Peygamber Ailesinin Hicreti

 

Rasûlullah Aleyhisselâm’ın yol göstermesiyle, önce Ashâb-ı Kirâm hicret ettiler. Daha sonra da Rasûlullah hicret etti.

Peygamberimiz Aleyhisselâm ve Ashâb-ı Kirâm’ın hicretlerinin üzerinden tam yedi ay geçmişti.

Yesrib’e hicret edip, orayı Muhâcir sıfatıyla Medine yapanlar, Evs ve Hazrec’ten oluşan Ensâr ile kucaklaşmışlardı.

Peygamberimiz Aleyhisselâm, hicret esnasında birinci derecedeki yakınlarını, bazı nedenlerle o an için götürememişti. Peygamberimiz Aleyhisselâm ile beraber hicret edemeyen birinci derecedeki yakınları, O’nun hicretinden sonra, Mekke’de çok zor günler yaşamışlardı. Tam yedi ay süren korkulu, endişeli ve uykusuz geceler…

Ve nihayet onlara da yol göründü. Gelen haberci, Mekke’de kalan bu seçkin topluluğu çok sevindirdi…

- Rasûlullah Aleyhisselâm, sizi Mekke’den çıkarıp Medine’ye hicret ettirmemiz için bizi görevlendirdi. Hazırlığınızı yapınız ki, zaman geçirmeden yola çıkalım.

Bu sevindirici haberi Hz. Zeyd bin Hârise ile Hz. Ebû Râfi göndermişlerdi. Hz. Zeyd, Peygamberimiz Aleyhisselâm’ın ev halkına, Hz. Ebû Râfi de Hz. Ebû Bekir’in ev halkına yardımcı olacaklardı. Onlarla beraber Abdullah bin Uraykıt da görev yapacaktı. [1]

Başlarında kimse olmadan, canavar müşriklerin arasında yedi ay boyunca hayat mücadelesi veren bu seçkin aileye biraz daha yakından bakalım…

Peygamberimiz Aleyhisselâm ve Hz. Ebû Bekir’in aile efradıydı bunlar… 

Rasûlullah’ın nişanlısı ve Hz. Ebû Bekir’in kızı olan Hz. Âişe Annemiz!

Rasûlullah Aleyhisselâm’ın Hanımı ve mü’minlerin annesi olan Hz. Sevde binti Zem’a Annemiz!

Rasûlullah Aleyhisselâm’ın sevgili kızlarından Hz. Fâtıma ile Hz. Ümmü Gülsüm!

Hz. Ebû Bekir’in Hanımı ve Hz. Âişe Annemiz’in sevgili annesi Hz. Ümmü Rûmân!

Hz. Âişe Annemiz’in sevgili ablası ve Hz. Zübeyr bin Avvâm’ın Hanımı olan Hz. Esmâ!

Rasûlullah’ın sevgili dadısı ve Hz. Zeyd bin Hârise’nin Hanımı olan Hz. Ümmü Eymen Bereke ile oğlu Hz. Üsâme radıyallahu anhum ecmaîn[2]

Bu seçkin ve özel aileyi Medine’ye götürmek için Medine’den gelen küçük kafile, Mekke müşriklerine hissettirmeden, buradaki muhâcir adaylarına haber gönderdiler. Onlar da çabucak hazırlık yapıp, Medine’den gelenlerle buluşarak hemen yola çıktılar…

Yolculuk, çok hüzünlü başladı…

Önce sevgili anneleri Hz. Hadîce Annemiz’in kabrini ziyaret edip vedalaştılar. Uğurlamak için oraya kadar gelen Hz. Zeyneb ablalarıyla veda ederken, nerede ise kendilerinden geçmişlerdi. Sanki bir daha hiç görüşemeyeceklermiş gibi kucaklaşmışlar; yürek parçalayıcı bir sahne ile ayrılmışlardı.

Peygamber kızları, orada kalan sevgili ablaları için çok ağlamışlar, gözyaşları sel olup akmıştı. Toprak altında annelerini, müşrikler içinde ablalarını bırakmışlardı!

Bir yanda Peygamber babalarına doğru gittikleri için seviniyorlar; bir yandan da sevgili annelerinden ve ablalarından ayrılmanın verdiği hüzün ile yola koyuluyorlardı.

