Yesrib Dikenliğinden Medine Gülistanına

Yesrib…

İslâm güneşinin doğduğu ve Rasûlullah aleyhisselâm’ın oraya hicret ettiği yıllarda Yesrib, Mekke gibi, Hicaz bölgesinin önemli yerleşim merkezlerinden biriydi.

Yesrib’in iklimi güzel olduğu gibi, toprağı da ziraat için çok verimliydi. Yer altı suları da fazla derin değildi üstelik.

Yesrib’in etnik yapısı oldukça genişti. Benî Kurayza, Benî Nâdir ve Benî Kaynuka kabilelerinden oluşan Yahudiler vardı. Güney Arabistan kökenli Evs ve Hazrec Arap kabileleri vardı. Kudâa kabilelerinin ve hatta Amâlika’nın arda kalanlarından oluşan kabileler vardı.1 Ayrıca, bütün bunların yanında sayıları az da olsa, daha ziyade köle olan, başka etnik kökenli insanlar2 da bulunuyordu.

Yesrib halkı yerleşik bir hayat sürmekle beraber, yönetimde, sosyal, kültürel ve ahlâkî alanlarda kabile gelenekleri hâkimdi. Her kabilenin kendi başkanı vardı. Merkezi bir idare mevcut değildi. Bir yerleşkede birçok belde havası vardı. Kabileler, birbirinden bağımsız bir halde ayrı mahallelerde yaşıyorlardı. Bu kabilelerin arasında zaman zaman çok ciddi sorunlar çıkıyor, büyük savaşlar oluyor ve çok kan dökülüyordu. Bunun yanında birbirleriyle, diğerlerine karşı ittifak kuran kabileler de vardı.

Evs ve Hazrec kabilelerinin Yahudiler üzerinde ciddi bir hâkimiyet elde etmeleri dikkat çekmekle beraber, bu hâkimiyet fazla sürmedi. Yahudiler bu iki kabileyi birbirine düşürdüler. Çok eskiye dayanan bu düşmanlık, İslâm’ın doğduğu yıla kadar 120 yıl sürmüştü! Bu savaşlar, “Buas Harpleri” diye meşhur olmuştu.

Yesrib, o günlerde yaklaşık on bin nüfusa sahip olan çok dinli ve çok uluslu bir beldeydi. Ağırlıklı olarak Yahudiler yaşamaktaydı. Hıristiyanlar azınlıktı. Müşrikler de bir hayli baskındılar.

Uzun yıllardan beri süren Buas Harpleri bir şekilde bitmiş; Evs ve Hazrec kabileleri, tarihlerinde ilk defa ciddi bir birliktelik oluşturmaya başlamışlardı. Yine o günlerde Abdullah bin Übey bin Selûl üzerinde çoğunluk kararı ile onu başlarına kral olarak atamaya hazırlanmışlardı. Sadece ısmarlamış oldukları krallık tacının bitmesini bekliyorlardı.

Daha önceki yazılarımızda anlatmış olsak da, bir geçiş süreci içinde olduğumuzdan, Yesrib’e İslâm’ın girişinden de kısaca bahsetmek istiyoruz.

Bilindiği gibi, Yesrib’e İslâm, Akabe Görüşmesi ile girmeye başladı. Birinci Akabe Görüşmesi ile başlayan bu süreç, hicrete kadar devam etti. Yaklaşık iki yıl süren bu dönemde hem Evs kabilesi hem de Hazrec kabilelerinden Müslüman olanların sayısı bir hayli çoğalmıştı.

Rasûlullah aleyhisselâm tarafından Yesrib’e gönderilen Hz. Mus’ab bin Umeyr (ra), tabir yerindeyse çok büyük projelerle gitti ve çok büyük işler başardı. Bazı kabileler İslam’ı kısmi kabul etseler de, bazı kabileler liderleri ile beraber, hepsi İslâm’a girmişti.

Rasûlullah aleyhisselâm hicret ettiğinde, Yesrib böyle bir durumdaydı işte…

“Yesrib” adı “fesat” anlamına gelen bir kökten geldiği ve o güzel beldeye de yakışmadığı için Rasûlullah aleyhisselâm bu ismi değiştirdi.

Yesrib adlı bu şehre “Medinetü’n-Nebî” ya da “Rasûlullah’ın Şehri” dendi. “Medine-i Münevvere” dendi. Zamanla tek kelimeyle “Medine” diye anılmaya başladı. Yesrib adı unutuldu, orası artık Medine oldu, Medine olarak kaldı…3 

Rasûlullah aleyhisselâm, bu kutlu şehri şereflendirince, hiç zaman kaybetmeden köklü icraatlara başladı.

