi reddedip kendisiyle alay ettiklerinde, ağır hakaretler ve iftiralar yağdırdıklarında, eza ve işkence ettiklerinde Efendimiz evine derin bir acı ve hüzünle gelir; Hz. Hatice’ye sığınırdı. Hz. Hatice ise O’na moral verir, insanların sözlerine ve yaptıklarına aldırış etmemesini tavsiye ederdi.[7] Mekke sokaklarında şiddet gören Efendimiz, evine korkuyla döndüğünde âdeta cennete girmiş gibi olurdu. Zira evinde cennet kadınlarının en yücesi vardı. O, Allah ve Rasûlü uğruna pek çok zorluğa katlanmış, Kureyş’in en zengin hanımefendisi iken tüm mal varlığını İslam yolunda harcamıştı. Allah hepimize Hatice validemizin iman ve fedakârlığından, davet yolundaki gayretinden ibretler almayı nasip eylesin.

Hz. Hatice’nin Müslüman olmasından hemen sonra Efendimizin kızları Zeyneb, Rukiyye ve Ümmü Gülsüm de Müslüman oldu. Fatıma ise o zamanlar henüz çok küçüktü. İslam’ın yüce davetçisine ilk omuz verenler hanımı ve kızları olmuştu.[8]

İlk Abdest ve İlk Namaz

Efendimiz aleyhisselam Mekke’nin yukarısında bir vadide bulunuyordu. Bu sırada Cebrail aleyhisselam güzel bir insan kılığında yanına geldi. Cebrail topuğunu yere vurduğunda yerden su fışkırdı. Bu su ile abdest aldı. Peygamberimiz de Cebrail’den gördüğü gibi abdest aldı. Cebrail, Efendimize iki rekât namaz kıldırdı. Rasûl-i Kibriya’nın kıldığı ilk namaz işte bu oldu.  Efendimiz büyük bir sevinç içerisinde evine geldi. Hz. Hatice’ye abdest almayı öğrettikten sonra namaz kıldırdı. Sevgili Peygamberimizin namaz kıldığı ilk günün hemen akşamında Hz. Hatice de namaz kılmış oldu.[9] Allah Rasûlü ve ailesi bir süre gizli bir şekilde namaz kıldılar.

Allah’ın Aslanı

Hz. Ali Müslüman olduğunda henüz on yaşındaydı. Sevgili Peygamberimiz Mekke’de çıkan kıtlık neticesinde geçinmekte oldukça zorlanan amcası Ebû Talib’in yardımına koşmuş ve oğlu Ali’yi yanına almıştı. Beş yaşında iken Efendimizin mübarek evinde kalmaya başlayan Ali’yi bizzat Yüce Nebi ve hanımı Hatice terbiye etmişti. Bir gün Ali, Peygamberimizi ve Hz. Hatice’yi namaz kılarken gördü. Onlar rükû ve secde ediyorlardı ancak önlerinde Kureyşlilerin taptığı gibi herhangi bir put yoktu. Çok şaşırdı. Efendimiz namazını bitirdiğinde Ali hayretler içinde sordu: Bu nedir, siz ne yapıyorsunuz?

Efendimiz: “Ey Ali, bu Allah’ın dinidir! Ben seni insanlara faydası veya zararı dokunmayan Lat ve Uzza’ya tapmaktan sakındırıyor ve bir olan Allah’a iman etmeye ve ona hiçbir şeyi ortak koşmamaya çağırıyorum.” buyurdu.

Hz. Ali bu sözleri duyunca ben bu dini daha önce hiç duymadım. Babama danışmadan herhangi bir karar veremem, dedi.

Peygamberimiz, İslam’ın bu ilk günlerinde davetin gizli olmasını istiyor Mekke’de aniden duyulmasını arzulamıyordu. Bu sebeple Ali’ye bu işi gizli tutmasını, kimseye haber vermemesini söyledi.