Doğup büyüdükleri memleketlerinde yaşama hakkını bile vermeyen müşrikleri, zulümleriyle başbaşa bırakarak gidiyorlardı…

Rasûlullah Aleyhisselâm’ın sevgili kızlarından biri olan Hz. Rukiye, daha önce kocası Hz. Osman ile beraber hicret etmişti.

En büyük kızı olan Hz. Zeyneb ise, Medine’ye gidemedi. Çünkü kocası müsaade etmemiş; onsuzluğa dayanamayacağını söylemişti. Kocası Ebu’l-Âs, hâlâ îmâna gelememiş; Müslüman saflarında yerini alamamıştı. Bundan dolayı Mekke’de kalmış, aynı zamanda karısı olan, Peygamber kızı Hz. Zeyneb’i de göndermemişti. [3]

Hz. Zeyneb, bu küçük muhacir kafilesini yolcu edip evine dönünce, öylesine üzülmüştü ki, kocasını bile endişelendirmişti.

Adamcağız, sevgili hanımının etrafında pervane dönüyor, onu teselli etmenin çarelerini arıyordu. Hz. Zeyneb’in durumu hiç de iyi değildi. Bir yanda Peygamber babası, diğer yanda da sevgili kız kardeşleri çekip gitmişlerdi Mekke’den. Zeyneb Sultan artık yalnız kalmıştı. İçin için yanıyor, sessizce gözyaşı döküyordu. Bir yandan da salimen gitmeleri için, yana yakıla duâlar mırıldanıyordu.

Daha iki saat geçmemişti ki, arkalarından yükselen toz bulutu ile irkildiler. Gelenlerin iyi niyetli olduğu söylenemezdi. Müşriklerin belalıları yine peşlerine düşmüşlerdi. Memleketlerini terk ettikleri halde, yine de bırakmamışlardı yakalarını.

Küçük hicret kafilesi ne kadar hızlansa da, dörtnala gelen müşriklerin azılı süvarilerinden kaçmaları mümkün değildi. Peygamber yakınlarını götürmek için gelen üç kişiye, yolculuğa çıkan diğerleri de destek olarak çarpışma vaziyeti aldılar. Sadece üç erkek vardı. Diğerleri kadındı. Savaşacak bir durumda değillerdi. Fakat böylesine azıtmış müşriklere teslim de olamazlardı.

Küçük hicret kafilesine yetişen gözü dönmüş müşrikler, hemen taarruza geçtiler. Müslümanlar da karşılık veriyorlardı ama sayıları çok azdı ve savaşacak bir durumda değillerdi…

Çarpışmaya kadınlar da katılıyor, fakat müşrik süvarileriyle baş edemeyeceklerini anlıyorlardı. Bir yandan çarpışırken, bir yandan da yüce Allah’a duâ ediyorlardı. Çarpışma esnasında Hz. Ümmü Gülsüm ile Hz. Fâtıma develerinden düştüler. Zaten yıpranmış olan nazenin güller, iyice kırılıp dökülmüşlerdi.

Peygamber kızlarının düştüğünü gören bu üç bahadır, öyle bir saldırıya geçtiler ki, kızlara yaklaşmaya çalışanlar, çareyi geri çekilmekte buluyordu. Fakat onlar da boş durmuyor, koruyucu durumda olan bu üç yiğidi öldürmek için, bütün güçleriyle saldırıyorlardı.

Onlarla baş edemeyeceklerini anlayan bu üç bahadır, kılıçlarının kınlarını kırarak Allahu Ekber diye bağırıp, ölümün üzerine atıldılar!

Kınları kırmanın ne anlama geldiğini çok iyi bilen müşrikler, sağa sola kaçışmaya başladılar. Çünkü, hiç birinin ölmeye niyeti yoktu. Herhangi bir çarpışmada, savaşçı, kılıcının kınını kırarsa, ya zaferi kazanacak veya bir adım bile geri çekilmeden ölüp gidecek anlamına geliyordu. İşte bundan dolayı kınlarını kıran üç Müslümanın karşısında durmaya cesaret edemeyip, tabana kuvvet kaçmaya başladılar.