Medine artık İslâm davetinin merkezi haline geliyordu. 

Öncelikle bu yeni şehir-devletin genel sınırları belirlendi.

Mescid-i Nebî inşaatı başladı…

Nüfus sayımı yapıldı.

Medine Vesikası adı verilen, bir arada yaşama yöntemi hazırlanıp uygulamaya kondu. 4

Mescid-i Nebî inşaatı bitince hemen yanına Rasûlullah aleyhisselâm’ın evi inşa edildi…5

Mekke’den Medine’ye Hicret edenlere Muhâcir, Medineli olup Mekke’den gelen Müslüman kardeşlerine yardımcı olan Müslümanlara Ensâr dendi…6

Birçok sosyal müessese ile beraber, “Ashâb-ı Suffa” gibi çok özel eğitim öğretim kurumları da yapılıp, hemen faaliyete geçirildi.

Yeni nâzil olan âyetler ışığında çok ciddi çalışmalar yapıldı.

Karanlıklar aydınlanmaya, çirkinlikler güzelleşmeye başladı.

Fakat bu güzelliği istemeyen nasipsizler Medine’de de vardı. Bunlara karşı her türlü tedbiri alan Peygamberler Sultanı, güzelliği en güzel şekilde yayıyordu.

Yesrib, Nûr şehri Medine olmuştu artık…

Medine’de, dini, sosyal, siyasal, hukuki; ekseri ekonomik, eğitim gibi alanlarda çok ciddi atılımlar gerçekleşiyordu.

Ayrıca en küçüğünden en büyüğüne, en fakirinden en zenginine, hanımından erkeğine varıncaya kadar, bütün Müslümanlar hizmet yarışına girmişlerdi. Ardı arkası kesilmeyen bu hizmetler, her geçen gün artarak devam ediyordu. Çok farklı alanlarda oluşan bu güzelliklere çok canlı bir örnek verelim…

Hz. Ümmü Süleym Rumeysa Hanım, sevgili oğlu Enes ile oturmuş sohbet ediyordu. Enes henüz küçük bir çocuk olmasına rağmen, kendisiyle sohbet edilecek kadar akıllı ve ciddiydi. Hiçbir zaman boş konuşmaz, sevgili annesini hiç üzmezdi. Ana oğul konuşurlarken, küçük Enes çok anlamlı bir cümle daha kullanıverdi.

- Anne!

- Söyle yavrum.

- Senden bir şey isteyeceğim, ama…

- Aması da ne peki?

- Beni kınar mısın bilemiyorum.

- Sen yanlış bir şey istemesin ki seni kınayayım yavrum!

- Beni Rasûlullah’ın yanına verebilir misin anneciğim? O’nun yanında olmak ve O’na hizmet etmek istiyorum ben!

- Enes’im benim, sevgili yavrum!

- Alındın mı yoksa anneciğim?

- Böyle güzel bir isteğe alınmak olur mu yavrum. Bu ne hoş söz oğul! Bu ne hoş teklif! Bir değil, bin Enes’im feda olsun O’na. Rabbim uzun ve sağlıklı ömürler versin sana. Dereceni yüksek etsin. Ben de çok düşündüm bunu. Yarın ilk işimiz bu olmalı. Şükürler olsun Allah’ım! Artık Habîbin’e verecek bir şeyim var, hem de en kıymetli şeyim! Kıymetliye kıymetli gerek öyle ya! En kıymetliye de en kıymetli gerek!

- Çok teşekkür ederim anneciğim.

- Asıl ben sana teşekkür ederim yavrum. Çünkü ben de aynı şeyi düşünüyordum. Ama senin küçük olman endişelendiriyordu beni. Şükür ki bu endişeden de kurtuldum.

Böyle güzel bir kararın ardından, her ikisi de uyuyamadılar bir süre. Bu güzel karar, çok sevindirip mutlu etmişti onları…

Sevgili Enes’ine hayırlı baba olan Ebû Talha ile de konuşan Ümmü Süleym Rumeysa Hanım, onun da çok memnun olduğunu gördü…

- Senin bu Enes’in var ya, harika bir çocuk!

- “Senin” değil artık ey Ebû Talha! “Bizim” diyeceksin artık!

- Bu kadar özel birine beni baba yapan Allah’ıma hamd olsun!

- Benim için bir şeyin yok mu?

- Her şey seninle başladı zaten! Sen olmasaydın, hâlâ putlara tapıyor olacaktım!

- Hidayet sadece Allah’tandır ey Ebû Talha! Ben sadece vesile oldum. Ama duaların ve şükrün içinde olmak istedim!

- Allah’ıma hamd, Rasûlü’ne salât ve selamdan sonra, seni hep hayırla anıyorum ey Ümmü Süleym Rumeysa!

- Ben de seni hep hayırla anıyorum ey Ebû Talha! Sen benim sevgili Enes’ime öz babadan ileri oldun!

- Rasûlullah Efendimiz’in yanına beraber gideceğiz değil mi, ey hayırlı hanım?

- Sensiz iş yapar mıyım ben? Elbette beraber gideceğiz ey hayırlı adam!

Sevgili anne ve babası arasında yola çıkan küçük Enes, büyük bir heyecan içindeydi. Gittikçe artan bir heyecan ile nihayet hep beraber Peygamber Efendimiz’in yanına vardılar.

- Ey Allah’ın Rasûlü! Sana canlarımız kurban olsun. Ensâr’ın erkek ve hanımlarından Sana hediye getirmeyen kalmadı. Ben de hediye getirdim Sana. Eğer kabul edersen çok sevindirmiş olursun bizi. İşte hediyem! Ben hediye olarak en değerli varlığımı getirdim Sana. Enes’imi getirdim ey Allah’ın Rasûlü! Sevgili Enes’imi Sana takdim ediyorum. Senin hizmetinde bulunsun istedim. Eğer kabul edersen bizi çok sevindirmiş olursun!

- Evet, ey Allah’ın Rasûlü, Enes’i kabul edin!

- Sen bize her şeyimizden daha kıymetlisin. Düşündük ki, kıymetliye kıymetli gerek! En kıymetliye de en kıymetli gerek. Bizim en kıymetli varlığımız sevgili Enes’imizdir ey Allah’ın Rasûlü. Enes’imizi kabul edin lütfen!

Rasûlullah aleyhisselâm, annesinin yanında duran küçük Enes’e bakıp tebessüm etti. “Sen de istiyor musun” diye sorar gibiydi. Akıllı bir çocuk olan küçük Enes, büyük bir heyecan içinde ve büyük adamlar gibi konuştu…

- Senin yanında olmak ve Sana hizmet etmek istiyorum ey Allah’ın Rasûlü! Anne babam da çok istiyorlar. Ne olur, kırmayın bizi!

Rumeysa Hanım, sevgili Enes’inin ipek saçlarını okşayarak, yine söze girdi.

- Görüyor ve işitiyorsun ki, sadece ben değil, küçük Enes’im başta olmak üzere hepimiz çok istiyoruz bunu. Küçük Enes’im sizin hizmetinizde olsun ey Allah’ın Rasûlü!

Rasûlullah aleyhisselâm, Rumeysa ve Ebû Talhâ’nın bu hareketlerinden çok memnun oldu. Küçük Enes’e “Yanıma gel” işareti yaptı…

Büyük bir heyecanla Rasûlullah’ın yanına sokulan küçük Enes’in, heyecandan nefesi kesilecek gibi oldu… İlk defa bu kadar yakın oluyordu O’na…

- “Enescik! Her gün yanıma gelebilir misin?”

- Hem de koşa koşa!

Rasûlullah aleyhisselâm, küçük Enes’i bağrına basıp, yanına almayı kabul ettiğini söyleyince, bütün hepsi çok sevindiler. Küçük Enes o zamanlar 10 yaşındaydı…

Ümmü Süleym Rumeysa Hanım sevinçle atıldı…

- Allah senden razı olsun. Küçük Enes’im sadece emin değil, en emin elde şimdi. Ey Allah’ın Rasûlü! Sevgili Enes’im için bir de dua istesem, çok mu ileri gitmiş olurum acaba?

Peygamberler Sultanı hemen ellerini açıp, küçük Enes için büyük dualar etti.

- Allah seni başımızdan eksik etmesin yâ Rasûlallah! Malımız-mülkümüz, çoluk-çocuğumuz, canımız-kanımız Sana feda olsun…

Küçük Hz. Enes, sevincinden ne yapacağını bilemez bir haldeydi. Hayatının en mutlu olayı gerçekleşmişti çünkü…

Rasûlullah aleyhisselâm’ı görmeyi ve O’na yakın olmayı çok istiyordu. Fakat bu kadarını da beklemiyordu. O’nu görmeyi ve O’nunla olmayı isterken, O’nun hizmetine girmişti işte! Sürekli O’nunla olacaktı artık! Bundan büyük bir mutluluk olabilir miydi?