Ali o gece atalarının dinine, putlara karşılık bir olan Allah’ı düşündü. Yıllardır kendini himaye eden, yüce ahlak sahibi Efendimizi ve sözlerini düşündü. Onun gibi bir kimseyi tasdik etmek için babasına danışmasına ne gerek vardı? Hem Allah onu yaratırken Ebû Talib’e sormuş muydu ki O, Allah’a iman ederken babasına sorsun. Sabah olduğunda hemen Allah Rasûlü’nün huzuruna çıktı ve Müslüman oldu.[10]

İbrahim’in Dini

Hz. Ali, Müslüman olduğunda bu durumu babasından ve ailesinden gizli tuttu. Namaz vakti yaklaştığında Efendimizle birlikte şehrin dışına çıkıyor, ıssız vadilerde namaz kılıyorlardı. Bir gün Ebû Dübb Vadisi’nde namaz kıldıkları sırada Ebû Talib çıkageldi. Bir süre onları seyrettikten sonra Efendimize, Ey kardeşimin oğlu! Senin edindiğin bu yeni din nedir, diye sordu.

 Peygamberimiz: “Amcacığım! Bu Allah'ın, meleklerinin ve peygamberlerinin dinidir. Babamız İbrahim’in dinidir. Allah beni tüm kullarına peygamber olarak gönderdi. Amcacığım! Benim nasihat edeceğim, hak yoluna çağıracağım insanlar içinde davetimi kabul etmeye ve bana yardımcı olmaya en layık olan sensin.” dedi ve amcasını Allah’ın birliğine inanmaya ve putlara tapmaktan vazgeçerek şirkten kurtulmaya çağırdı.

Ebû Talib ise: “Ey kardeşimin oğlu! Ben atalarımın dininden ve ona bağlı kalmaktan ayrılmaya güç yetiremeyeceğim. Fakat sen gönderildiğin şey üzerinde dur. Vallahi, ben sağ oldukça yapmak istediğini tamamlayıncaya kadar sana hoşlanmayacağın bir şey erişmeyecektir." dedi.

Sonra Hz. Ali’ye döndü ve "Ey oğulcuğum! Üzerinde bulunduğun bu din nedir?" diye sordu.

Hz. Ali: "Babacığım! Ben, Allah'a ve Rasûlü’ne iman ettim. O’nun Allah tarafından getirdiklerini de kabul ve tasdik ettim. O’na tâbi oldum ve kendisiyle birlikte namaz kıldım." dedi.

Ebû Talib, oğluna:

"O, seni ancak hayır ve iyiliğe davet eder. Sen, onun yanında olmaya devam et.” dedi.[11]

Keşke O Gün Müslüman Olsaydım

Efendimiz İslam’ın ilk günlerinde Hz. Hatice ve Hz. Ali’yi yanına alarak Kâbe’de de namaz kılıyordu. Afif el- Kindi İslam’ın ilk günlerinde yaşadığı bir hatırasını şöyle anlatır:

"Ben ticaretle uğraşırdım. Cahiliye devrinde Mekke’ye gitmiş ve dostum Abbas’ın evine misafir olmuştum. Abbas’la birlikte oturuyor ve Kâbe’ye bakıyordum. Bu sırada çok yakışıklı bir erkek geldi ve Kâbe’ye yönelerek namaz kılmaya başladı. Sonra bir çocuk geldi ve onun sağında namaza durdu. Çok geçmeden bir kadın gelerek onların arkasında namaza kılmaya başladı. Ben hayretle Abbas’a bunlar kim ey Abbas, ne yapıyorlar, diye sordum. Abbas bu öndeki Muhammed b. Abdullah’tır, benim kardeşimin oğlu. Kendisinin Allah’ın Peygamber’i olduğunu iddia ediyor. Çocuk ise Ali b. Ebi Talib’tir. O da benim yeğenimdir. Kadın ise Hatice binti Huveylid’dir. Muhammed’in hanımıdır. Vallahi, ben yeryüzünde bu dine inanan bu üçünden başka bir kimse olduğunu bilmiyorum, dedi. İleriki yıllarda Müslüman olan Afif o günlere ait duygularını şöyle ifade ederdi:

Ah! Keşke o gün iman etseydim de dördüncü Müslüman ben olsaydım.”[12]

İlk Müslüman Aile

O gün Müslüman olmak kor ateşi avucuna almak, ölüme meydan okumaktı. Ama o gün Müslüman olmak ne büyük bir hazineydi! Bu hazinenin sahiplerinden biri de Efendimizin çok sevdiği ve oğlu gibi yetiştirdiği Zeyd b. Harise olmuştu.[13] Muhammed aleyhisselam henüz peygamberlikle görevlendirilmeden evvel O’nu öz babasına tercih eden, Efendimizin yanında kalmak için ailesinden ayrı yaşamaya karar veren Zeyd’in İslam’dan uzak durması mümkün müydü?

Efendimiz ve Hatice’nin yuvasında büyüyen nesil, İslam’ın öncüleri oldu. Onların Müslüman oluşuyla ilk İslam ailesi oluştu. İslam daveti yeryüzüne bu evden ulaştı. Öyleyse işe önce evden, aileden başlanmalıydı. Önce ailede İslam’ı yaşamak ve hâkim kılmak gerekliydi. Aileyi, çocukları ihmal eden bir hareketin başkalarına vereceği bir şey olamazdı. Muhammed (sas) ailesinde yetişen Ali Allah’ın aslanı, ilim şehrinin kapısı olmuştu. Salih bir nesil inşa etmek için salih bir hayat sürmek gerekliydi.

Sen Yüce Bir Ahlak Üzeresin

Mekke’nin ileri gelenleri Muhammed aleyhisselam’ı yakından takip ediyor, kıldığı namazdan, çevresine yaydığı mesajdan rahatsız oluyorlardı. Onu üzmek, moralini bozmak amacıyla hakkında dedikodular çıkarıyor, onu gördüklerinde alaya alıyor, delirmekle, mecnun olmakla suçluyorlardı.

İnsanların söylediği çirkin sözler, ettikleri hakaretler, takındıkları alaycı tavırlar yüce Nebi’yi çok üzdü. Daha düne kadar kendisini çok seven, emin diye çağıran insanlar, neden şimdi onu gördüklerinde kahkahalar atıyor; kaş göz işaretleri yapıyor; mecnun diyorlardı? Allah celle, Efendimize şu ayetlerle destek verdi:

“Nun. Kaleme ve satır satır yazdıklarına yemin olsun ki Rabbinin nimeti sayesinde sen bir mecnun değilsin. Senin için kesintisiz bir mükâfat vardır. Elbette sen yüce bir ahlak üzeresin. Hanginizin deli olduğunu yakında sen de göreceksin, onlar da görecekler.”[14]

İnsanları kula kulluktan kurtarıp Allah’a kul olmaya, özgürlüğe çağıran peygamberler,  kurdukları zulüm çarklarının bozulmasını istemeyen zalimler tarafından daima reddedilmiş; çağın gerisinde kalmakla, gerçekçi olmamakla ve delilikle suçlanmışlardır. Onların bu hezeyanları Allah’ın yüce elçilerini, İslam davetçilerini engelleyememiş; Hakk’tan ve Hakk’a davetten bir an olsun uzaklaştıramamıştır.

Ey Örtüsüne Bürünen

Bu yol uzundur; derin çukurlar, aşılması imkânsız gözüken engeller vardır. Efendimizin karşısına kim bilir daha ne zorluklar çıkarılacak; nice acılar ve çileler yaşanacaktır. Allah celle Sevgili Elçisi’ni bu zorlu günlere şöyle hazırlamaktadır:

“Ey örtüsüne bürünen!  Geceleyin kalk, az bir kısmı dışında geceyi ibadetle geçir. Gecenin yarısını veya daha azını ibadetle geçir. Yahut biraz daha arttır. Ve Kur’an’ı tane tane oku.  Biz sana sorumluluğu ağır bir söz vahyedeceğiz.  Muhakkak ki, gece ibadeti daha etkili, gece okuması ise daha doğru ve daha iyi anlaşılır. Zira gündüz vakti senin uzun uzadıya işlerin olacaktır. Rabbinin adını an ve sadece O’na yönel. O doğunun da batının da Rabbi’dir. O’ndan başka ilah yoktur. Sen de kendine O’nu vekil edin.[15]

İnsanlar uyurken Rablerine ibadet edenler; gecelerini Allah’ı zikrederek, namaz kılarak değerlendirenler; Kuran’ı düşünerek anlayarak tertil üzere okuyanlar; okurken yüreği titreyenler, gözlerinden yaşlar dökülenler; doğunun ve batının Rabbi’ne güvenen ve yalnızca ona yönelenler, işte onlar zulmün karşısında dimdik durabilir ve ölüme meydan okuyabilirler.

Peygamber’in Vefalı Dostu                                                                                

İslam’ın ilk günlerinde Muhammed aleyhisselam’ı en sevindiren şey çok sevdiği dostu Hz. Ebû Bekir’in Müslüman olmasıydı. O ahlakının güzelliği, doğruluğu ve dürüstlüğüyle tanınan kavmi arasında sevip sayılan, güven duyulan biriydi. İnsanlar çözemedikleri meseleleri ona getirir, onun vereceği karara göre hareket ederlerdi. Onun yanına gelenler sevgi ve muhabbet bulurlardı. O, cahiliye devrinin bütün kirlerinden uzak durmuş, hiçbir zaman putlara tapmamış, içki içmemişti. O, Nemrutların diyarında yaşayan İbrahim tabiatlı güzel bir kimseydi.

Ebû Bekir başta Kureyş kabilesi olmak üzere tüm Arap kabilelerinin tarihini çok iyi bilen bir ensab âlimiydi. Kureyş’in kan davalarını ve ihtilaflı meselelerini o çözerdi. Teymoğulları Kabilesi’nin lideri olan Ebû Bekir, Mekke’nin en zengin tüccarlarından biriydi. Kırk bin dirhem tutarında bir servete sahip olan Ebû Bekir kumaş ve elbise ticareti yapardı.[16] Onun Müslüman oluşuyla İslam davetinde yepyeni bir devir başladı. Şimdi İslam Mekke sokaklarına yayılıyor, evlerde İslam konuşuluyor, Ebû Bekir’in davet ve cihadı Mekke’nin temiz gençlerini bir bir fethediyordu.

Sevgili Peygamberimiz, “Kişi arkadaşının dini üzeredir. Öyleyse kiminle arkadaşlık ettiğinize dikkat edin.” buyurur[17]. Cahiliye bataklığında temiz kalmak, güzel insanlarla bir olup güzellikleri paylaşmakla mümkündür. Ebû Bekir’i yücelten Muhammed aleyhisselam’a dost olması değil midir?


[1] Müddessir Sûresi 74/1-7.

[2] Buhari,Bedü’l-Vahy 1/4;  Müslim,İman 256.

[3] Zümer Sûresi 39/12; Enam Sûresi 6/163.

[4]İbn Hişam, Sire,I,238.

[5] İbn Sa’d,Tabakât,VIII,17; İbn Hişam,I,240.

[6]Tahrim Sûresi 66/10.

[7] İbn Hişam,I,240.

[8] İbn Sad,VIII,36,37.

[9] İbn Hişam,I,244; Halebî,İnsanu’l-Uyûn,I,426.

[10] Belazuri,Ensabu’l-Eşraf,I,112; İbn Sa’d,III,21.

[11] İbn Hişam,I,247; İbn Esir,el-Kâmil,II,58.

[12] İbn Sa’d,VIII,18.

[13] İbn Hişam,I,247.

[14] Kalem Sûresi 68/1-6.

[15] Müzzemmil Sûresi 73/1-9.

[16] İbn Hişam, Sire,I,250; Mustafa Fayda,Ebu Bekir,DİA;X,105.

[17] Ebû Dâvûd, Edeb 16; Tirmizi,Zühd 45.

Yazar: 
Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.