Hicret, Dost ile Dost’a Yürümektir
“Dindar ve güzel ahlâklı bir arkadaşın durumu ile kötü arkadaşın durumu; misk taşıyanla, körük çeken adamın durumu gibidir. Miski taşıyan ya sana hediye eder, ya ondan satın alırsın veya onun güzel kokusundan istifade edersin. Körük çeken ise ya elbiseni yakar veya ondan üzerine pis bir koku siner.”[1]
Ya Ebâ Bekr ! Güller, lâleler temayüz etmiş ruhunda
Pâk sînende yerleşmiş dostluk ateşinin ihtişamıyla
Bulanlar da çok, arayanlar da… Bulamayanlar… Nerede, nasıl arayacağını bilemeyenler… Dosta ve dostluğa seslenenler… Belki seni bulmak külfeti ağır ama zevkin ve bahşettiklerin bir o kadar eşsiz ve değerli. Zira sen, uzun yolları ve meşakkatleri göze aldıransın. Yoldaşla çıkılan yolun adısın. Çıkılan yoldaki azıksın. Mesafelere meydan okuyarak onları yakınlaştıran yegâne bağsın. Her şeyin paylaşıldığı ilişki, gönüldeki muhteşem bağsın. Bizi bir arada tutansın. Güven vererek muhteşem bir rahatlık sunansın. Gönüllü yapılan fedakârlıkların, paylaşımların ve merhametin dünyasısın. İnsanın kendisinin ihtiyaçlarına başkasını tercih edebilme faziletisin. İnsana, nefsine karşı gelme cesaretini sunan erdemsin. Gerektiğinde nefsini değil, canını dahi ortaya koyup sunanların en yüce pâyesisin. Önüne geçilemeyen bağlılıksın. Zira senin ikliminde ne zulmün ne zorunlulukların ne de bencilliklerin adı dahi yoktur. Sayende dost, en çok sevilendir. Gönüldaş olandır. Sırdaş olandır. Kendimize sunduğumuz en büyük hediyedir. Dostluk, dost ile DOST’a yürüyüştür…
…
Bu güzelliği yaşamak ve yaşatabilmek karakter eğitiminin doğru uygulanmasına ve bireyin ahlâki kazanımları elde etmesine bağlıdır. Bireyin asilleşmesi, duygularının yüceltilmesi ancak bu faaliyetin bir neticesi olacaktır. Çünkü ahlâkımız; kalıtımla getirdiğimiz özelliklerin olgunlaşması ile değil, çevremiz ile ruhsal yapımızın etkileşimi sonucunda ortaya çıkmaktadır. Bu açıdan bakıldığında karakter eğitimi ilkelerini öğrenmemizin ve uygulamamızın önemi kendisini hissettirmektedir.
Karakter eğitiminin konu başlıklarından birisi olan dostluk mevzusu; hem bireyin manevi olgunluğunun ifadesi olarak yaşayacağı olumlu bir duygu olması bakımından hem de kuvvetli dostluk bağları ile örülü bir çevrede yetişmenin insanlara kazandıracağı ahlâki ve karakteristik özellikler bakımından önemini ortaya koymaktadır. Yani doğru niteliklerle bezenmiş bir vasıf olarak kazanılması gereken duygusal bir olgunluktan ve bizi yetiştirecek çevrenin olumlu bir özelliğinden bahsediyoruz.
Çocuklarımızın karakter eğitiminde yararlanılacak en önemli unsur, onların modelle özdeşleşmeleridir. Bir modeli kabullenme ve bir başkasının rolünü üstlenme eğilimi herkeste ortaya çıkan tabii bir süreçtir. Doğru modelleri sunma ve kabul ettirme, karakter eğitimi sunarken işimizi kolaylaştıracaktır.
Dost kimdir? Dostluk nedir? Nasıl yaşanır? Zamanımızın handikaplarına düşmeden asırlara meydan okuyan güzide esasları yaşamak nasıl mümkündür? Yaşanan tecrübeler belki de en güzel cevap niteliğindedir: Dostluğun değişmez ve büyük abidesi Hz. Ebû Bekir (ra) …
Öyle kenetlenmişti ki duygular birbirine, artık benlik yoktu arada. Nefsini dosta feda etme vardı. Hicret, dost ile DOST’a yürümekti. Yürürken her türlü fedakârlığa razı olmaktı. DOST adına dostu düşünmekti… Sevr dağındaki mağara… Yeni bir hayata geçişin berzahı… Hz. Ebû Bekir (ra) mağaraya en sevdiğinden – Resûlü Ekrem’den- önce giriyor, dosta bir tehlike ulaşmasın diye orayı kontrol ediyordu. Bütün hayvan deliklerini tıkadı. Açık kalanı ise kapayacak bir şey bulamayınca zehirli hayvan gelir endişesiyle oraya parmağını set yaptı.[2] Dost idi. Dostluğun gereğini yapıyordu. Bu hassasiyet Mevla (cc)’nın rızasını öylesine celbetmişti ki Hak Teâlâ (cc) da onlarla beraber ve onlara yardımcı idi. Zira dostlukların en derininde kendi rızasının gayretinin gizlendiğini biliyordu. “… O, kâfirlerin Mekke’den çıkardıkları iki kişiden biriyken, mağarada bulundukları sırada arkadaşına şöyle demişti: ‘Üzülme, Allah bizimle beraberdir!’ O zaman Allah onun kalbine sükûnet indirmişti…’’ (Tevbe 9/40)
Arkadaşlıkların en değerlisini icra ediyordu Hz. Ebû Bekir (ra) … Zor zamanların dostluğunu… Mağara arkadaşlığını… Kendisi için değil, arkadaşı için üzülüyor, gayret sarf ediyordu. Mağaraya giderken arkadaşının bir süre önünde sonra da arkasında yürüyordu. Resûlullah (sas) bunu fark edip sorunca da şöyle diyordu aziz dost : “Peşine düşenleri hatırlayınca ardında, yolunu kesmek isteyenler aklıma gelince de önünde yürüyorum.’’ Bu cevabın üzerine Resûlullah (sas)’ın sorusu geliyordu: “Ya Ebâ Bekir, bana gelecek tehlikenin sana gelmesine razı olur muydun?” En kesin ve tereddütsüz cevap gecikmiyordu: “Evet!’’[3] Zira Ebû Bekir (ra) dosttu. O’nun anlayışında, Hak ile ezelde yaptığı sözleşmeye ahde vefa, dostluk idi. Dost, sözüne sadık olandır. Sadakatin ateşi, onu Resûl hayatta iken veziri, vefatından sonra ise halifesi kılmıştır. Bunun için Allah Resûlü şöyle sesleniyordu: “Allah beni size peygamber olarak gönderdiğinde hepiniz ‘Yalan söylüyorsun.’ dediniz. ‘Doğru söyledin.’ diyen sadece Ebû Bekir idi. Malı ve canı ile bana sahip çıkıp destek veren de o idi. Sahibimi bana bırakmalı değil misiniz?”[4]
Resûlü Ekrem (sas) de dostuna en layığı ile cevap veriyordu. Bir keresinde Ebû Bekir (ra) kendince haksız olduğunu düşündüğü bir mevzuda O’nu (sas) yanında görüyor ve durumundan dolayı mahcup oluyordu. Rabîatü’l-Eslemî ile arasında gerçekleşen bir ihtilafta çözüm için Resûlü Ekrem’e gidildiğinde, Efendimizin onun adına Rabia’dan, mağfireti için dua istediğini, bunca değer verdiği dostunun üzülmesini istemediğini duyuyor, mahcup oluyor, bir köşede hıçkıra hıçkıra ağlıyordu.[5] Destek olmak, emin olmak, affetmek, hoş görmek, tevazu göstermek hepsi dostluğun gereklerindendi.
Bu değerleri sunmaya çalıştığımız çocuklarımız için belki anne babaları ürküten bir gerçek var ki o da okul öncesi dönemin aile içi etkileşimlerden oluşmasına rağmen okul döneminin tam aksine aile dışı deneyimlerin etkisi altında kaldığıdır. Burada ailelerin okul dönemine kadar olan süreci iyi değerlendirmesi ve fıtraten var olan arkadaşlık eğilimini yardımseverlik, diğerkamlık, empati gibi duygularla süsleyerek geliştirmeye çalıştırması önemlidir. Çocuklar böylece hem arkadaşlık duygularını tatmin edecek hem de toplumsal kabulleri görerek sosyalleşme yolunda ciddi adımlar atacaktır. Çocukların kötü arkadaşlarından ve çirkin ahlâklı kimselerin meclislerinden de korunması bir gerekliliktir. Ancak bunu yapmak çocuğu bir fanusta yetiştirmek anlamına gelmemelidir. Zira böyle bir durum mümkün de değildir. Ancak, ebeveyn olarak çocuklarımızda güçlü bir kişilik yapısı oluşturmaya çalışmak en önemli görevimiz olacaktır. Bu yolla çocuklar, içine girdikleri gruplardan etkilenmek yerine onları etkileyen pozisyonda kalmayı başaracaklardır. Efendimizin de insanlara yaklaşımında ve İslâmi prensiplerin öğreniminde arzulanan kişilik yapısının oluşmasına dikkat ettiğini biliyoruz. Bu sayede cahiliye insanından altın asrın güzide kişilikleri doğmakta idi. Ve bu şahsiyetler dünya coğrafyasına dağılarak İslâm muallimleri olarak görev yapmaya başlamışlar ve diğer insanları etkileri altına almışlardır.
Anne baba olarak evlatlarımız için dua etmeyi unutmamalı, onları kötü arkadaşlar ve çirkin ahlâki yapılardan esirgemesi için Mevla’nın yardımını da talep etmeliyiz. Efendimiz (sas) bir hadislerinde şöyle niyazda bulunuyor: “Allah’ım, gözleri üzerimde, kalbi beni gözetleyen, bir iyiliğimi gördüğünde ört bas edip, bir kötülüğümü gördüğünde ise bunu etrafa yayan hilekâr dosttan sana sığınırım.”[6]
Kişisel değerlerin ve faziletlerin kazandırılmaya çalışılması, çocukların yararlı alanlara yönelen sosyal çevrelerde yer almasına gayret edilmesi, baskıcı olmadan doğru arkadaşlıklar hakkında rehberlik yapmaya çalışılması ve tüm bunlar için uygun şartların oluşması adına Allah’ tan yardım dilenmesi doğru dostluk ve arkadaşlıklar adına kullanabileceğimiz en etkin yöntemler olsa gerek.
Arkadaşlığın, dostluğun, sadakatin en güzel örneği haline gelen Hz. Ebû Bekir (ra) Allah’ın Velî isminin tezahürlerini en iyi yansıtan kişiliklerin başında geliyordu. Zira o; Allah Resûlü’ne Allah’a davet yolunda yâr olmuş, dostluğu bu kutsi gayenin pırıltıları eşliğinde süsleyerek bizler için bir mihenk taşı haline getirmiştir.
Ya Ebâ Bekr! Sînende yeşerttiğin gülşenin ve lâlezârın aşkına
Himmetin, dostluk eliyle ulaşsın, bu devrin karanlık zamanlarına …
[1] Buharî,Zebaih,3 ;Müslim,Birr:146.
[2] Kandehlevi, Yusuf, Hadislerle Hz. Peygamber ve Ashabının Yaşadığı Müslümanlık, Cümle yay.1/333.
[3] Kandehlevi, Yusuf, Hadislerle Hz. Peygamber ve Ashabının Yaşadığı Müslümanlık, Cümle yay.1/334.
[4] Buharî, 4 /1701.
[5] Hâkim, Müstedrek, 2 /189.
[6] Câmi’ü-s Sağîr 1/419.