Peygamberler Sultanı ile beraberlik! O’nunla beraber olmak ve O’na cân-ı gönülden hizmet etmek…

Rasûlullah aleyhisselâm’ın yanında iken bile, sevgili annesinin öğütlerini hiç unutmuyordu. Annesinin yanına gidip geldikçe sürüyordu bu öğütler…

- Yavrucuğum, sevgili Enes’im! Şimdi beni iyi dinle!

- Dinliyorum anneciğim!

- Başına nasıl bir devlet kuşunun konduğunun farkındasın değil mi?

- Evet anne, fakındayım.

- Peki, şöyle sorsam; eşsiz bir devlet kuşunun yanında, nasıl bir sorumluluk aldığının da farkında mısın?

- Sadece farkında değil, bu işin bilincindeyim ben anneciğim.

- Bu çok iyi işte! Umarım sürekli bu bilinçle hareket edersin oğlum.

- Gayret edeceğim anneciğim, başaracağım da inşallah.

- İnşallah oğlum, inşallah! Sevgili Enes’im, bilirsin ki seni çok severim.

- Biliyorum anneciğim, çünkü ben de seni çok seviyorum.

- En çok Allahu Teâlâ -celle celâlühü- Hazretlerini seveceğiz oğlum, O’ndan sonra da Rasûlullah aleyhisselâm’ı!

- Allah ve Rasûlü’nü her şeyimizden daha çok seveceğiz, değil mi anneciğim?

- Evet sevgili Enes’im. Rasûlullah aleyhisselâm, bize her şeyimizden çok daha fazla sevgili olmalı.

- Malımızdan-mülkümüzden, annemizden-babamızdan, bütün insanlardan ve hatta canımızdan da daha çok seveceğiz, değil mi?

- Bütün bunları ne zaman öğrendin sen oğlum?

- Ben artık Rasûlullah’ın yanındayım anneciğim. O’nun eğitimi altındayım. O’nun her sözünü büyük bir dikkatle öğrenmeye çalıştığım gibi, her hareketini de büyük bir incelikle takip ediyorum.

- Hay sen çok yaşayasın e mi! Allah sana bütün güzelliklerin en iyisini versin.

- Sen dua edince, Allah’ın izniyle her şeyi başarırım ben. Yeter ki sen de bu Küçük Hizmetçi’ye dua et anneciğim!

- Sürekli dua ediyorum yavrum. Ama sadece dua ile yetinmemelisin.

- Başka ne yapmalıyım peki?

- Büyük bir kısmını yapıyorsun zaten. Ama daha çok dikkat etmelisin. Öncelikle Rasûlullah aleyhisselâm’ı çok iyi tanıman lâzım yavrum!

- Nasıl yani?

- Ne zaman ne yapıyor? Neleri istiyor, neleri istemiyor? Neyi yapmandan hoşlanıyor, neyi yapmandan hoşlanmıyor? O’nu o kadar çok tanımalısın ki, daha O söylemeden ne istediğini anlayacak bir duruma gelmelisin. O’na hizmet, senin en çok zevk aldığın şey olmalı!

- Evet anneciğim. Gerçekten de öyle. O’nun istediği bir şeyi yaparken, öyle büyük bir zevk alıyorum ki anlatamam.

- İşte bu da çok iyi bir şey oğlum… Seven, sevdiğine severek itaat edeceği gibi, O’nun isteklerini de büyük bir istekle yerine getirir.

- Küçük Hizmetçi’yim ben anneciğim. Ama küçük kelimesine takılma! Büyük işler başaracağım Allah’ın izniyle. Çok büyük birinin yanındayım çünkü.

- Allah utandırmasın oğlum! Allah utandırmasın sevgili Enes’im! 7

Peygamber Efendimiz’i seven, O’nun yanında ve yolunda olur, öyle ya!

Sallallahu aleyhi ve sellem…

.

.

1 İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed (sav) ve Evrensel Mesajı, s. 128.

2 İranlılar gibi.

3 İbn Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, c. 2, s. 164-167.

4 Süheylî, er-Ravdu’l-Unuf fî Şerhi’s-Sîretü’n-Nebeviyye li’bni Hişâm, c. 4, s. 101-102.

5 Taberî, Târihu’l-Ümem ve’l-Mülûk, c. 2, s. 255-256.

6 Ebû’l-Fidâ İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, c. 3, s. 123-124.

7 Beyhâkî, Delâîlü’n-Nübüvve, c. 2, 524-525.  

Yazar: 

Yorumlar

çok kefiyfli ve çok güzel site haberiniz olsun

Yeni yorum ekle

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.