Müşrik azgınlarını püskürttükten sonra, tekrar toparlanarak yola koyuldular. Fakat Hz. Ümmü Gülsüm ile Hz. Fâtıma bir hayli sarsılmışlardı. Bir yandan canavarlaşmış müşriklerin korkusu, bir yandan da develerinden düştükleri için, fena halde hırpalanmışlardı. Ancak yine de durup dinlenmeden, Mekke’den ve müşrik tehlikesinden kurtulmak için, en azından emniyetli yerlere kadar hızlı varmaları gerekiyordu. Onlar da öyle yaptılar. [4]

Müşrik tehlikesinden kurtulduktan sonra, uygun bir yeri bulup konakladılar. Çadırlar kuruldu ve kutlu yolcular, umutlu bir uykuya daldılar. Ebu Rafi’ nöbetçi olarak kaldı, ondan sonra da diğerleri sırasıyla nöbet tutacaklardı.

Emanetleri, eminler muhafaza ettiler…

Hz. Âişe Annemiz diyor ki:

- Rasûlullah Aleyhisselâm, Medine’ye hicret ettiği zaman, bizi ve kızlarını Mekke’de bırakmıştı. Medine’ye yedi ay sonra ancak hicret edebildik!

Yine Hz. Âişe Annemiz anlatıyor…

- Yedi ay sonra, Medine’den gönderilenlerle beraber hicret ettik! Yolda bize Talha bin Ubeydullah da katıldı.

Yolda yaşadıkları olaylardan birini, bizzat kendisi şöyle anlatıyor:

- Hep birlikte konuşa konuşa Mina mevkiinden Beyz’a ulaştığımız zaman, üzerine binmiş olduğum devem kontrolümden çıkıp ileri doğru koşmaya başladı. Ben devenin üzerine bağlanmış olan mahfenin (hevdec) içindeydim. Sevgili annem de yanımdaydı. Neden olduğunu anlamadığım bir sebeple, devem birden huysuzlandı ve kontrolden çıkarak süratle koşmaya başladı. Neredeyse beni üzerinden fırlatıp atacaktı! Deveyi bir türlü durduramıyorduk. Çok korkmuştuk. Hatta sevgili annem; “‘Eyvah kızcağızım, eyvah gelinciğim” diyerek çırpınıyordu! Bizi böyle gören yol arkadaşlarımız, deveye yetişemedikleri için, bir şey yapamıyorlar, korkuyla çırpınarak, bağırıp duruyorlardı! Deveyi durduramayınca, bir yandan çırpınıyor, bir yandan da Allah’a duâ ediyorduk! Nihayetinde duâmız kabul olacak ki, Yüce Allah devemizi durdurup, küçük hicret kafilemize geri döndürdü. Böylece bizi selamete kavuşturdu. Bu uzun yolculuğun her türlü cilvesini görüp yaşayarak, yol aldık…[5]

Muhâcir kafilesi uzun, yorucu ve zorlu bir yolculuktan sonra, nihayet Medine’ye vardılar. Bu özel muhâcir kafilesi, Medine’de çok özel bir şekilde karşılandı.

Peygamberimiz Aleyhisselâm başta olmak üzere çokça Sahâbe-i Kirâm efendilerimiz, bu kutlu yolcuları karşılamaya çıkmışlardı. Yolcular ve karşılayanlar arasında büyük bir muhabbetle kucaklaşmalar olduktan sonra, evlerine doğru konvoy halinde ilerlediler. [6]

Peygamber ailesinin Medine’ye salimen gelişi, bütün Müslümanları çok sevindirmiş; arkada kalan müşriklerin ablak suratları ise iyice kararmıştı...



[1] İbn İshâk - İbn Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, c. 2, s. 79-81.

[2] Belâzürî, Ensâbu’l-Eşrâf, c. 1, s. 269.

[3] Taberî, Târihu’l-Ümem ve’l-Mülûk, c. 2, s. 237.

[4] Beyhâkî, Delâîlü’n-Nübüvve, c. 2, s. 439-441.

[5] İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târih, c. 2, s. 98-99.

[6] Zehebî, Târihu’l-İslâm, s. 297.

Yazar: